islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3697
EURO
35,0071
ALTIN
2.325,73
BIST
9.097,38
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
23°C
İstanbul
23°C
Az Bulutlu
Cumartesi Az Bulutlu
21°C
Pazar Az Bulutlu
22°C
Pazartesi Az Bulutlu
24°C
Salı Az Bulutlu
19°C

İslâm, Çocukları Kurban Etme Vahşetini Ortadan Kaldırmıştır

İslâm, Çocukları Kurban Etme Vahşetini Ortadan Kaldırmıştır

Peru’da Tarihinin En Büyük ‘Toplu Çocuk Mezarı’ Ortaya Çıktı

Peru’da 500 yıl önce kurban edilen 140 çocuğa ait mezarlar bulundu. Bu rakam Peru tarihinin bu güne kadar ki en büyük toplu çocuk mezarı olduğu belirtildi. Araştırmacılar, yaşları 5 ila 14 arasında değişen 140 çocuğa ait kalıntılar Peru’nun Trujillo kenti yakınlarında Pasifik okyanusuna bakan bir yamaçta kazılmış sığ mezarlarda bulundu. Araştırmayı yayımlayan National Geographic dergisi, çocukların yanı sıra hepsinin aynı törende öldürüldüğü anlaşılan 200 lamanın kalıntılarına da rastlanıldığını aktardı. Çocukların, doğa güçlerini memnun etmek isteyen ‘Chimu Medeniyeti’ tarafından topluca kurban edildikleri düşünülüyor.

İslâm, Çocukları Kurban Etme Vahşetini Ortadan Kaldırmıştır

Bâtıl inanç ve medeniyetlere mensup kabileler, geçmişte neden masum çocukları kurban ederdi? Arkeologların araştırmalarına göre aya tapan antik “Chimu Medeniyeti”nin temsilcileri İnkalılardı. Mezkûr haberde İnkalılara ait çocuk mezarlığının, ip ve kumaş kalıntılarının özelliklerinden yola çıkılarak, miladî sonrası 1400 ve 1450 tarihleri arasına ait olduğu düşünülmektedir. Tarihçiler, İnkalıların, toprağın bir yıl boyunca bereketli olması için, taptıkları ay için ilk önce gariban yetişkinleri kurban ettiklerini ancak yoğun yağışlar ve sellerin durması için, yetişkinleri kurban etmelerine rağmen bunun bir işe yaramadığını görmeleri neticesinde çocukları da kurban etmeye karar verdiklerini iddia eder. İster yetişkinler olsun, isterse çocuklar olsun, insanı kurban etme geleneğinin, tevhit inancı terk edip şirke dalan kavimlerin ürettikleri sapkın uygulamalardır. İslâm dini, aslında bu çirkin geleneği ortadan kaldırmıştır. Bu bağlamda Halife Hz. Ömer dönemine ait aşağıdaki anekdot bizlere bir ipucu vermektedir.

Nil Nehri, Hz. Ömer’in Mektubu İle Yükseldi

Amr bin As, Halife Hz. Ömer tarafından yeni fethedilmiş olan Mısır’ın valisi olarak tayin edilir. Mısır halkı, bir gün vali Amr bin As’ın huzuruna çıkar ve isteklerini şu şekilde arz eder: “Ya Amr, Nil Nehrinin geleneksel bir âdeti vardır. O âdet yerine getirilmezse nehrin suyu çoğalmaz. Nehir suyu çoğalmazsa halkımız da açlık sıkıntısı ile karşı karşıya kalır.” Amr, bu âdetin ne olduğunu merak eder. Aldığı cevap şu şekildedir:

“Biz, her sene çocuklu bir fakir aileyi altın ve parayla kandırır ve çocuğunu kurban etmek üzere Nil Nehrine atarız. Böylece Nil Nehrinin suyu çoğalmaya başlar. Halkımız da bu vesile ile ondan istifade ederek, daha kolay kazanç sağlar.”

Amr bin As, cahiliyet döneminden kalma bu insanlık dışı âdetin uygulanmasına müsaade etmedi ama meselenin kökünden halli için de Halife Hz. Ömer’e bu durumu bildiren bir mektup yazdı. Hz. Ömer, cevabî yazısında şunları söyler: “Bu çirkin âdeti kabul etmemekle çok isabetli davranmışsın. Sana gönderdiğim mektupta ilaveten bir mektup daha var. Onu ‘Bismillah’ diyerek Nil Nehrine atıver.”

Hz. Ömer’in Nil Nehrine hitaben kaleme aldığı ikinci mektubunda şunlar yazılıydı: “Ya Nil! Akacaksan, Allah’ın izniyle daha evvel nasıl akıyordu isen öyle ak! Eğer akmayacaksan kıyamete kadar bir daha akma! Vali Amr bin As, halkın katılımı ile Hz. Ömer’in Nil Nehrine yazdığı özel mektubunu nehre attı. Ertesi gün, Nil Nehrinin sularının on altı metre yükseldiği görüldü. Böylece Hz. Ömer, bâtıl inançlara bağlı hurafelerin geçerli olmadığını her şeyin Allah’ın kudret ve hükmü ile cereyan ettiğini göstermiş oldu.

Bereket, İnsanı Kurban Ederek değil Allah’a Sığınarak Elde Edilir

Allah’a sığınmak, ancak O’na iltica etmek ve tevekkül içinde O’na içtenlikle dua etmek ile mümkündür. İbadetlerin özü olan dua, Müslümanın Yaratanına dönüp, O’na sığınması ve en kalbî duygularıyla O’ndan hayırlısı ile bir şeyler istemesi ve yardım talebinde bulunmasıdır. C. Hak, bizlere çok yakın olduğunu ve kendisine her hususta dua etmemizi açıkça istemektedir:

“Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.” (Bakara: 186).

Şuurlu bir Müslüman, her türlü hayrın, nimetin ve bereketin Allah’tan geldiğine inandığı için, dua, niyaz ve dileklerinde daima O’na yönelmelidir. Mümin, her şeyi sadece Allah’tan istemeli, sunulan nimetlerin bereketli ve kalıcı olmasını talep etmelidir. Akıllı Müslüman, Allah’tan gelişi güzel bir zenginlikten ziyade bereketli bir zenginlik dilemelidir.

Bereket, ilâhî hayrın bir şeyde ortaya çıkması ve varlığını artırarak sürdürmesidir. Bereket, kemiyet olarak fazla bir şeye sahip olmaktan çok sahip olduğumuz mevcut şeyin dünya ve âhirete faydalı olmasıdır. Bereketi, sadece sayısal verilerle açıklamak mümkün değildir. Bereket, nimetlerin celal ve ikram sahibi yüce Allah’tan geldiğinin farkındalığını idrak ederek, nimetlerin hayırlı ve faydalı olarak arttığını görebilmektir. Peygamberimizin (sav), Allah’ın fazlından istemenin Allah’ı memnun edeceğine dair hadisi-i şerif bu çerçevede manidardır:

“Allah’tan fazlından isteyin. Zira Allah, kendisinden istenmesini sever. İbadetin en efdali de (dua edip) kurtuluşu beklemektir.” (Kutub’u Sitte: 1758).

Dualarınızın kabul edildiğini gördüğünüzde yine boş durmayınız ve hemen şükrediniz. Peygamberimiz (sav) böyle bir durumda nasıl bir tavır takınmamız gerektiğini bize şu şekilde öğütlemiştir:

“Biriniz Rabbinden bir şey istediğinde duasının kabul edildiğini hissederse, ‘İhsanıyla güzel nimetleri tamamlayan Allah’a hamd olsun’ desin. Duasının kabulü geciken de ‘Her hâl için Allah’a hamd olsun’ desin.” (Câmi’üs-Sâğir; C. 1; Nr. 373: 20).

Demek ki Allah, bizim hayrımızı ve akıbetimizi düşünerek dualarımıza mutlaka şu veya bu şekilde cevap vermektedir. Eğer duamız isabetli ve bizim hayrımıza ise, Allah, “Evet, duanı kabul ettim” der ve istediğimizi hemen verir. Eğer duamız, bizim hayrımıza değil ise, Allah, “Hayır” der ve istediğimizi vermez veya sabretmemizi istediği için, vereceğini erteler. Onun için bazen “Bekle” der ve bize umduğumuzdan daha fazlasını veya daha iyisini verir. O’nun az veya çok vermesi de, vermemesi de hep bizim hayrımızadır. Yaratanı ile böyle bir manevî bağ kuran bir milletin fertleri, bâtıl inançların çukuruna düşmeden Allah’ın rızasını kazanarak, topluca saadet ve huzur içinde bir ömür geçirir.

Prof. Dr. Ali SEYYAR

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.