Bir Ârife Soralım: Dünyevî Kaygılardan Nasıl Kurtulabiliriz?

Soru: Hocam! Bazen canım sıkılıyor. Kaygılarım zaman zaman artıyor. Dünyevî endişelerden kurtulmak istiyorum ama bu bana her zaman kolay gelmiyor. Neden böyle hâller ben yaşıyorum? Bundan kurtuluş ümidi var mıdır?

Ârif: Elbette vardır. Maksûdu Hak; matlûbu rıza-yı Hakk olanlar, her tülü dünyevî kaygılardan azat olur. Niyetin Allah’ın dostluğuna kazanmak ve bu yönde gayret göstermek ise mutlaka huzura erişirsin. Allah, Sûre-i Yunus’ta ne güzel buyurmuş: “İyi bilin ki, Allah’ın dostları için korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaktır!” (Yunus: 62).

Soru: Bu âyeti nasıl anlamamız lazım?

Ârif: Bu âyet, Allah Teâlâ’ya yaklaşmanın manevî hallerini beyân ediyor. Kim, Rabbi için yaşarsa, bütün dünyevî endişe ve kaygılardan uzak olacaktır. Onun olsa olsa sadece bir korkusu olur. O da Cenâb-ı Hakk’tan ayrı düşme ve sevgisinden uzaklaşma korkusudur ki bu da aslında muhabbetin başka bir ifadesidir. Bu muhabbet, küllî iradenin cazibesinin bir sonucudur. Hak Teâlâ’ya muhabbet beslemek, insanı bilemedikleri korkulardan korur. Böyle bir kişi mahzun da olmaz yani sebepsiz yere dünyevî işlerden sıkıntı duymaz.

Soru: Demek ki Allah’a yakın olanların korkmaları için bir sebep yoktur. Bu durum, ahiret için de geçerli midir yoksa bu âyette sadece dünyevî korkular mı kastedilmektedir?

Ârif: Allah’ın dinine ve düzenine sahip çıkan ve Allah tarafından sevilen veli kullara dünyada da ahirette de korku yoktur. Onlar dünyada stres ve bunalımdan uzak kalacakları gibi öbür dünyada da mahzun ve mahrum olmayacaktır. Çünkü tevhidî iman şuuru, dünya ve ahiret saadetini sağlayan temel unsurlardır. Ümit edilir ki Allah dostları, yapamadıkları şeylerden dolayı mahşerde mahcup ve mahzun olmayacaktır.

Soru: Anladığım kadarıyla dünyevî ve uhrevî huzur ve saadetin kaynağı, Allah’a dost olmaktır? Peki, nasıl Allah dostu olabiliriz?

Ârif: Allah dostu olmak, mertebe mertebedir. Hakikî dostlukların mahiyeti daha derunîdir. Allah’ın veli kulları da O’na muhabbet besler normal düzeydeki Müslümanlar da. Ancak evliyâullah, Allah’ın manevî huzurunda olduğunu müşahede edebildikleri için, C. Hakka karşı besledikleri sevgi ve ihtiram, insanlarınkinden çok farklıdır.

Soru: Bunu bir örnekle daha somut bir şekilde açıklayabilir misiniz?

Ârif: Normal Müslümanlar genelde çocuğumun geleceği ne olacak, sınavları kazanabilecek mi, kocam iş bulabilecek mi, malım mülküm elden gidecek mi gibi kaygı ve endişelerle hayatını sürdürür ve bazı şeyleri elde etmek veya elde ettiklerini kaybetmemek için, Cenâb-ı Hakk’a müracaat eder ve dua eder. Hâlbuki Allah’a tam teslimiyet şuuru ile bağlı olan takva ehli müminler, her şeyi O’na yakınlığa vesile eder, O’ndan gayrı muhabbete meyletmez, her şeyin Allah’tan geldiğini bilir, kaderine razı olur ve kederden emin olur. Kısacası ancak selim bir kalp ile nurlanmış iman, insanları kurtuluşa sevk eder ve huzurlu kılar.

Soru: O halde makam, şöhret ve zenginlik gibi dünyevî nimetler, gerçek anlamda kişiye bir iç huzur veremez. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Ârif: İnsan bu dünya hayatında neyi elde ederse etsin Allah’a manen yakın olmadığı sürece hiçbir müşkülünü halledemez, hallettiğini düşünse dahî mutlu ve huzurlu olamaz. Çünkü Allah’tan uzak olmak demek, hayatı idrak edememek, hikmetten mahrum olmak demektir.

Soru: Bu durum, ilim için de geçerli midir?

Ârif: İlim için de geçerlidir.Hakikati öğrenmek, kendini ve Rabbini tanımak isteyen bir insan, hikmetsiz yaşayamaz. Bir insanın bilimsel çalışmalarının kaynağı ve hikmeti ilahî zemine nispet etmiyorsa o bilim de o kişiye fayda vermez, o bilim de ona huzur sağlamaz. Hatta o kadar ki ilâhî hikmetlerden uzak kalarak elde edinilen bilim, o kişinin huzursuzluğunu daha da artırabilir. Nitekim birçok materyalist filozofun, buhranlar içinde kıvranması ve intihar etmesi bu manevî çıkmazın bir sonucudur. Onun için faydası olmayan bilimden yine Allah’a sığınmak gerekir. En akıllı yol, Allah’ın hoşuna gidecek bilim dallarında meşgul olmaktır. Ama bu da yeterli değildir. Önemli olan Allah tarafından tasdik olunan o ilmi, yine O’nun rızasını kazanmak ümidiyle tatbik etmektir. Ancak o zaman kişi, Allah’a daha yakın olur ve huzur bulur.

Soru: Anladım. Demek ki Allah’tan uzaklaşan herkes, dünyevî korkuların esiri olur. Peki, bu korkunun kişi üzerindeki etkileri nelerdir?

Ârif: Allah’tan uzaklaşan insanlar, imanın zayıflaması ile gaflete dalar. Kendilerini nifak içinde bulurlar. Nifak kelimesi, bu bağlamda kişinin Allah ile arasını iyice açması olarak anlaşılmalıdır. Gâfil insanlar, nifaktan kurtulamadıkları için, devamlı nefsanî korkularla ömrünü harcar. Bu korkulanları bertaraf etmek için de hırsa kapılır, daha çok mal mülk edinme çabasına girer veya yanlış sosyal çevrelerde sahte dostluklar kurarlar.

Soru: Peki, böyle davranmalarının sebebi nedir?

Ârif: Bu insanlar, gerçek anlamıyla iman etmiş sayılmaz. Kritik durumlarda imanlarının ne kadar sahte olduğu ortaya çıkar. Bunun başlıca sebebi, dünyayı sevmeleri, dünya için çalışmaları ve dünyevî menfaatlerinin peşinde koşmalarıdır. Biz buna dünyevileşme veya tul-i emel diyebiliriz.

Soru: Tul-i emel tam olarak nedir?

Ârif: Tul-i emel, gâfil insanın dünya hayatında ebedî yaşayacak gibi kendi aklınca plân ve program içinde olup, çok uzun emeller beslemesidir.

Soru: O halde tul-i emel duygusunun kökü dünya sevgisine mi dayanıyor?

Ârif: Evet evladım. Zaten tul-i emel, bitmez tükenmez hırs, açgözlülük, tamah, mal edinme hastalığı, çılgın arzular anlamlarına da geliyor. Bu duyguyu besleyen manevî sapmaların başında iman zayıflığı ve imanın taklit edilmesi gelir. Bunlara bağlı olarak gayri ihtiyari olarak kişinin nefsinde şehvetli bir biçimde dünya sevgisi gelir. Bu vesile Peygamberimizin (sav) güzel bir sözünü hatırlatalım: “Dünya sevgisi, her çeşit hatalı davranışların başıdır. Bir şeye olan sevgin seni kör ve sağır yapar.” (Ebu Davud, Edeb: 125.

Soru: Bizleri endişelere ve korkulara sürükleyen dünya sevgisinden kurtulmamız için, son olarak ne yapmamızı tavsiye edersiniz?

Ârif: Aşırı dünya sevgisini doğru istikamete çevirmenin yolu, tahkikî imanı elde edip dünyanın fani yüzünü görmektir. Hakikî iman, şarttır. Çünkü hakkıyla tevhidi imana erişememe durumu, şirkin alametlerindendir. Teslimiyet şuuru ile tam anlamıyla iman etmiş bir Müslüman, nefsanî ve dünyevî zevklerinden uzaklaşmış ve o nispette Allah’a yaklaşmış olur. Ölümü ve mahşeri hatırlarsak dünya sevgisini ahirete tevcih etmiş oluruz vesselâm.

Prof. Dr. Ali SEYYAR

Recent Posts

  • Gündem

Balığı Uçmaya Kuşu Yüzmeye Zorlamayacak Bir Eğitim Sistemi…

Balığı Uçmaya Kuşu Yüzmeye Zorlamayacak Bir Eğitim Sistemi lazım. İlkönce haberimizi okuyalım: CHP'li Milletvekilleri, MEB…

9 saat ago
  • Gündem

ERDOĞAN – ÖZGÜR GÖRÜŞTÜ MÜ GÖRÜŞTÜRÜLDÜ MÜ?

Türkiye Cumhuriyeti, anayasası ile kendisini tanımlamıştır ve ülkemizde bütün yapılanmalar anayasaya göredir. Bu yapıyı bir…

9 saat ago
  • Gündem

ABD Polisi UCLA Kampüsünde Filistin Dayanışma Kampını Dağıttı

ABD Polisi UCLA Kampüsünde Filistin Dayanışma Kampını Dağıttı ABD'nin Los Angeles kentinde bulunan California Üniversitesi'nde…

10 saat ago
  • Gündem

“KURBAN KARDEŞLİKTİR”

“KURBAN KARDEŞLİKTİR” ARDEV olarak kurbanlarınızı bu yıl Tanzanya’da ki kardeşlerimize ulaştırıyoruz. Ayrıca kurbanınızın kesim vidosunu…

11 saat ago
  • Gündem

İrlanda’da da Eurovision Şarkı Yarışması’na Katılan İsrail’e Protesto

İrlanda'da Eurovision Şarkı Yarışması'na Katılan İsrail'e Protesto İrlanda'nın başkenti Dublin'de, İsrail'in Eurovision Şarkı Yarışması'na katılması…

12 saat ago
  • Gündem

Türkiye, İsrail ile Tüm Ticaret İlişkilerini Durdurdu!

Türkiye'nin İsrail ile ticareti durdurma kararı, son dönemdeki diplomatik gelişmelerin en çarpıcı ve önemli adımlarından…

13 saat ago