islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5004
EURO
34,6901
ALTIN
2.496,45
BIST
9.693,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Yağmurlu
13°C
İstanbul
13°C
Yağmurlu
Cumartesi Parçalı Bulutlu
19°C
Pazar Az Bulutlu
20°C
Pazartesi Az Bulutlu
21°C
Salı Az Bulutlu
23°C

Fakihsiz toplum

Fakihsiz toplum
1 Kasım 2018 11:25
A+
A-
Batı’da aydınlanma dönemiyle birlikte başlayan sekülerleşme ve laikleşme sonucunda, mazisi iki yüzyılı bulmayan sosyal alana ait sosyoloji adından bir bilim dalı ortaya çıktı.

Bu bilim dalının amacı, akli ve bilimsel veriler doğrultusunda, kilisenin ve kutsal metinlerin Avrupa’da hayatın dışına itilmesiyle boşlukta kalan insanı ve toplumu yeniden kurmayı amaçlamaktaydı. Temel kavramları toplum, birey, toplum sınıfları, statü, kültür, dil, ırk gibi genel itibariyle dünyevi belirleyiciliği olan değerlerdi. Bu değerlerin içinde din-inanç-iman-Allah gibi insanın ölümünden sonraki hayatına dair kavramlar belirleyici olarak yer almamaktadır. Avrupa toplum yapısı insanı birey yaparak bu üretilmiş değerler üzerinden seküler temelli olarak yeniden kurdu. Bireylerden oluşan topluluğa da sivil toplum adını verdi. Sivil Toplum atomize olmuş yalnız bireylerin bir araya gelerek oluşturduğu kalabalıklardır.

Avrupa’nın dünyevi temelli bu kurgusu süreç içerisinde gerek kendi dayatmalarıyla gerekse dayattığı toplumların içinde yer alan, kendi celladına aşık olan seçilmiş zümreyle diğer dünya insanlığına medeniyet ve demokrasi götürme adına ihraç edildi. Süreç içerisinde kendisinin yabancısı olduğu bu değerler Müslüman toplumları da kurmak için alabildiğine etkinleştirildi. Müslümanlar kendi değerlerine yabancı olan kurguyu henüz tanıma ve eleştirme fırsatı bulamadan, seküler/dünyevi merkezde yeniden birey ve toplum olarak kurulmaya başlandı.

Müslümanların göremediği, görenlerin de pek itibar edilmediği bu olağanüstü denilebilecek süreçte, Müslüman cemaati kuran, referansını Kitap-sünnet-icma-kıyas gibi ahiret temelli değerlerden alan Fıkıh ve Fakih etkinliğini yitirerek, toplum içinde işe yararlılığını kaybetti. Müslümanlar da ilerleyen tarih içerisinde zaman ve mekân düzleminde, fıkhını ve fakihini yitirdi. Şimdi görüldüğü kadarıyla artık Müslümanların ne fıkhı nede fakihi olduğunu söyleyebilecek durumda değiliz. Oysa fıkıh, geçmiş-hal ve gelecekle ilgili vahiy merkezli bir hayatın nasıl olması gerektiğini Müslümana açıklayan, leh ve aleyhindeki malumatı kendisine bildiren bir ilimdir.

Fıkıh, bilmek, anlamak, bir şeyin bütününe vakıf olmaktır. Istılahta ise, bir kimsenin leh ve aleyhindeki hükümleri bilmesi demektir. Başka bir tarife göre fıkıh; kişinin ibadetlere, cezalara ve muamelelere ait şer’î hükümleri ayrıntılı delilleriyle bilmesidir. Bu bilgi ise Müslüman için hem dünyada hem de ebedi hayatta kendisini kurtaracak zaruri ihtiyacı ifade eder. Bu bilgiden mahrumiyet, Fıkıh sız ve fakih siz kalmak ise, hem Müslümanlar için hem de Müslüman olmayanlar için salaha gidecek yolların bulanıklaşması, netliğini kaybetmesi anlamına gelir. Müslümanlar için böyledir çünkü nasıl bir hayat yaşayacaklarını ya kendileri fıkhederek yaşayacaklar ya da bir fakihe müracaat edip soracaklar. Müslüman olmayanlar için sıkıntı ise, Müslümanların şahitliğini göremediklerinden dolayı, kurtuluşa giden yolları nasıl bulacaklarını bilemeyecek olmalarındandır.

Ne yazık ki ahir zaman denen dünyanın son döneminde, Francis Fukuyama’nın ileri sürdüğü “Tarihin Sonu ve Son İnsan” tezi sanki gerçekleşmiş gibi görünmekte. Zira görünen üzerine değerlendirme yapıldığında bütün insanlık tamamen dünyevileşme denen uçurumun, bir ateş çukurunun kenarında durmakta. Bu durum Müslüman aleminde de aynı manzaraya karşılık gelecek şekilde tezahür etmekte. Bu tezahürün görünür hali ise, fıkıhtan ve fakihten uzaklaşma, hatta gelen neslin bu kavramları tanımamasının ürkütücülüğü gözle görülmektedir.

Müslümanların fıkıhtan ve fakihten uzaklaşmaları, geçmiş-hal-ati üzerine kendilerini kurtaracak bilgiyi önemsememeleri, dünyevileştiğinin izaha gerek kalmayan delilidir. Artık hiçbir Müslüman bir alime ne dünyevi ne de ahirete taalluk eden sorular sorma ihtiyacı duymuyor. Duymadıkları gibi, böyle bir ihtiyaçlarının olduğunu bile fark etmiyor. Oysa öyle bir kaos halindeyiz ki, her halimizin sıhhati için mutlak manada fıkha ve fakihe ihtiyacımızın olduğu saptırıcı yakıcı zamanlardayız. Lakin bir zamanlar her halin ve amelin sıhhati için sürekli ulema kapısını aşındıran, iletişimin bu kadar ilerlemediği geçtiğimiz dönemlerde, gerektiğinde saatlerce günlerce yol gitmekten çekinmeyen Müslümanlar, artık ne fıkha ne de fakihe itibar etmemekteler.

Daha önceleri birçoğumuz biliriz, gazete köşelerinde “Fıkhi Meseleler” diye bir bölüm olurdu. Müslümanlar bu köşelerde işi bilenlere sürekli sorular sorardı. Sorulan soruları yanıtlamaya çalışanlar aslında çok önemli bir fonksiyon icra ederek, bu dünyada nasıl yaşanacağını izaha gayret ederlerdi. Müslümanların “Fıkhi Mesele” gibi bir meseleleri vardı ve bu konuda hassasiyet gösterirlerdi. Şimdi fıkhi durum mesele olmakta çıktı, artık meselelerimiz “ne zaman emekli olurum, ne kadar maaş alırım” gibi dünyevileşti. Gazete köşelerinde popüler olan meseleler tamamen bu dünyalı oldu. Fıkhın ve Fakihin hayatından çıktığı toplumumuzda, sosyologlar, psikologlar, kişisel gelişim uzmanları, pedagoglar, aile danışmanları cirit atmaya başladı.

Hayatla ilgili hiçbir tecrübesi olmayanlar kişisel gelişim uzmanı oldu, evlenip bir yuva kuramayanlar, çoluk-çocuk sahibi olmayanlar, anaokullarında çocuk eğitmeye başladı. Kendi psikolojisi bozuk olanlar psikolog olarak insan fıtratına müdahale etmeye başladı.

Müslümanlar, farklı bir sosyal gerçekliğin tam ortasında yaşadığının ya farkında değiller, ya da bu bize ait olmayan sosyal gerçeklik işlerine geliyor. Yaşadığımız sosyal gerçekliğin bize ait olmayan dünyevi temelli oluşumu ve sosyolojinin üretilmiş değerleriyle kurulduğu gerçeği fark edilmiyor.

Fıkıh, bir toplumu/cemaati kurmanın Müslümanca yöntemidir. Fıkhın ve fakihin kurduğu toplum/cemaat vahiy temelli, resul örnekliğiyle ortaya çıkan ve yeryüzünde vasat ümmet olmanın koşuludur. Allah’ın Müslümanları vasat ümmet olarak vasıflandırması, yeryüzü insanlığına imanlarının şahitliğini yapmalarını istemesinden dolayıdır. Müslümanların ince ve derin bir anlayışla her hallerinde zaman ve mekân gözetmeden yeryüzü insanlığına şahitlik etmek gibi mecburiyetleri vardır. Fıkıh ve fakih bu mecburiyetlerinde Müslümanlara yol gösteren işaret taşlarıdır. Müslüman bir toplumu/cemaati fıkıh ve fakih kurar.

Modern toplumu/ulus yapıları ise sosyolojinin kavramları ile sosyologlar kurar. Sosyolojinin dönüştürücü temel kavramları seküler/dünyevi temellidir. Bu dünyanın inşası için gereken bütün özen gösterilir, lakin ahirete dair olanlar metafizik, hurafe olarak kayıtlara geçer ve belirleyiciliği yoktur. Sosyolojinin bu göreceli hali, onun bir bilim dalı olarak kullanılamayacağı anlamını taşımamakta, lakin Müslüman bir toplum/cemaat kurulacaksa bu kurucu düşüncenin sosyoloji ve sosyolog olamayacağı bilinmelidir.

Fıkhın kapsamı ise, fertten cemaate olan bütün ilişkileri münasebetleri düzenler. Fıkıh hem dünya hem ahiret kurtuluşu için selamet yollarını gösterir. Hem din hem devlettir-iktidardır. Kıyamete kadar sürekliliği olacak ceht ve gayreti ifade eder. Yalnızca Müslümanların sorunlarıyla ilgilenmez, tüm insanlığın iyiliğine yönelik çaba gösterir. Fıkhın hükümlerinin özelliği bütüncül oluşu, hiçbir şeyi ve hiç kimseyi dışarda bırakmayışıdır. İman temellidir, Rububiyet-Uluhiyet-Ubudiyet esaslarını referans alarak çözüm üretir. Birbirinden ayrışmış hayat alanları veya lâik temellerle dini hükümlerin ayrılığı söz konusu değildir. Gönül huzuru, toplum düzeni, fert ve toplum hayatı, herkesi mutlu ve huzurlu kılma düşüncesi, Allah’ın gizli-açık her şeyi kontrol etmekte olduğu esası bu hukuku güçlendiren iç dinamiklerdir. İslâm Fıkhı, bu anlamda bütün beşerî sistemlerin çözüm üretici olarak görünen kurum ve kuruluşlarından ayrılmaktadır.

Müslümanlar Fıkhına da fakihine de yeniden dönmeli, kendilerinden başlayarak olumsuza evrilen süreci lehlerine çevirme gayretine girmelidir. Yetişen nesilleri dünyevi menfaatleri için her türlü meşru-gayri meşru bilimlerle, ilimlerle eğitmeye gösterdikleri çabaların bir kısmını da Fakihler yetiştirmeye ayırmalı, fıkıh sız ve fakih siz kalan Müslüman toplumun kendi özüne dönmesine gayret etmelidir. Müslümanların bugün için laik/seküler temelli eğitimin işaret ettiği, dünyevi getirisi çok yüksek olan kazanç kapılarına yönelmeleri, Müslümanları içinde bulunduğu çözümsüz gibi görünen halin kalıcılığına ikna etmek üzere. Müslüman neslin ihya ve ıslah edici gibi yüksek bir ideali olmalı. Bu ideal sahiplenildiğinde Allah yardımını gönderecek, rahmetini esirgemeyecektir.

Fıkıh sız ve fakih siz kalmak, yeryüzünü yeniden imar edecek olan Müslümanların kuşatıcı ferasetini yitirmelerine neden olacak, halden atiye giden yolların takibini imkânsız kılacaktır.

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.