islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3294
EURO
35,1232
ALTIN
2.302,47
BIST
9.079,97
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Açık
21°C
İstanbul
21°C
Açık
Cuma Az Bulutlu
23°C
Cumartesi Az Bulutlu
21°C
Pazar Az Bulutlu
21°C
Pazartesi Az Bulutlu
23°C

Anayasa Mahkemesi, Halkın Vicdanını ve İradesini Dikkate Almamıştır

Anayasa Mahkemesi, Halkın Vicdanını ve İradesini Dikkate Almamıştır

Anayasa mahkemesi,  bir grup akademisyenin kendi rol ve görevleriyle bağdaşmayan, devlet ve halkın temel haklarına karşı isyan eden bir örgütü “savunan ve onları mazur gören” bir grubun tavrını onaylamıştır.

Bir yerde Demokrasi’den, yani halkın iradesinden bahsediliyorsa; orada, halkın temel inanç, kültür ve haklarının üzerinde başka bir gücün rolü olmaması lazım. Yani, halkın çoğunluğunun değerleri ve hakları karşısında, küçük bir grubun  eğilimin tercih edilmemesi, genel bir hukuk kuralıdır. Üstelik, ülkenin güvenliği söz konusu olduğunda..

Bir yargı kurumunun, halkın hak ve menfaatlerini, toplum düzenini ve güvenliğini tehlike altına alan bir örgüt veya kalkışmayı müdafa edenleri aklamaya hakkı yoktur!.. 

Akıl yoluyla bir analiz yapıldığında, kendilerine bir dönem askeri yönetimi tarafından verilmiş “kesin ve sınırsız haklar”a dayanarak hüküm verdiğini  iddia edenlere de,  hukukun tercihlere göre değil, “değerler ve sosyal iradeye” dayandığını hatırlatmak gerekir.

Evet, 1961 Anayasa’sını hazırlayan Milli Birlik Komitesi denilen askeri yönetim, Anayasa’yı ve onun kurumu olan Anayasa Mahkemesini halkın iradesiyle değil, kendi arzusuyla oluşturmuştur. Anayasa mahkemesi de, olayı sıradan bir konu gibi görüp, böyle garip ve mantık dışı bir karara imza atmıştır. Bu kararla, devletin güvenlik güçlerinin meşru eylemini suç sayan, toplumun değerlerinden ve tarihinden nasibini almayan bir topluluğun iddialarını  meşru kabul eden bir karara imza atmıştır. Böylece, toplumun iradesine ve vicdanına ters düşmüştür.

Bütün toplumlarda hukuk, o toplumun din, ahlak ve geleneklerinin somutlaşmış ve düzenlenmiş, sistemli bütünüdür. Türkiye’deki hukuk ise, başka toplumların kural ve değerleriyle şekillenmesi sebebiyle, problemleri gerçeklerimize uygun bir şekilde teşhis yapamamaktadır. Özellikle darbeler sonucu gelen hukuk sistemi, kurumları açısından toplumun temel değerleriyle uzlaşmada ciddi  problemler yaşamaktadır.

Bildiriye imza koyan ruh ve kültür açısından yabancılaşmış Akademisyenler (!), batı hukuk bilgi ve felsefelerini özümseyerek, kendi sosyal dünyalarından ve onun temel ihtiyaçlarından uzaklaşmışlardır. İlmi ve sosyal gerçeklerini, başka düşünce sistemlerinden ve farklı coğrafyaların ölçüleriyle ölçme yanlışı ile hareket ederek, uluslararası planların parçası haline gelmişlerdir.

Bu arada, metni okumadan bildiriye imza atan dikkatsiz ve ard niyetli olmayan fakat, sorumlu hareket etmeyen akademisyenlerin de var olduğunu bilerek, onları bu çerçevenin dışına koymak gerekiyor.

Şimdi bildiriye imza atan akademisyenlerin, ne kadar akademik (!) bir tavır içinde bu bildiriyi ele alalım ve Anayasa mahkemesinin nasıl bir göz ve anlayış ile konuyu değerlendirdiğini görelim:

Bildirinin ilk paragrafında, doğu bölgelerinde ordunun ağır silahlar ile kürt halkını öldürdüğü ve işkence ettiği dile getiriliyor. Böyle bir durum, söylediği gibi olsaydı; doğu’da isyan olurdu.

Fakat bu akademisyenler, sanki doğu halkı isyan etmiş gibi, uluslararası kuruluşların olaya müdahele ederek “arabuluculuk” yapması gerektiği gibi, mantık ve ahlak dışı bir teklif yapmışlardır. Yani, kürt kardeşlerimizin tamamını bu terör grubu ile bir tutmuşlardır.

Akademisyen üstatlar (!), devletin “kasıtlı bir kıyım” yaptığını utanmadan ve sıkılmadan ifade ederek, yurt dışı güçler tarafından son modern silahlar ve  HDP’li belediyelerin teknik araçları ile şehirlerin altında tüneller kazarak  ülkeyi bir savaş ortamına sokan güçlere karşı girişilen hukuki ve adil bir mücadeleyi asıl niteliğinden uzaklaştırmak istemişlerdir.

Şehir ve beldelerin işgal edildiği bir ortamı görmezlikten gelen bu “akademisyen (!)”grubu, insan haklarının ihlal edildiğini ve “kürt halkının bilinçli bir sürgün”le karşı karşıya geldiğini söyleyerek, insanların gözüne baka baka ölçüsüz bir  “yalan”ı yaymışlardır. Herkes ve özellikle de bölgedeki insanlar , bu terör militanlarının bölgeden uzaklaştırılması veya öldürülmesiyle derin bir nefes almıştır.  Dolayısıyla, adı “Barış Bildirisi” koyulan bu bildiri, tek kelime ile “İsyan ve dış güçleri davet” bildirisi haline dönüşmüştür. Ve maalesef, bu kişiler, on binlerce akademisyenin ismini kullanmak suretiyle, kendi basit ve uydu düşünceleriyle ilim camiasını istismar etmişlerdir.  Aslında böyle bir yaklaşımın, suç olarak işlem görmesi gerekirdi.

Bildirin son bölümünde, hükümetin muhalefet üzerindeki baskılarına son vermesi için “tüm yaptırımlarına son vermesini bekliyoruz” cümlesi ile, siyasi taraflarını belli etmiş olan bu grup, hükümete yıpratma  olan asıl amacını da ortaya koymuş, HDP ve onu destekleyen partiler, desteklenmiştir.

Akademisyen ve ilim adamlarının, siyasi, iktisadi ve hukuki her konuda söz söyleme ve eleştirme hakları olduğunu kabul etmemek, ciddi bir yanlışlık olur. Fakat bu akademisyen kılıklı kişiler; terörü, yabancı güçleri, devletin kendini koruma hakkını ve  en önemlisi de, “yabancı bir zihniyet” ile olaylara bakmaya şartlanmış olduğundan, onların bu konudaki hak ve taleplerinin hiçbir samimi ve gerçek değeri olmamaktadır.  

Şimdi Anaya mahkemesinin bildiriyi meşrulaştıran sayın üyelerine şunu soruyorum: Siz, yukarıda ana hatlarıyla ifade edilen iddiaları kabul ediyor musunuz? Eğer, ediyoruz diyorsanız, siz de hukuku çiğneyerek bu toplumun değer ve güvenliğini tehlikeye atmış duruma düşüyorsunuz. Kırk yıldır ülkeyi kana bulayan ve dış güçlerin desteğiyle ülkenin insanını ve iktisadi kaynaklarını tahrip eden bu hareketi meşrulaştırmış olmuyor musunuz?

Düşünce hürriyeti sloganıyla, illegal bir gücün kanlı eylemlerini meşrulaştırmayı ve masum çocuklarını kaçırarak onları terörist haline getirilmesini nasıl görmezlikten gelebiliyorsunuz? Eğer bu tavrınızı, hükümete karşı oluşunuzdan dolayı yapıyorsanız, siyaseti düşüncenize ve duygularınıza tercih ederek daha büyük bir yanlışa düşmüyor musunuz? Artık bundan sonra, ortaya koyduğunuz bu tablo, sizi milletin vicdanında ve iradesinde nasıl bir yere getirecek ve tarih sizi nasıl yazacak;  bunu ilerleyen zaman içinde göreceğiz.

Prof. Dr. Sami ŞENER

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar
  1. MEHMET SARI dedi ki:

    ÇOK GÜZEL BİR ELEŞTİRİ OLMUŞ,HOCAM SAMİ ŞENER, E ÇOK ÖNEMLİ BİR KONUYU GÜNDEME GETİRDİĞİ,VE ELEŞTİRİLERİNIN TAMAMINA KATIDIĞIMI İFADE EDİYOR,TEŞEKKÜR EDİYORUM