islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5128
EURO
34,7988
ALTIN
2.427,11
BIST
9.714,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
22°C
İstanbul
22°C
Az Bulutlu
Perşembe Parçalı Bulutlu
20°C
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
18°C
Pazar Az Bulutlu
19°C

Müslümanlar, Yahudileri Aynen Taklit Ettiler…

Müslümanlar, Yahudileri Aynen Taklit Ettiler…
21 Nisan 2018 23:49
A+
A-

Kur’an’ın kendinden önceki kitapları tasdik etmesi tam da bu yalanları, tahrifleri, değiştirmeleri, insan sözü karıştırmaları ortaya çıkarmak içindi.

Kur’an inerken gelen her ayet o şeytani suratlarını gizleyen maskelerini adeta parçalarcasına sıyırıp atmaya başladı. Yalanı ortaya çıkarıp tekzip ediyor, doğruyu ortaya çıkarıp onay veriyordu. Rabbiler, Kur’an indikçe eski hallerini kaybedeceklerine dair derin bir ümitsizliğin içine düşmüşlerdi.

Maide 5/3

اَلْيَوْمَ يَئِسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ د۪ينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِۜ اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُلَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي
وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪ينًاۜ فَمَنِ اضْطُرَّ ف۪ي مَخْمَصَةٍ غَيْرَمُتَجَانِفٍ لِاِثْمٍۙ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

…Bugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim. Kim, gönülden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık halinde dara düşerse (haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.  

Rabbiler elçilerin vahiylere istediklerini ekleyip çıkarabilecekleri söylüyordu. Kur’an ise elçinin bile Yüce Allah’ın söylemediği bir şeyi Allah’a atfedemeyeceğini, bunu yaparsa çok şiddetli bir şekilde cezalandırılacağını[31]söylüyordu. Gönderilen vahyin sağlamlaştırıldığını, Allah tarafından açıklandığını,[32]kendisi kapalı olmadığı gibi her şeyin açıklamasının O’nda olduğunu,[33]O’nda birbirini tutmaz şeylerin olamayacağını,[34]hiçbir şekilde Kur’an’dan başka bir kaynağın bu dinde kabul edilmeyeceğini[35]söylüyordu.

Kur’an yeterliydi ve kimse O’nu anlamak için O’ndan başka bir kaynağa ihtiyaç duymuyordu. Kur’an’a ilk iman edenler genelde kitabî olmayanlar olduğu için kafaları bulanık değildi ve Kur’an konularıyla ilgili kimsenin zihninde önceden gelen şablonlar yoktu. En başta Allah elçisinin zihninde şablonlar yoktu. Allah elçisi bile kitabın ve imanın ne demek olduğunu Kur’an’dan öğreniyordu.

Şura 42/52

وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ رُوحاً مِنْ اَمْرِنَاۜ مَا كُنْتَ تَدْر۪ي مَا الْكِتَابُوَلَا الْا۪يمَانُ وَلٰكِنْ جَعَلْنَاهُ نُوراً نَهْد۪ي بِه۪ مَنْ نَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِنَاۜ وَاِنَّكَلَتَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۙ

İşte böylece sana da emrimizle Kur’an’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin.

Kur’an’dan önce vahye muhatap olanları, Muhammed (as)’e dolayısıyla Kur’an’a inanmamaya sevk eden başka bir etken ise Yakup’tan sonra gelen tüm elçilerin Yakup soyundan çıkması oldu. Bu durum İsrailoğulları denilen kardeşleri dinle karışık bir ırkçılığa sürükledi. Artık Allah elçiliği, onların tekeline geçmiş tüm Allah elçileri ve hatta Yehva onların milli değerlerine dönüşmüş oldu. Başkalarının hele hiçbir şekilde daha önce ilahi vahye muhatap olmamışların, elçileri sahiplenme hakkı olamazdı…

Kur’an ise daha en baştan bu elçilerin tümünü sahipleniyor ancak onların izinden gittiğini söyleyenleri yalancılıkla suçlayıp, hiçbir zaman elçilerinin izinden gitmediklerini, vahiylere önem vermediklerini söylüyordu. Böylelikle Kur’an onların elinden her şeyi almış oluyordu.

Kur’an; din adamları kurullarını, konsülleri, seçilmişleri, kalıtsal ve kutsal bir şekilde kendinde vahye müdahale etme yetkisi görenleri, rivayetler yoluyla oluşturulmuş elçilerin sünnetidenilen şeyleri tanımıyordu. Tanımamakla de kalmayıp mutlak bir şekilde mahkûm ediyordu.

Bakara 2/79

فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ يَكْتُبُونَ الْكِتَابَ بِاَيْد۪يهِمْ ثُمَّ يَقُولُونَ هٰذَا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِلِيَشْتَرُوا بِه۪ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ فَوَيْلٌ لَهُمْ مِمَّا كَتَبَتْ اَيْد۪يهِمْ وَوَيْلٌ لَهُمْ مِمَّايَكْسِبُونَ

Elleriyle Kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için «Bu Allah katındandır» diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!

Onlar, hadis ve içtihat külliyatları olan Mişna, Talmud, Gemara’larının da tıpkı Tevrat gibi “vahiy” olduğunu ama bunun yazılı metin olarak gelmediğini, Yehva ile elçiler arasındaki çok özel bir ilişkinin sonucunda oluştuğunu, hiçbir elçinin hevâ’sından konuşmayacağını, söyledikleri, yaptıklarının ve sessiz kalmalarının da “vahiy” olduğunu dolayısıyla bunların da dinde otoritesi olduğunu söylemişlerdi. Hatta bu vahiy türünün Tevrat ve İncil’den daha üstün olduğunu, eğer yazılı olarak verilen vahiyle, rivayet yolu ile gelen vahiy çelişirse belirleyici olanın rivayet yoluyla gelen olduğunu söylüyorlardı. Örneğin; Yüce Allah’ın Kur’an’da da belirttiği kısas sistemi Tevrat’ta da yer aldığı halde aslında bir hadis külliyatı olan Talmud devreye girdiğinde vahyin tanınmaz hale geldiği görülmektedir.

“İki kişi kavga ederken gebe bir kadına çarpar, kadın erken doğum yapar ama başka bir zarar görmezse, saldırgan, kadının kocasının istediği ve yargıçların onayladığı miktarda para cezasına çarptırılacaktır. Ama başka bir zarar varsa, cana karşılık can, göze karşılık göz, dişe karşılık diş, ele karşılık el, ayağa karşılık ayak, yanığa karşılık yanık, yaraya karşılık yara, bereye karşılık bere ödenecektir”. (Çıkış 21/22-25)

“Pasuğun tam çevirisi “göze karşılık göz, dişe karşılık diş, ele karşılık el, ayağa karşılık ayak şeklindedir. Aynı durum sıradaki pasuk için de geçerlidir. Fakat bu ifadeler tam değil deyimsel anlamıyla değerlendirilmelidir (Talmud-Bava Kama 84a; Mehilta; Targum Yonatan; Raşi). Sözlü Tora yoluyla bildiğimiz üzere, sorumlu taraf zarar verdiği organa karşılık, o organın parasal değerini ödemekle yükümlüdür. Bu parasal değer şöyle hesaplanır. Kurban elini kaybetmişse, bu kişinin köle pazarında sağlamken ne kadar, elsizken ne kadar edeceği bilirkişi tarafından belirlenir. Tazminat, aradaki farktır. Hamile kadın örneğinde olduğu gibi, kölelik müessesesinin yürürlükten kalkmış olması, bu hesaplamanın yapılmasına engel değildir”.

“Gerçekten de ceza olarak suçluyu kör eden veya fiziksel bir zarar veren Yahudi mahkemesi hiçbir zaman olmamıştır. Tora’nın öngördüğü fiziksel cezalar, sadece belirli suçlar karşısında uygulanan idam ve kırbaç cezalarıdır. Yine de akla elde olmadan bir soru gelmektedir; Madem Tora burada parasal karşılıktan bahsetmekte, öyleyse bunu açık bir şekilde söylemek varken yanlış anlamaya yol açabilecek ifadelere neden yer vermektedir? Rambam ve diğer bir çok otorite, Tanrısal düzeyde suçlu kişinin, yaptığı sebebiyle gerçekten de kendi organını kaybetmeyi hak ettiğini belirtirler. Ve bu nedenden dolayı, sadece tazminat ödeyerek günahını tamamen telafi ettiğini düşünmemelidir. Suçlu, aynı zamanda kurbanın bir şekilde kendisini affetmesini sağlamalıdır. Fakat yine de bir Bet-Din, ödenecek parasal tazminatı belirlemenin ötesinde hiçbir şey yapmakla yetkili değildir. Ayrıca bkz. Vayikra 24:17-22 açk. (Gözlem yayınevi. Türkçe Çeviri ve Açıklamalarıyla TORA ve Aftara. 2. Kitap Şemot s.255)

Tevrat ve İncil işte bu şekilde vahyin bile üstünde görülen rivayet ve Bet-Din denilen din adamları kurulları tarafından tahrif edilmiştir ve bu tahrif hâlâ devam etmektedir. Ehl-i kitabın din adamlarının Allah’ın vahyine müdahalesi sadece hükümlerde değildir. Aynı zamanda o kitaplarda geçen kıssalar da büyük tahrifata uğramıştır. Bu yönüyle o kitaplardaki kıssaların, Kur’an’da da anlatılan kıssaların tamamlayıcı bir yönünün olamayacağı açıktır. Kur’an ortadayken o kıssalara sadece eklenen yalanları tespit edip tekzip etmek, gizlenen doğruları ortaya çıkarmak yani tasdik etmek için başvurulur. Bunun haricinde bir başvurunun olması, hele kaynak olarak kullanılması asla mümkün değildir.

Kur’an tüm bunlardan dolayı Yahudi ve Hıristiyanları kötü bir örnek olarak deşifre ve afişe etmiştir. Allah resulü ve beraberinde olanlar tek bir kere bile Kur’an’da anlatılan hükümler veya kıssalarla ilgili ne Bet-Dine[36]ne de Yahudi ve Hıristiyanların ellerinde bulunan Tevrat ve İncil’e başvurmadılar. Parça parça anlatılan İsrail oğulları kıssaları hakkında bile başvuran olmadı. Yani onları anlatan ayetleri gidip onlara sormadılar. Çünkü Kur’an onlara yetiyordu.

Ehli kitabın, Kur’an’ın bahsettiği tüm konularla ilgili bilgi ve şablonlarının olması, Kur’an’ın onların sahip çıkıp milli kahraman haline getirdikleri tüm elçileri onlardan ayırması ve onları bu elçilere ve getirdikleri vahye ihanet eden kişiler olarak kötü örnek göstermesi, onları bu halleriyle temelleri olmayan köksüzler[37]olarak nitelemesi, binlerce yıldır inandıkları, kutsadıkları, kendilerini onunla tanımladıkları geçmişlerinin yalan olduğunu söylemesi; onları müşrikler, Budistler, Mecusiler ve daha bilimum putperestten daha kötü duruma düşürüyordu. Ehl-i kitap dışındakiler hiç olmazsa kimseye ihanet etmemiş, resul öldürmemiş, vahyi tahrif etmemişlerdi. Kur’an’ın ehli kitabı kötü olarak nitelemelerinin hepsi onlar için, içine düştükleri kör kuyular gibi olmuştur. Düştükleri bu kör kuyuyu benimsemiş orayı kendilerine ev edinmişlerdir. Uzatılan Allah’ın (Hablullah-Kur’an) ipini ısrarla tutmamış ve tutmamaktalar.

Allah onları kör kuyuya atmamıştır. O kör kuyu din adamları tarafından kazılmış ve onlar da bu kör kuyuya gönüllü atlamışlardır. Kuyudan çıkmaları için uzatılan ipi (Kur’an’ı) ise ev olarak benimsedikleri kör kuyunun düşmanı olarak görmüşlerdir.

Kabul etmesi zor gelse de Kur’an’ın indirilmesinden hemen sonra ehli kitabın kör kuyularının hemen yanı başına aynı teknikle açılmış bir kör kuyu da Kur’an’a inandığını söyleyenler tarafından kazılmıştı. O kör kuyuya da Müslümanlar gönüllü olarak atlamışlar, onlar da kendilerine uzatılan Hablullah’ı ev olarak benimsedikleri kör kuyunun düşmanı olarak görmüşlerdi.

Bu süreç de tıpkı Yahudi ve Hıristiyanlardaki gibi işledi. Önce Allah’ın kitabının çok değerli olduğu, Yüce Allah’ın her insanın anlayacağı basit konuşmalar yapmayacağı, şifre ve sırlarla dolu bu konuşmaların ancak Resul tarafından çözülebileceği, resulün Kur’an’ı tebliğ[38]eden değil tafsil[39]eden olduğu, Kur’an’ın Resul olmaksızın anlaşılamayacağı söylendi. Amaç “Alemlere Rahmet” olarak gönderilen Muhammed (a.s)’in görevinin basit bir ara kablosu rolü olamayacağı, O’nun dindeki yerinin çok daha üstün olduğunu ispatlamaktı. Onlara göre resulün görevinin sadece tebliğ etmek olduğunu söyleyen ayetler, resulü ara kablosu gibi önemsiz bir göreve layık görmek anlamına geliyordu. Onlara göre ayetleri tebliğ etmek, bunun için ölümü göze almak, her türlü zorluğa göğüs germek, ayetler kendisini yerden yere vuran cinsten de olsa eksiltmeden, çoğaltmadan[40]olduğu gibi tebliğ etmek basit(!) bir işti. Bir kralın elçisi olmayı bile çok büyük bir iş olarak görenler, farkında olmadan Alemlerin Rabbine elçi olmayı da küçümsemiş oluyorlardı.

Böylelikle Kur’an, kapalı ve açıklanmaya muhtaç bir kitap, resul de kapalı ve şifreli olanı açıp deşifre eden konumuna getirildi. Yahudiler Sina dağında Yehva ile buluşmaya giden Musa’nın, dönüşte beraberinde iki şey getirdiğini söylemişlerdi. Biri yazılı vahiy olan Tora, diğeri ise şifreli ve kapalı bir şekilde yazılmış olan Tora’yı açıklayıp, deşifre eden sözlü Tora.[41]Bu sözlü Tora ise Musa’nın ölümünden yüzlerce yıl sonra Talmud[42]denilen hadis ve içtihat külliyatında toplanmıştı.

Kur’an onların milli ilahı Yehva’yı ellerinden alıyor, hiçbir zaman böyle bir İlah’ın var olmadığını söylüyordu. Sadece bunları söyleyip dursaydı belki Kur’an’a inanmak onlar için daha kolay olabilirdi. Fakat Kur’an onları Mecusi, müşrik ya da Budistlerden daha kötü duruma sokacak şeyler söylüyordu. Onların Allah tarafından ilahi vahye muhatap kılınarak alemlere üstün kılındığını (2/40), ama ilahi vahyin üstüne batıl elbisesi giydirdiklerini (2/42), söz alınmasına rağmen (4/154) sözlerinde durmadıklarını (4/155), kendilerine gelen Allah elçilerini öldürdüklerini (2/61) ve daha birçok ihanetlerini anlatıp onları olumsuz örnek olarak alemlere ifşa ediyordu. Kendi kitaplarında anlatılan Allah elçilerinin kıssalarını bir daha anlatıyor, tarih boyunca onların elçiler hakkında çizdiği portrelerden çok daha başka portreler çiziyordu.

Onlar tarih boyunca Yüce Allah’ın gönderdiği vahiyleri koruyup kolladıklarını, müdahale etmediklerini söyleyip durmuşlardı. Kur’an ise onların bu sözlerinin de yalan olduğunu, ilahi vahyi tahrif ettiklerini (5/13), birçok şeyini gizlediklerini (5/15), Allah’ın dediği birçok şeyi Allah’ın demediği şeylerle değiştirdiklerini (7/162) ve ilahi vahiylerin içine insan sözü karıştırdıklarını (2/79) söylüyordu. Defalarca ilahi vahye muhatap olmalarına rağmen, daima ihanet içinde olduklarını söylüyordu (2/85). Bununla da kalmayıp tüm kitap boyunca kullanılan lanet ifadelerinin üçte ikisini Yahudilere atfetmişti.

Kendilerini Yehva’nın gözdesi sayanlara Kur’an’ın bu söylemi çok ağır gelmişti. Mecusiler, Budistler hatta müşrikler bile Kur’an’da onlar kadar kötü anılmıyordu. Ehli Kitap olmayanların Kur’an’dan önceki durumlarını mazur gösterebilecek mazeretleri olabilirdi. Eninde sonunda onların içinden arka arkaya elçiler çıkmamıştı. Ehl-i Kitap olmayanlar öncesinde de “öteki” idiler. Fakat Ehl-i Kitabın Kur’an’dan önceki durumları için ortaya serecek bir mazeretleri yoktu. Yakup’tan sonra gelen Yusuf, Harun, Musa, Davut, Süleyman, Üzeyr, Lokman, Yunus, Eyüp, Zekeriyya, Yahya, İsa (a.s.m) ve daha birçokları hep onların içinden çıkmıştı. Yani onların geçmişlerini temize çıkaracak hiçbir mazeretleri yoktu. Çünkü Kur’an Muhammed (a.s)’e verilen bu vahyi öncekilere hiç benzemeyen yepyeni bir din olarak ortaya koymuyordu. Tam tersi bu vahyin, diğer elçilere verilen vahiy ile aynı (4/163) olduğunu söylüyordu. Muhammed (a.s)’in yolu ile önceki elçilerin yolunun aynı yol (6/83-95) olduğunu söyleyerek, önceki elçilere uyduklarını söyleyenleri dışlıyordu.

Kur’an, Ehl-i kitabı; içlerindeki bu din adamlarını dışlamaya, onları dinlemeyip sadece Allah’ın kulluğuna (3/64) gelmeye çağırıyordu ama dinlemediler. Allah adına kendi din adamlarına kul olmaya devam ettiler.

Ehl-i Kitap Kur’an’ı temiz bir akılla değerlendiremedi. O’nda eğrilik, eksiklik, birbirini tutmaz bilgiler bulmak için hep uğraştılar. Buna rağmen Kur’an her defasında onları şaşırttı. Gözlerini açmaya, taşlaşmış kalplerini yumuşatmaya çalıştı ama onlar kafalarındaki şablonları terk edemediler. Din adamlarının oluşturduğu bir tür hadis külliyatı olan Talmud’larına, Mişna’larına daha bir sıkı sarıldılar. Din adamlarının içtihatlarına, güya vahyi açıklamalarına daha bir önem vermeye başladılar. Kur’an’ın din adamlarını olumsuz nitelemesi ters tepmiş, din adamları onlar nazarında belki de hiç olmadıkları kadar itibar sahibi olmuşlardı. Kur’an’ın onları mahkum eden diline karşı din adamlarının engin kitap bilgilerine ihtiyaç duymuşlardı. Onları ifşa eden ayetler geldikçe onlar kendi aralarındaki safları daha bir sıklaştırmış, karşı duruşlarını daha bir sağlamlaştırmışlardı. Çünkü Kur’an onların hepsinin varlığını gayri meşru ilan etmişti. Kur’an onların tutunduğu dalları tek tek kırmış, sığınacakları hiçbir gizlilik bırakmamıştı.

Yahudiler kendi ellerinde olan vahyin kendilerine yetmediğini söylediklerinde iş işten geçmiş, artık vahyin onların hayatları üzerindeki etkinliği bitmişti. Böylelikle ortaya çıkardıkları Allah’ın gönderdiğinin dışındaki yepyeni dine tutunarak Kur’an’a karşı durmuşlardı. Gelinen noktada artık Musa vahyin anlattığı Musa değil, Kitap Allah’ın gönderdiği vahiy değildi.

“Ancak biz Yahudiler’i ve Yahudilik hakkında “gerçek” bilgi almak isteyen kişileri asıl ilgilendirmesi gereken, Tora metninin salt çevirisi değil, bu metnin ve ardındaki köklü kanuni ve felsefi geleneğin eşliğinde “Yahudiler’ce anlaşılma ve uygulanma” şekli olmalıdır. Zira Tora’nın herhangi bir çevirisi, metinsel ve filolojik bakımdan ne kadar doğru görünürse görünsün, geleneksel bazı açıklamaların refakati olmadığı sürece, yanıltıcı, hatta özellikle Yahudi kanunu söz konusu olduğunda yanlış olmaktan kurtulamaz. (Gözlem yayınevi; Türkçe Çeviri ve Açıklamalarıyla TORA. 1. Kitap. Önsöz)

Sonunda vahyi onlarsız anlayamayız dedikleri gelenek ve din adamları, görüş ve içtihatlarıyla onları parçaladı. Yahudiler ilk önce kendi aralarında İsrail ve Yahuda devleti diye ikiye ayrıldılar (M.Ö 930). Daha sonra Samiriler, Ferisiler, Sadukiler, Esseniler diye yine parçalandılar (M.Ö 720). Artık bundan sonrasında yaşanan siyasi ya da dini her olay onları kendi aralarında farklılaşmaya itiyordu. Çünkü din adamları durdukları yere göre görüş belirtiyorlardı. İsa zamanında ise bu bölünme zirve yapmıştı. Allah’ın gönderdiği tek dinden, birbirini inkâr eden iki din ve bu dinlerin altında onlarca mezhep oluşturdular. İşin tuhafı hepsi de kendini vahye nispet ediyor, meşruiyetini vahiyden aldığını söylüyordu.

Kur’an’ın inişinin tamamlanmasından çok da uzun olmayan bir zaman sonra ehl-i kitab’ın da hiç beklemediği şeyler olmaya başladı. Kur’an’a inanan Müslümanların din algısında büyük değişimler yaşanmaya başladı. Müslümanlar da tıpkı kendileri gibi Allah elçisine verilen vahyi yetersiz görmeye ve Kur’an dışı kaynakları dinde otorite haline getirmeye başlamışlardı. Müslümanlar da tıpkı kendilerinin yaptığı gibi rivayet toplamaya ve bu rivayetler üzerinden din devşirme işine girişmişlerdi.

Küçük bir beldede mütevazi bir toplulukla başlayan İslam davası, çok kısa bir zaman içinde onlarca ülke barındıran sınırlara ve milyonlarca kişiden oluşan toplumlara ulaşmıştı. Bir yandan bu kontrolsüz büyümenin beraberinde getirdiği karmaşık ilişkiler Kur’an’ın indiği ortamda hiç yaşamadıkları yeni sorunları gündeme getirirken, diğer yandan yaşanılan iç çekişmeler, saltanat savaşları, kardeş kavgaları Müslümanları hazırlıksız yakalamıştı. Peşi sıra gelen büyük siyasi olaylar Müslümanları önce ikiye, alimler tarafından yapılan dini yorumlar ise kısa zamanda hesap edilemez boyutlarda böldü ve Müslümanlara da Yahudilerin yaşadıklarının tıpkısının aynısı yaşattı.

Tüm bunlar yaşanırken Kur’an daima başvurulan kaynak olma özelliğini kaybetmedi. Ne var ki bu kaynaklık ondaki çözümlere ulaşmak için değil, kendi görüşünü meşrulaştırmak içindi. Çözüm diye ortaya konulan bu görüşler geniş halk kitleleri tarafından kabul görünce, mezhepler dinleşti, kişiler kutsallaştı. Artık Kur’an okuyanlar, kafalarındaki hazır şablonlarla Kur’an’a bakmaya ve bu şablonlar üzerinden Kur’an’ı anlamak için çabalamaya başladı. Bu şablonlar zamanla o kadar etkili oldu ki Kur’an’ın en açık ayetleri bile Müslümanların gözünü açmaya yetmedi. Mesela; Allah Kur’an’da açık bir şekilde Sebt (Şabat) yapanları lanetlediğini söylemesine[43]rağmen, sırf kafalardaki şablonlardan dolayı hem de hiç olmayacak bir tarihi rivayet[44]üzerinden Şabat’ı Allah’ın emrettiğini[45]söylediler.[46]

Bugün Kur’an’a yönelenler de ne yazık ki kendilerinden önceki din adamlarından aldıkları şablonlarla Kur’an’a yönelmektedirler. Bu şablonlar üzerinden Kur’an kelimelerine manalar verilmekte, bu oluşmuş manaların hem Kur’an içindeki çelişkileri hem de kıssalara verilen manalardaki çelişkileri hiç bir şekilde sorgulanamamaktadır. Din eğitimi önce oluşturulmuş şablonların belletilmesi ile başlamakta, Kur’an’a ise en son başvurulmaktadır. Hazır şablonlar Kur’an’ı ihtilaf üreten bir kitap haline getirmiştir. Günümüzde “Kur’an ihtilaf üreten bir kitaptır” söylemi, ilahiyatçı tefsir profesörlerinin bile dillendirdiği bir cümle haline gelmiştir.

Kur’an’ın indiği ortamda yönetilmesi gereken koca bir imparatorluk, bir disiplin altında tutulması gereken farklı farklı yapılardan ve kültürlerden oluşmuş büyük halk kitleleri yoktu. Yeni durumda ise karşılaşılan sorunların çözümü için yeni bir yaklaşım gerekiyordu! Bu yeni yaklaşım tıpkı Yahudiler gibi Müslümanların da kendi Mişna’larını kendi Talmud’larını oluşturmasıyla formüle edildi…


Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.