islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5752
EURO
35,0138
ALTIN
2.432,68
BIST
9.773,66
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
20°C
İstanbul
20°C
Az Bulutlu
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Hafif Yağmurlu
16°C
Pazar Az Bulutlu
16°C
Pazartesi Az Bulutlu
18°C

DEVLETLERİN (SAPKIN) TARİKATLARLA İMTİHANI: FETÖ İLE MÜCADELEDEKİ HATALAR NASIL GİDERİLİR? (8)

DEVLETLERİN (SAPKIN) TARİKATLARLA İMTİHANI: FETÖ İLE MÜCADELEDEKİ HATALAR NASIL GİDERİLİR? (8)
30 Kasım 2018 18:39
A+
A-

İslâm tarihinde tıpkı Hz. Ali’ye destek veren Benî Temîm Kabilesi (daha sonra Haricîler diye anılacak) gibi F. Gülen ve müntesiplerinden oluşan “Hizmet Hareketi/Cemaati” de (daha sonra FETÖ’cüler diye anılacak) uzun yıllar AK Parti hükümetine ve Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’a destek vermiştir.

Cemaat-Devlet/hükümet arasındaki iyi ilişkiler, ilk kez 17/25 Aralık 2013 tarihinde cemaate yakın savcı ve hâkimlerin desteği ile gerçekleşen “Rüşvet Operasyonları” ile açıkça sarsılmaya başladı. Hükümet, cemaatin (belki de hükümetin göz yumması veya onayı ile o zamana kadar) devlet içindeki örgütsel faaliyetlerinden aslında haberdar idi.

Ancak devlet içinde oluşturulan siyasî/adlî/askerî güç ve imkânların hükümete karşı kullanılması ile cemaatin art niyetli olduğu anlaşılmış ve o tarihten itibaren malum cemaate hükümetçe Paralel Devlet Yapılanması (PDY) denilmiştir. Bunun üzerine hükümetin, cemaate ait dershaneleri ve(ya) basın/yayın organlarını kapatma gibi girişimleri, Cemaat-Devlet/hükümet arasındaki ilişkilerin bütünüyle bittiğine ve hatta düşmanlığa dönüştüğüne dair somut olaylardı.

Buna karşılık olarak malum yapının 15 Temmuz 2016 tarihinde meşru bir hükümete karşı bir askerî darbe teşebbüsünde bulunmuş olması, bozulmuş olan bir hükümet-cemaat ilişkisinin nerelere kadar tırmanabileceğini göstermesi bakımından üzerinde dikkatlice durulması gereken bir konudur. Malum cemaatin askerî temsilcileri (perde arkasındaki dâhilî ve haricî destekçileriyle birlikte) bir darbe teşebbüsünde bulunması ile bu yapı, şiddete başvuran bir terör örgütüne dönüşmüş ve FETÖ ismini hak etmiştir.

Şunu baştan altını çizerek belirtmek isterim: Demokratik teamül ve kaidelere uygun olarak halkın tercihi ile iktidara gelmiş sivil bir hükümete yönelik her türlü darbe teşebbüsü gayri-meşru ve kim tarafından plânlanmış, organize edilmiş ve uygulanmış olursa olsun lanetlenmesi gereken bir olaydır. “Yurtta Sulh Konseyi” gibi Kemalist söylemlerle alenî bir şekilde ortaya çıkmalarına rağmen darbecilerin ağırlıklı olarak (Kemalist/leştirilmiş) FETÖ’cülerden oluştuğuna dair istihbaratî bilgiler karşısında hükümetin darbecilere ve bunlara her türlü lojistik/fikrî destek verenlere karşı bütün yurt çapında OHAL ilan etmesi, FETÖ ile mücadelede yerinde bir tedbir idi.

FETÖ ile Mücadeledeki Hataları Açıklayan İki Yürekli Âlim: Hayrettin Karaman ve Ali Rıza Demircan

Tedbir ve cezalandırma gerekli idi…Ancak yaklaşık olarak 2 yıl devam eden KHK uygulamalarıyla sadece darbe ile ilişkisi olanlar değil “Hizmet Hareketi” olarak bilinen cemaat ile iltisaklı/irtibatlı dindar insanlar da darbecilerle veya darbe savunucularla aynı kefeye konuldu. Dindar kesimden hukuka aykırı uygulamalara ilk kez ciddî anlamda tepki gösteren kişi, “İhtiyat, Tedbir, Mağduriyet” başlığını taşıyan 05.02.2017 tarihli yazısıyla Prof. Dr. Hayrettin Karaman Hoca olmuştur. Karaman’ın tespitlerine göre hükümet, “ihtiyat ve tedbir” cümlesinden yola çıkarak, darbe ile ilişkisi olmayan birçok masum dindar insanı/memuru, çoğu kez isimsiz ihbarlarla veya gizli tanık uygulamalarıyla zamanında cemaate ilgi ve iltisaklı olduğu şüphesi ile açığa aldı, tutukladı, ihraç etti ve(ya) mahkemeye verdi.

“Bu arada “suçlu” olmayan birçok kimse de bazı haklarından ve hürriyetinden mahrum oldu. İşte bu yüzden her gün içleri acıtacak mağduriyet hikâyeleri dinliyoruz. Bu hikâyelerin gerçek olanları vardır; ama devlet kamuya karşı suç işlemiş insanları elden kaçırmamak ve kötülüklerine fırsat vermemek için “suç sabit olduktan sonra yakalama” yerine “suçsuz olduğu anlaşılınca serbest bırakma ve haklarını iade etme” yolunu (bu manada ihtiyat ve tedbiri) tercih etti.”

https://www.yenisafak.com/yazarlar/hayrettinkaraman/ihtiyat-tedbir-magduriyet-2035983

Diğer taraftan cemaatin basın/yayın organlarında yer almış olan ilahiyatçılar/yazarlar/gazeteciler de bu süreçte ilk tutuklananlar arasında yer aldı. Bunlardan birisi de 2 yıla yakın tutuklu kalmış olan sosyolog/ilahiyatçı Ali Bulaç idi. Ali Bulaç’ın tutuklu kaldığı süreçte kendisine alenî olarak destek veren yine başka bir ilahiyatçı oldu. Ali Rıza Demircan Hocamızın kullandığı ifadeler aynen şu şekildedir:

Ali Bulaç kardeşim benim 45 yıllık dostumdur. Emsali gerçekten çok az olan düşünce adamlarımızdan biridir…İslâmî çalışmalarımızda fiili beraberliğimiz olmadı. Ama onu hep sevdim.  -Allah uzun ömürler versin- Kendisine bir hak vaki olursa cenaze namazını kıldırmamı bana vasiyet edecek derecede kendisi tarafından da sevildim. Herkes gibi onun da bazı hataları olabileceği açıktır. Ama bu hataların onun isnat edilen suçlarla ve tutuklu olarak yargılanmasına sebep olacak boyutlarda olabileceğine asla inanmadım ve Mahkeme Savunmasını okuyunca bu inancım daha bir pekişti. Pek çok yetkili ve etkili siyasî ve askerî ilgili yanıldı. Bu yanılgılar milletimize büyük bedeller ödetti. Oysaki Ali Bulaç kardeşimin elle tutulur ve gözle görülür bir yanılgısı da yoktur. Hiç şüphesiz yargı kararını verecek. Verecek de niçin tutuklu yargılama? Yaşlı ve hasta bir münevverimizin 14 aydır tutuklu olmasını ve tutukluluk halinin devam etmesini içimize sindiremiyoruz. İstediğimiz adalettir….”

https://www.mirathaber.com/ali-riza-demircan-ali-bulac-kardesim-ve-savunmasi-1-1985y.html

Ali Rıza Demircan’ın verdiği isim üzerinden FETÖ ile mücadele sürecinde böyle birçok mağduriyetin yaşandığını söylemek mümkündür. FETÖ ile mücadelede yapılan en önemli hata, darbecilerin yanında darbe ve şiddetten yana tavır almamış cemaat sempatizanlarının geçmişleri araştırılarak, OHAL ve KHK uygulamalarıyla “Kanunsuz Suç ve Ceza Olmaz” ilkesinin açıkça ihlal edilmesidir. Bu bağlamda T.C. Anayasası’nın 38. maddesinde; “Kimse, İşlendiği Zaman Yürürlükte Bulunan Kanunun Suç Saymadığı Bir Fiilden Dolayı Cezalandırılamaz; Kimseye Suçu İşlediği Zaman Kanunda O Suç İçin Konulmuş Olan Cezadan Daha Ağır Bir Ceza Verilemez.” hükmüne rağmen mesela zamanında çocuğunu cemaate okuluna vermiş olanlar veya örgütle ilişkisi olduğu sonradan anlaşılan bankada hesabı olanlar değişik mağduriyetler yaşamıştır ve halen de yaşamaktadır.

Büyük ümitlerle hükümet tarafından oluşturulan OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu da maalesef bu temel ilkeyi görmezlikten gelerek, görevlerine iade edilmek isteyen müracaatçıların başvurularının % 95’ini reddetmekle mağduriyetlerinin giderilmesinde etkin ve âdil bir rol üstlenememiştir.

https://www.mirathaber.com/ohal-komisyonu-khk-magdurlarinin-sorunlarina-cozum-uretmiyor-ohal-komisyonu-36-bin-goreve-iade-basvurusundan-sadece-2-bin-300unu-kabul-etti-5-5482h.html

FETÖ İle Mücadele Edilirken Mağduriyetlerin Oluşmaması/Giderilmesi İçin Neler Yapılmalıydı/Yapılabilir?

15 Temmuz darbe teşebbüsünün faillerinin ve yardımcılarının ceza almaları ne kadar yerinde ise darbe ile hiç ilişkisi olmayanların ve/fakat zamanında cemaat faaliyetlerine iyi niyetli olarak az veya çok katılmalarından ötürü OHAL ve KHK sebebiyle cezaya çarptırılmaları da hukuken o kadar yanlıştır. İki yıllık OHAL sürecinde 100 binlerce kamu görevlisi, akademisyen, memur ve polis sorgusuz sualsiz olarak vazifelerinden ihraç edildi, 200 bine yakın insan gözaltına alındı, 70 bin şüpheli kişi tutuklandı. 100 binlerce aile ferdi işsiz kalan KHK mağdurlarıyla birlikte sadece maddî yönden sıkıntılar çekmedi, toplumsal boyutuyla da dışlandı. Cumhuriyet tarihinde pek ender görülen toplumsal parçalanmalar meydana geldi.

Bir hukuk devleti, terör örgütleriyle ve özellikle terör örgütüne dönüşmüş bir “dinî” hareket/cemaat ile mücadele ederken, İslâm tarihinden de dersler çıkartarak, toplumsal barışı sarsıntıya uğratmayacak ve yeni psiko-sosyal dramların ortaya çıkmasına müsaade etmeyecek bir şekilde hukukun üstünlüğünü korumak ve ivedilikle adaletsizlikleri gidermek zorundadır. Bu doğrultuda güven ortamının ve sosyal barışın yeniden tesisine yönelik olarak devletçe/hükümetçe yapılması gerekenler şunlardır:

-Suçun şahsiliği ilkesine ve kuralına rağmen KHK mağdurları yakınlarının, ikincil hatta üçüncül uygulamalarla yine suç işlememiş kişilerin ihracı, gözaltına alınması veya cezalandırılmasından acilen vazgeçilmelidir. Hükümet, bu gibi hukuk dışı uygulamalardan ötürü özür dilemeli ve maddî/manevî tazminatlarla mağdurların gönüllerini yeniden kazanıp durumlarını acilen düzeltmelidir.

-Kovuşturması olmayan, soruşturmalardan aklanan, takipsizlik ve(ya) beraat kararı alanlar, kısacası kamu hizmetlerinden haksız yere men edilmiş bütün KHK mağdurları, kanunî bir düzenleme ile derhal işlerine dönebilmeli ve maddî/manevî kayıpları telafi edilmelidir.

-Kanunların da uygun gördüğü biçimde özellikle hamile, bebekli ve hasta olan KHK mağdurları tutuksuz yargılanmalıdır.

-Güvenlik soruşturması bahane edilerek öğretmenlik, doktorluk, avukatlık ve diğer meslekleri icra etmeleri önlenenlerin mağduriyetleri hızla giderilmelidir. Askeri okul öğrencilerinin mağduriyetlerine hızla çözüm bulunmalıdır.

-Bylock’ta Mor Beyin’den sonra 40 binlik yeni listenin dikkate alınması ve mahkemelerce bu listelerin tekrar incelenmesinin sağlanması, mahkemelerin buna göre karar vermesi sağlanmalıdır.

-Hükümet, özellikle darbeye fiilen katılmamış ve yardımda bulunmamış, demokratik eylemlerinde şiddet kullanmamış, anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs etmemiş ve/fakat “devlete karşı işlenen suçlar”dan hüküm giymiş olan, yaptıklarından dolayı pişmanlık duyan (aldatılmış/kandırılmış) vatandaşlarını af kapsamına almalıdır.

Mademki hükümeti oluşturan siyasî parti Adalet ismini taşımakta o halde başta hükümet üyeleri olmak üzere hepimiz yüreğimizdeki adalet duygusunu hayata geçirmekle yükümlüyüz ve dinî yönden sapkın olarak görülen bir cemaat/tarikat ile mücadelede (yeni) mağduriyetlerin yaşanmaması için, azamî gayret göstermeliyiz. Adaleti koruma noktasında ihtar mahiyetinde Allah’tan korkmamızı öğütleyen aşağıdaki âyet ile “Devletlerin (Sapkın) Tarikatlarla İmtihanı” yazı dizimi artık bitiriyorum.

“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta (üstün) tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa (cemaate) duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvaya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Maide: 8).

Allah’tan memleketimizde ve diğer Müslüman ülkelerde fitnelerin sona ereceği, sosyal barışın, adaletin hâkim olacağı ve kardeşliğin ümmet bilinci ile yeniden tesis edileceği saadetli dönemleri görmemiz için niyazda bulunuyorum.

Prof. Dr. Ali SEYYAR

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.