islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5004
EURO
34,6901
ALTIN
2.496,45
BIST
9.693,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Yağmurlu
13°C
İstanbul
13°C
Yağmurlu
Cumartesi Parçalı Bulutlu
19°C
Pazar Az Bulutlu
21°C
Pazartesi Az Bulutlu
21°C
Salı Az Bulutlu
23°C

Tarihte Haricilikle Mücadelede Yapılan Yanlışlıklardan Ders Alabildik mi?

Tarihte Haricilikle Mücadelede Yapılan Yanlışlıklardan Ders Alabildik mi?

Haricilik, İslâm tarihinde ortaya çıkan, ilk ciddî terör eylemleriyle Hz. Ali’ye başkaldıran, sapkın, ötekileştirici, nassları kendi câhil kafalarına göre yorumlayan, bedevîlerden oluşan siyasî bir fırkadır. Haricilikle mücadelede en şedit tedbirlere müracaat edenlerin başında Ziyad bin Ebih(Babasının oğlu Ziyad) bulunmuştur. Muaviye’nin babası Ebu Süfyan’ın cahiliye döneminde dünyaya gelmiş nesebi gayr-i sahih bir çocuğu olan ZiyadHz. Alitarafından İran valiliğine tayin edilmişti. Hz. Ali’nin haricî bir terörist tarafından şehit edildikten sonra iki şahidin marifetiyle kendisinin Ebu Süfyan’ın oğlu olarak tescillendirerek, Ziyad bin Ebu Süfyan ismiyle ‘kardeşi’ Muaviye’nin safında yer almayı başarmıştır. Bu şekilde halifeliğini sağlamlaştırmış olan MuaviyeZiyad’a İran’a ilaveten Basra, Horasan ve Sicistan’ı da vermiştir.

Halife Muaviye, isyan edip şiddete başvuran hariciler hariç, hilafetine karşı fikir beyân eden haricilere ve diğer Müslümanlara karşı bir girişimde bulunmadığı gibi, valilerine de bu şekilde bir yöntem izlemeleri yönünde talimatlar vermiştir. Ne var ki Ziyad,bunun tam tersine sert bir siyaset icra etmiş, merkezî otoritenin müdahalesi olmadığı için de, idaresi altındaki ülkelerde sıkıyönetim uygulamıştır. Bu kapsamda bütün şehirlerde geceleri sokağa çıkma yasağı uygulamış, bu emre uymayanları ise derhal öldürmüştür.

Bir çarpıcı misal vermek gerekirse. Bir bedevi, bir gece Vali Ziyad’ın huzuruna çıkarılmış. Bedevi, sokağa çıkma yasağından yemin ederek, haberi olmadığını, şehre girdiğinde akşam olduğunu, hayvanını bir yere bağlayıp sabahı beklediğini söylemiş. Savunmasını dinleyen Vali Ziyad, bedevinin doğru söylediğine inandığını fakat halkın menfaati için kendisinin yine de öldürülmesi gerektiğini söyleyerek, onun idamına karar vermiştir. Ziyad’ın şer’i hukuka aykırı halkı korkutmak maksatlı bu sert tedbirleri, merkezî otorite tarafından durdurulmamıştır. Halife Muaviye’nin siyasî iktidarını daha da güçlendirmek uğruna, suçlu-suçsuz herkesin başını kesen Ziyad, İslâm tarihinde ilk zalim idareci olarak anılır olmuştur (1). Ne var ki bütün bu akıl almaz tedbirlere rağmen haricilik terörü yine de yüzyıllarca devam etmiştir.

Günümüzün Yöneticileri, Neo-Haricilikle Mücadelede Nelere Dikkat Etmelidir?

Günümüzde itikadî konularda bid’atlara sapan, şiddeti mazur ve kendileri gibi olmayan masum Müslümanları öldürmeyi caiz gören, haricîliğin bazı özelliklerini taşıyan Neo-Haricî gruplar da mevcuttur. İslâm’ın küresel barış mesajlarının duyulmasından rahatsızlık duyan emperyalist güçlerce de sinsice desteklenen Taliban, e-Kaide, Bako-Haram, el-Nusra ve İŞİD (DAİŞ) gibi terör örgütleri, günümüzün modern Neo-Haricîlik kolları olarak görülebilir.

Bunun yanında Türkiye şartlarına göre barışçı/legal yöntemlerle örgütlenmiş, yıllarca “iyi nesil yetiştirmek” maksadıyla hemen her hükümeti kandırabilmiş ‘Hizmet Hareketi’nin hem yurt içinde, hem de küresel çapta örgütlenerek, illegal emeller peşinde koştuğu, ancak melun 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle netlik kazanabilmiştir. Masumane görüntü verebilmiş olan bu yapı ile az çok işbirliği halinde bulunmuş olan devlet/hükümet, bu askerî darbe girişiminden hemen sonra bu yapıyı devleti ele geçirmek isteyen bir terör örgütü olarak belirlemiş ve kendisine FETÖ ismini vermiştir.

Şüphesiz böyle kritik bir durumda devlet/hükümet yetkilileri, başta darbe teşebbüsünde fiilen bulunmuş olanlarla bunlara bilerek askeri, lojistik, teknik, malî destek veren örgüt üyelerini cezalandırmaya yönelik her türlü meşru tedbir alma hakkına sahiptir. Bu doğrultudaProf. Dr. Hayrettin KaramanHocamızın da bir yazısında ifade ettiği gibi, “devlet, bir daha böyle bir belâ başımıza gelmesin diye haklı olarak ‘ihtiyat ve tedbir’ cümlesinden bir kısım tasarruflarda bulunmuştur. Ancak bu süreçte tedbir halkası daha da genişletilerek, darbe ile uzaktan yakından ilişkisi olmayan ve/fakat tıpkı devlet/hükümet gibi aldatılmış olduklarını geç fark eden binlerce iyi niyetli Müslüman, geçmiş dönemlere ait ilgi ve iltisak şüphesi ile kamu görevlerinden uzaklaştırıldı, mahkemeye verildi ve(ya) tutuklandı. O hain darbe, geniş çapta cemaate yakın olanların darbesi değildi, ama acılarını çekmek, gerçek darbe plânlayıcıların yanında ne yazık ki onlara da düşmüştür. Çünkü fatura, onlara da çıkarılmıştı.

Vicdanının sesine kulak veren Hayrettin Karamanhocamızın da tespit ettiği gibi hükümet üyeleri, “bu ihtiyat ve tedbir tasarrufunda ‘kamuyu zarardan ve tehlikeden koruma amacını, bireye ait menfaatin, hak ve hürriyetin önüne geçirdi. Bu arada ‘suçlu’ olmayan birçok kimse de bazı haklarından ve hürriyetinden mahrum oldu. İşte bu yüzden her gün içleri acıtacak mağduriyet hikâyeleri dinliyoruz.” deme ihtiyacı duymuştur.

Diğer yandan Ali Rıza Demircanhocamız da mazlum duruma düştüğünü inandığı 45 yıllık dostu Ali Bulaç’ın uzun tutukluluk hâline işaret ederek, bu gibi masum vatandaşların mağduriyetlerine sebebiyet verenlerin ebedî hayatı için cidden endişe duymakta olduğunu ifade etmiştir (2).

Aslında Hak adına sarf edilen bu sözler, adalet çizgisinden uzaklaşmamaları yönünde hükümet yetkililerine yapılmış olan samimî uyarılardır (3). Bu meyanda Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın “At İzi İt İzine Karıştı” tespiti de FETÖ ile mücadelede yapılan bu hataları teyit eder mahiyettedir.

Bu hatalar, hukuk çerçevesince tam anlamıyla hâlen giderilmemiş olduğundan dolayı iktidar partisi üyeleri arasında bile bir taraftan bürokrasi ve adalet mekanizmasında Kripto-Fetöcülerin varlığından bahsedilmekte (Şamil Tayyar), diğer taraftan da buna karşılık olarak FETÖ ile mücadelenin sulandırıldığı iddiasında bulunulmaktadır (Mustafa Elitaş). Binaenaleyh bu fitne ortamında günümüzün alt-üst yöneticilerimizin, geçmişte haricilikle mücadelede yapılan yanlışlıklardan maalesef ders almamış olduklarının görüntüsünü vermektedir. Geçmişten bahsediyorsam, geride kalmış acıları tazelemek ve ihtilafları kaşımak için değil, siyaset ve hukuk alanında yapılmış olan vahim hataları feraset gözüyle görerek, ibret almak ve bugünü aydınlatmak içindir.

Halife Muaviye, şiddete bulaşmamış haricîlere dokunmayıp onlara hayat ve fırsat hakkı vermekle aslında sosyal barışın yeniden tesisi açısından doğrusunu yapmıştır. Ancak valisi Ziyad’ın hiçbir ayırım yapmaksızın her şüpheliye en acımasız cezalar vermesi karşısında Halife Muaviye’nin susması, zulme ortak olmak anlamına geleceği için, tasvip edilecek bir tutum değildir. O halde bugün, hem evrensel temel hukuk ilkeleri, hem de İslâm şeriatı açısından adalet namına yapılması gerekenler bellidir.

15 Temmuz darbe teşebbüsünde bulunan silahlı eylemciler ve onlarla somut ilişkisi olanlar, en ağır cezayı hak ederken, ‘cemaate’ yakınlılığı ile bilinen fakat darbe plânından hiçbir surette haberi olmamış, buna destek vermemiş ve şiddete hiç başvurmamış olan sivil kesimi de cezalandırmaya gidilmemelidir. Aksi takdirde Anadolu topraklarında Müslümanlar arasında kırgınlıklar ve düşmanlıklar hep devam edecek, belki de yeni yeni neo-haricî hareketler ortaya çıkacak ve dolayısıyla Müslümanlar sosyal barışa ve kardeşliğe hep hasret kalacaktır.

Velhâsıl-ı Kelâm

Gerek kamusal, gerekse toplumsal zulmü, bir siyaset felsefesi hâline getiren genelde cehalet, taassup, hırs ve intikam duygularıdır. Adaleti esas almayan ve hakikati göremeyen alt-üst idareciler ile hâkim-savcılar, er geç kaybeder ve müstahak bulundukları bedeli zamanın akışı içinde mutlaka öder. Adaletsiz hukuk, hukuksuz adalet olmaz. Adalet anlayışını vicdanlarında merhamet yani insan haklarına hürmet sorumluluğu ile beslemeyen idareciler/hâkimler, adaleti samimî olarak temsil edemez, hukuku üstün tutamaz ve neticede suça bulaşmamış masum insanları da zulmeder.

Bugün ‘vatan haini’ veya ‘terörist’ damgası ile kamusal görevinden uzaklaştırılmış masum bir vatandaşın dağ-ı elem (gönül yarası) ile “bana isnat edilen bu suçla bundan böyle asla huzurlu yaşayamam” dedirten bir gücendirme varsa bunun zaman içinde elbette vahim sonuçları olacaktır. Çünkü insanın tasavvur edebildiği her zaman ve her mekânda ilâhi kudretin ve adaletin tecellileri vardır.

Binaenaleyh günümüzün vicdanlı ve âdil devlet idarecilerine düşen en önemli görev, neo-haricî akımlarla mücadele ederken, bir taraftan toplumsal barışı alenî bir biçimde tehdit eden ve şiddete başvuran radikal/fanatik eylemcileri hukuk çerçevesinde cezalandırmak, diğer taraftan da avamın bu gibi sapkın alanlara kaymalarına sebebiyet veren cehalet ve yoksulluk gibi sosyo-ekonomik sorunları ortadan kaldırıcı tedbirler almaktır. Ancak tarih ve adalet kavramındaki bütünlük sırrının uhrevî delaletlerini vicdanında hissedebilen Müslüman idareciler/hâkimler, kamusal tehdit veya toplumsal şiddet içermeyen ve dolayısıyla hukuken suç sayılmayacak eylemlerde/ortamlarda bulunmuş olan sivil insanlara keyfî cezalar vermekten de uzak durmalıdır. Aksi takdirde bu İslâm’a göre zulüm olur.

Zulmün her çeşidi ise, kişileri manevî yönden sapkın hâle getirir ve en sonunda zalimleşmiş ruhları dahî adalete hasret kalır. Yaptıklarının telafisi olmayan din/adalet gününde (mahşerde) zalim hükmünde dirilecek olan böyle kişiler, “Keşke taş toprak olsaydık da bu zulmü yaşatmasaydık, zulme susarak ortak olmasaydık, masum insanların kanına girmeseydik, hapislerde çürütmeseydik” feryatlarıyla ilâhî adalete sığınma ihtiyacı duyacaktır. Zalimlerin yaptıkları kötülük, nihayetinde kendilerinedir çünkü onları cezalandıracak olan yine temiz fıtratlarından uzaklaştırdıkları ruhlarıdır.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.