islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5548
EURO
34,8355
ALTIN
2.431,60
BIST
9.722,09
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
22°C
İstanbul
22°C
Az Bulutlu
Perşembe Az Bulutlu
20°C
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
18°C
Pazar Az Bulutlu
19°C

Modern dünyayı hikmet ekseninde okumak

Modern dünyayı hikmet ekseninde okumak

Modernlik, hikmet yoksunu seküler bir dünya görüşü olduğunu artık biliyoruz. Dolayısıyla bu doğrultuda modernlik, okumaktan sadece kitap okumayı anladığı gibi okunanı rasyonel/seküler akıl ile okumayı öngörür. Bu anlamda okumayı sekülerleştiren modernliğin okuyucunun zihnî dünyasına bir manevî ufuk açmaktan uzaktır. Çünkü modernist kitap yazarlarının ekseriyeti de materyalist bir dünya görüşüne sahiptir. Hâl böyle olunca modern dünyada yaşayan, modern eğitime tâbi tutulan ve modernliğin içinde okumak durumunda olan Müslümanların okudukları kitaplara karşı özellikle hikmet ve usul açısından ihtiyatlı olmaları gerekmektedir.

İslâm âlimlerinin ekseriyetine göre okumak, bir sanattır. Dolayısıyla her okuyucu, aynı zamanda bir sanatkârdır. Ne var ki her sanatkâr, kendi mizacına ve bilinç mertebesine göre bu sanatı icra eder. Ancak İslâm’a göre bu sanatı ifa edilebilmenin ön şartı, okumadan önce Yaratanı hatırlamak ve O’nu anarak işe başlamak. O’nun vermek istediği hikmeti düşünmeden okumak, hakikat boyutuyla eksik kalır.

Onun için daha ilk inen âyette bile “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alak: 1) emrinin kapsamının çok geniş ve derunî olduğu anlaşılmaktadır. Bu “okuma” rastgele bir okuma olmadığı gibi sadece kitap okuma bağlamında da değildir. Burada kitap ve içinde yer alan âyetler bağlamında hem indirilen, hem de kâinata ve içindeki bütün varlıklara işaret eden yaratılan âyetleri okumak ilkesi esas alınmıştır. Müslümanca okumak, tevhit bilincinin bir yansıması olarak önce “Yaratan Rabbinin adıyla” olmalıdır. İster yazılı kitap olsun, isterse kâinat kitabı olsun Rabbimizin penceresinden okuduğumuzda sonsuz hikmetler âlemine yolculuk yapmış oluruz.

Okuma ve yazma bilmeyen fakat vahyin muhatabı olan Peygamberimiz (sav), Kur’ân’ı Rabbinin adıyla okumuş, sözleriyle de inen âyetlerin açıklamasını Rabbanî pencereden yapmış ve içinde bulunduğu kâinatın ve toplumun özelliklerini yine Rabbanî perspektifinden ele almış ve yorumlamıştır. Bu yaklaşımla “kevn” (varlık) büyük bir kitap, insan da bu kitabın fihristi hükmündedir. Binaenaleyh en büyük okuma, kendi benliğini, varlığını ve iç âlemini bilmektir. Çünkü kendi varlığın yaratılış maksadını bu okuma niyeti ile öğrenen herhangi bir kişi, nasibinde varsa Rabbini tanır ve O’na iman eder.

“Oku” emri, tevil edilmesi gereken en önemli emirlerden olduğu gibi “Herkes kendi mizaç ve karakterine göre iş yapar. Rabbiniz kimin doğru bir yol tuttuğunu çok iyi bilmektedir.” (İsra: 84) âyeti de okuma sanatının kişinin zihnî kapasitesi, meşrebi ve niyeti ile ilgili olduğunu açıkça göstermektedir. Okuma ile ilgili ilahî emri ve bu doğrultuda verilen manevî yöntemleri dikkat etmeyenler, hikmetten de uhrevî mükâfatlardan da mahrum kalır.

Allah (c.c.), Kur’ân-ı Kerim’de okumanın doğru yolunu gösterdiği gibi yazmanın da önemine işaret etmektedir. Kalem suresinin ilk iki âyeti, bu bağlamda çok enteresandır:

“Nûn. Kaleme ve (kalem tutanların/yazarların) yazdıklarına andolsun ki (Resûlüm), sen -Rabbinin nimeti sayesinde- mecnun (deli/akıl hastası) değilsin.” (Kalem: 1-2).

Bu bağlamda yazmak, feyz ve ilham gerektiren hem bir sanat, hem de hakikatleri delilleriyle birlikte objektif bir şekilde ortaya koyabilmek için bir gerekliliktir. Bu gerekliliği ancak âlimler yerine getirebilir. Çünkü yazmak için, ilk inen âyetin kronolojik sıralamasını da dikkate alacak olursak, önce maneviyat temelinde okumak ve daha sonra bu çizide ilim sahibi olmak gerekir. Bir başka deyişle yazmak, okumanın bir sonucudur. Modern dünyada eli kalem tutan Müslüman âlimlerin en önemli görevi de Hak adına hakikati yazmak ve modernist bilim insanlarının İslâm’a, Peygamberlere, kitaplara, meleklere ve(ya) zekât sistemine karşı yaptıkları iftiralara karşı kalemle/ilimle cevap vermektir.

Doğruları anlayacak bir şekilde okumak, genel bir emir olduğunda göre her Müslüman için farzdır, lakin yazmak farz-ı kifâye olsa gerek, çünkü yazabilmek için kalem sahibi yani âlim olmak gerekir. Tasavvuf dünyası, bir adım daha ileri giderek, bazı hassas ve girift konuların yazılmasını bile izne bağlı tutmuştur.

Bazı âlimlerin “bu kitap bana yazdırıldı” ya da “yazmam emredildi” gibi sarf ettikleri cümleler, yazdıklarının haşa “Allah’tan gelen bir emirle/vahiyle meydana geldi” şeklinde anlaşılmamalıdır. Burada kastedilen mana, yazma ihtiyacının duyulmasının sebebinin/kaynağının bir sadık rüya, ilham veya bir tasavvuf büyüğünün önerisinin olduğu yöndedir. Âlim, yazarken kullandığı kavramlar/açıklamalar kendi döneminde geçerli olan araçlardır. Hikmet, bu yazılı açıklamalarda yer alan manadadır. Buna binaen bu önemli eserleri okumak, hikmete açılan bir kapı ve sanatın derinliklerine bir seyahattir.

Hikmet merkezli yazan Müslüman âlimlerin kitaplarında sembolik ifadelerin fazlasıyla yer aldığını görmek mümkündür. Dolayısıyla hikmet ile sembolizm arasında çok yakın bir manevî bağ vardır. Tam da bu sebepten dolayı modernlik, sembolizme mesafelidir. Halbuki sembolizm, gizemli/çok boyutlu bir dil olduğu kadar hikmet de bu dille daha kolay ifade/idrak edilebilir. Bu bağlamda okumak, sembolik dili bilme sanatıdır. Nitekim Kur’ân’da geçen birçok âyette sembolik dil/kavram kullanılmaktadır. Bir örnek vermek gerekirse:

“Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örten giysi ve giyinip süsleneceğiniz elbise indirdik. “Takva elbisesi” ise en hayırlı olandır. İşte bunlar Allah’ın âyetlerindendir. Umulur ki öğüt alırlar.” (A’raf, 26)

Âyette geçen avret yerlerini örten elbiseler, somut ve anlaşılabilir bir dildir. Halbuki süslü elbiselere alternatif olabilecek ve hatta bundan daha anlamı/hayırlı olan “takva elbisesi” kavramından kasıt bir elbise türü olmadığı açıktır. Bir sembol olan “takva elbisesi”, bir müminde mutlaka olması gereken “Allah’a karşı gelmekten sakınma” ve “kulluk ve sorumluluk şuuruyla hareket etme” gibi manevî/ahlâkî/sosyal meziyetlerdir.

Allah (c.c.), okuyan insanlardan semboller üzerinden metafizik, soyut, manevî kısaca hikmet çizgisinde tefekkür etmelerini istemektedir. Çünkü hakikate erişmek, ancak hikmet temelli okumak ve tefekkür ile mümkündür. Modern dünyaya rağmen kalben akletmek suretiyle hikmet ekseninde okuyanlar, hakikatin zirvesine ulaşır ve vuslatın manevî ikliminde dünyevî ve uhrevî saadeti yaşar.

Prof. Dr. Ali Seyyar

Yazarın diğer yazılarını aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

https://www.mirathaber.com/author/profdraliseyyar/

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.