İnsan olarak her ne kadar inişli-çıkışlı bir hayat yaşıyorsak da, belli ve düzgün bir hayat felsefesine sahip olmaya çalışırız.
Çünkü biliyoruz ki, hayat farklı amaç ve isteklerden ibaret bir karmaşıklık ve zıtlıklar içinde gerçekleşemez. Yani, doğrular ve yanlışlar birarada bulunamaz. Eğer böyle bir zıtlıklar dünyasında yer alıyorsak, aslında kendimizi kandırıyoruz demektir.
İslam dini, bir inanç ve ahlakın yaşanmasını kendi mü’minlerinden ister. Çünkü bu iki kavram, insan şahsiyetini olgunlaştıracak ve gelecek dünyayı selamete erdirecek bir sonu hazırlamaktadır. Dolayısıyla, insanın hiçbir şeyle gerçek mutluluğu eremediği bu dünyada, ebedi saadetten daha değerli ne olabilir?
İyiyi ve doğruyu hakim kılma yolunda, birçok planlar yapar ve çok yönlü çalışmalar içine girme ihtiyacını duyar ve hatta mücadeleler veririz. Ama bütün bu mücadele ve gayretler, “dünyayı kurtarmak” mantığı içinde yapıldığında, hem insanı ve hem de kendi davasını saptırma ve sonuçsuz bırakmayla karşı karşıya getirebilir.
Günümüzde bazı insanlar, dünyada ebedi kalacakmışcasına ve herşeyi kendi iradesiyle yürütecekmişcesine hareket ederek, kendini yıpratır ve çevresine rahatsız edici mesajlar verip ihtiraslarının esiri olduğunda, asıl gayesinden ve o gayenin ruhundan uzaklaşabilir.
Siyaset, bürokrasi ve iktisadi müteşebbislik. İşte insanın en büyük imtihanı, temel olarak bu üç başlık altında toplanmaktadır. İnanç, kültür ve ahlak tarihi süreç içinde; bu üç imtihan alanı sebebiyle çok kimse, asıl mecrasından uzaklaşmış ve günlük menfaatin etki alanına girerek kendini kaybetmiştir.
Maalesef, ahlak ve inanç davasını peşinde olduğunu söyleyen insanlar; başkalarını kurtarmak ve daha gelişmiş ve kazançlı bir dünya uğruna farkında olmadan ağır ağır ahlaki ve kültürel daireden dışarı çıkmaya başlarlar. Ama, farkına varmazlar. Çünkü bu gibi kimseler, hayatın renkli ve ihtiraslı dünyasına girmiş ve onun bağımlılığına kendilerini kaptırmışlardır.
Artık hayat, bu noktadan sonra inanç ve düşüncelerin istikametinde değil; ihtiras ve itibarın doğrultusunda şekillenmeye başlar. Modern hayatın, insanı kontrol altına alan bir dünyaya teslim olmanın başdöndürücülüğünü yaşar.
Kişi, kitlelerin ve medyanın sahnesinde kendi toplumunun ve değerlerinin değil, kendi düşünce ve hedeflerinin peşinden kendini insanüstü ve bulunmaz görmelerinden mutlu olmaya ve başkalarının “kendine aşırı yüceltme” lerin heyecanına kapılır
İşte dinleri, felsefeleri ve siyasi sistemleri gaye ve ahlakından uzaklaştıran bu sanal dünya, insanın kişiliğini sun’i beklenti ve etkilerin odağına koyar; toplumun ve kendi dünyasına bağlı insanların istek ve taleplerine önem vermeyen bir politikaya tabi hale getirir.
Türkiye; siyasi, kültürel ve iktisadi alanda bir değer kaybının ızdırabını yaşamaya başlamış ve idealler, hayal kırıklığı ile sonuçlanmıştır. Tarih, kültür ve dini değerler; yukarıdaki geçici ve sahte alanlara feda edilir noktaya düşürülmüştür.
Gençlik ve samimi toplum kesimleri, artık samimiyetsizliğin, ikiyüzlülüğün kırıklığını, üzüntüsünü ve ümitsizliğini gün be gün daha fazla yaşıyor. İnsani, dini ve ahlaki değerlerin hergün tekrar edilmesi ve dile getirilmesine rağmen, bu değerler bir türlü hayatı belirleyecek ve yönlendirecek seviyeye ulaşamıyor. Acaba, bu durum; siyasetçi, işadamı ve kültür adamlarının beceriksizliğinden mi, yoksa iyi niyet eksikliğinden midir? Bunları önümüzdeki zaman diliminde göreceğiz.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi