Makale

BİRLİKTE YAŞAMANIN NEBEVİ ÖRNEĞİ: MEDİNE SÖZLEŞMESİ

Sosyal bir varlık olan insan, fıtratı gereği bir arada yaşamaya ihtiyaç duyar. Bütün inançlar, sistemler, ideolojiler ve kurumlar insanları bir arada huzur içerisinde yaşatmayı hedef edinmiştir. Bu durum ister istemez farklı kişi ve grupların birbirini tanımasını ve güven ortamında iletişim kurmasını gerekli kılmaktadır.

Birlikte yaşama, farklı kimlik ve aidiyetlere sahip insanların vatandaşlık paydasında kenetlenmesi ve sağlıklı bir toplum içerisinde sosyal hayatın devam etmesi demektir. Bu anlayışın insanlar arasında kültürel bir bilince dönüşmesi oldukça önemlidir. Çünkü birlikte yaşama kültürünün ve vatandaşlık bilincinin gelişemediği toplumlarda kutuplaşma, ötekileştirme, ayrımcılık ve şiddet olağan hale gelmektedir.

Günümüz şartlarında aynı ülkede yaşayan kişi ya da gruplar arasında bazı farklılıkların bulunması doğal bir durumdur. Ancak ırk, din, dil, mezhep, meşrep ve siyasi görüş farklılığından beslenen sosyal grupları kaynaştıramayan toplumlar, bazı iç ve dış unsurların etkisiyle kolayca dağılmaktadır. İnsanlık tarihinde bunun pek çok örneğini görmek mümkündür. Bir zamanlar din ve mezhep savaşlarının yoğun olarak yaşandığı Avrupa, Faşizmin yönetim şekline dönüştüğü İtalya, Nazizm’in egemen olduğu Almanya, inançların yok sayıldığı Sovyetler Birliği ve Yugoslavya, krallıkla yönetilen Irak ve Suriye, toplumdaki farklılıklara saygı duymayan bir anlayışla yönetilen ülkelerden bazılarıdır. Bu ülkelerin bölünüp parçalanmasında şüphesiz etnik, ekonomik, sosyal ve siyasal nitelikli pek çok sorunun yanında, birlikte yaşama iradesini gösterememenin de etkili olduğu söylenebilir.

Birlikte yaşama konusu ülkemizin de gündemindedir. Geçmiş ve yakın tarihte olduğu gibi günümüzde de konuyla ilgili bazı sorunların yaşandığı bir gerçektir. Sosyal hayatın ahengini derinden etkileyen ırkçılık, mezhepçilik, meşrepçilik, tarikatçılık, cemaatçilik ve particilik eksenli kutuplaşmalar bu sorunlara örnek gösterilebilir. Söz konusu sorunlar etrafında yaşanan kutuplaşmanın ayrımcılığa, ötekileştirmeye ve hatta şiddete sebebiyet vermemesi için uzun ömürlü projelere ihtiyaç vardır. Öncelikle eğitim ve hukukun etkinliğine dayalı bu projeler sayesinde toplumdaki farklı grupların güç birliği yaparak vatandaşlık paydasında birleşmesi ve ahenkli bir sosyal yapı oluşturması oldukça önemlidir.

İslâm dini, aynı toplumun üyesi olan insanların barış ve huzur içerisinde yaşamasını kolaylaştırıcı bir sosyal sistemi öngörmektedir. Kur’an-ı Kerim’de sevgi, saygı, hoşgörü, adalet, istişare, yardımlaşma ve dayanışma gibi ilkelere önem verilmesi bu sisteme duyulan ihtiyacın bir göstergesidir. Kur’an’da öngörülen bu sistemin bir örneğini Peygamber (s.a.v.) Medine’de uygulama fırsatı bulmuştur.

Bilindiği gibi, Peygamber (s.a.v.), Mekke’de Müşriklerin psikolojik baskı ve işkencesinden bunalan Müslümanlar için yurt edinmek ve İslâm’ın kurumsallaşmasını başlatmak üzere Miladi 622 yılında Medine’ye hicret etti. Hicretin gerçekleştiği dönemde Yesrib adıyla bilinen Medine, Hicaz bölgesinin önemli yerleşim merkezlerinden biriydi. Bu şehirde şirk üzere bir hayat sürdüren Evs ve Hazrec adındaki Arap kabileleri, Kaynuka, Kureyza ve Nadr gibi adlarla anılan Yahudiler ve bir de Ateşperestler bulunuyordu. Bu gruplardan her biri şehrin ayrı bir bölgesinde bağımsız olarak yaşıyordu. Ortak bir yöneticinin bulunmadığı bu şehirde kabile reisleri bazen bir araya gelip herkesi ilgilendiren sorunlara çözüm üretse de, sistemli bir devlet otoritesinin bulunmaması[1] önemli bir eksiklikti. Bu eksikliği gidermek isteyen Peygamber (s.a.v.), Yesrib’in siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik bakımdan kurumsallaşıp gerçek anlamda bir şehir özelliğine kavuşması için birlikte yaşama projesini başlattı.

Hicretten hemen sonra gerçekleştirilen nüfus sayımında Medine’de (Yesrib’de) yaşayan Müslümanların sayısı 1.500 civarındaydı. Bu rakam şehir nüfusunun yaklaşık %10’unu oluşturuyordu.[2] Zaman içerisinde şehirde Müslüman nüfusun artması ve İslâm’ın diğer şehir ve ülkelere yayılması ideali, burada izlenecek politikaların başarısıyla doğrudan ilgiliydi.

Peygamber (s.a.v.), öncelikle Mekke’den gelen Muhacir grup ile Medine’nin yerli halkından oluşan Ensar arasında kardeşleşme uygulamasını gerçekleştirdi. Bu uygulama ile Müslümanlar arasında sevgi, saygı, yardımlaşma ve dayanışma ilkelerini gözeten bir iletişim bağı kuruldu. Medine’deki Müslümanların oluşturduğu çekirdek yapı sayesinde birlikte yaşama projesinin temeli atılmış oldu.

Medine’nin bir şehir statüsüne kavuşması ve toplumsal hayatın kurumsallaşması için ilmiye, adliye, askeriye ve maliye gibi alanlarda teşkilatlanmak gerekiyordu. Müslümanların kendi arasında ve diğer inançlara mensup şehir halkıyla vatandaşlık merkezli daha kapsamlı bir iletişim bağının kurulması, şehrin güvenliği ve toplumun geleceği açısından büyük önem taşıyordu.

Hz. Peygamber Medine toplumunu oluşturan Yahudi, Hıristiyan, Müşrik ve Mecusi grupların temsilcileriyle bir toplantı yaptı. Enes b. Malik’in evinde gerçekleşen bu toplantıda siyasi, idari, adli ve askeri alanlarla ilgili bazı düzenlemeler yapılarak Medine’nin bir “şehir devleti” statüsüne kavuşması kararlaştırıldı. Bu yeni sistemde grupların birbiriyle ve yabancılarla ilişkisi, idari ve adli yapısı, şehrin güvenliği, insanların din ve vicdan özgürlüğü gibi hususlar belli kurallara bağlandı. İstişareyle belirlenen bu kurallar yazılı bir metin (vesika) haline getirildi. Sosyal mukavele (sözleşme) olarak da kabul edilen bu metin/vesika, ihtiva ettiği hükümler açısından adeta bir anayasa niteliğindeydi. İşte o dönemde hazırlanan ve birlikte yaşama kültürünün temelini oluşturan bu metin günümüzde “Medine Anayasası”, “Medine Vesikası” ve “Medine Sözleşmesi” gibi adlarla anılmaktadır.[3]

Muhammed Hamidullah tarafından insanlık tarihinin ilk yazılı anayasası olduğu ifade edilen ve 47 maddelik bir metinden oluşan Medine Sözleşmesi’nin birlikte yaşama ile ilgili maddelerinde şu hükümler bulunmaktadır:

1.) Müslümanlar ve onlarla birlikte yurt savunmasına katılanlar tek bir toplum kabul edilecek, aralarındaki her türlü kavim, kabile ve sınıf ayrımcılığı kaldırılacaktır.

2.) Medine ve civarı, sözleşme hükümlerine bağlı kalanlar için harem yani güvenli bölge sayılacak, inancı ve milliyeti ne olursa olsun herkesin canı, malı, namusu, inanç ve düşünce özgürlüğü korunacaktır.

3.) Dışarıdan gelen saldırılar karşısında şehir birlikte savunulacak, savaş masrafları ortaklaşa karşılanacaktır. Azgınlık ve haksızlık yapan, fitne ve fesat çıkaran kimselere karşı güç birliği yapılacak ve böylece Müslüman, Yahudi ve diğer toplulukların barış ve huzur içerisinde yaşaması sağlanacaktır.

4.) Müslümanlar, Yahudiler ve diğer inanç mensupları dinlerinde serbest olacak, devletin himayesine girenler her türlü hakaret ve hıyanetten emin olarak inanç ve ibadetlerinde serbest kalacak ve insanlar arası yargılamada her kesimin kendi hukuk kuralları geçerli olacaktır.

5.) Her grup kendi bölgesinden sorumlu olacaktır. Himaye altındaki kimse, himaye eden gibidir; ne zulmedilir ne de zulme maruz bırakılır. Zalimlik edene karşı mazlumun yanında yer alınacaktır.

6.) Medine’deki Yahudi ve Müslümanların anlaşmalı bulunduğu diğer gruplar da bu anlaşmanın özgürlük ve güvenlik şartlarından yararlanacak ve aynı haklara sahip olacaktır.

7.) Medine’de yaşayan gruplardan hiçbiri Mekkeli Müşriklere yardım etmeyecektir.

8.) İnsanlar ya da gruplar arasında herhangi bir anlaşmazlık söz konusu olursa, Muhammed’in hakemliğine başvurulacaktır.[4]

Konumuzla ilgili maddelerinden de anlaşılacağı gibi, Medine Sözleşmesi ile şehirde yaşayan insanlar arasında ayrımcılığın eleştirilip herkesin eşit haklara sahip vatandaş sayılması, toplumda can, mal ve inanç güvenliğinin sağlanması, şehrin dışından gelen saldırılara birlikte karşı konulması, haksızlık ve bozgunculuk yapan kimselere fırsat verilmemesi ve anlaşmazlıkların istişareyle çözülmesi hükme bağlanmıştır. Bu durum, söz konusu sözleşmenin insanı merkeze alan, toplumun barış ve huzurunu önceleyen vatandaşlık merkezli bir mutabakat metin olduğunu göstermektedir. Nitekim bu birlikte yaşama projesi, zaman içerisinde İslâm toplumlarında normatif bir değere dönüşmüş ve bu değer sayesinde insanlar yüzyıllarca bir arada barış ve huzur içerisinde yaşayabilmiştir.

Medine Sözleşmesi’nin imzalandığı dönemde henüz modern bir devlet yapısından söz edilmese de, sözleşme maddeleri içerisinde günümüze ışık tutacak bazı hükümlerin yer alması oldukça anlamlıdır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi başta olmak üzere, uluslararası ve ulusal nitelikteki birçok sözleşmenin Medine Sözleşmesi ile önemli ölçüde örtüştüğü görülmektedir. Öyleyse bu sözleşmenin günümüzde din, dil, ırk, siyasi düşünce ve daha başka özellikleri nedeniyle uyumsuzluk ve huzursuzluk yaşayan pek çok toplum için örnek hükümler içerdiği söylenebilir.

Medine Sözleşmesi sürecinde tarafların sergilediği uzlaşmacı tutum, günümüzde siyaset, hukuk ve bürokrasi alanında görev yapan sorumlu kişiler için yol gösterici olmalıdır. Hazırlanan anayasa, yasa, kanun ve yönetmeliklerin toplumdaki hiçbir ferdi dışarıda bırakmayacak derecede kapsayıcı olmasına özen gösterilmelidir. Özellikle ırkçılık, mezhepçilik, tarikatçılık, cemaatçilik ve particilik odaklı nefret söyleminden uzak durup gruplar arası iletişimde anlayış, saygı, hoşgörü, istişare, yardımlaşma, dayanışma ve empati gibi değerlerin gelişimine önem verilmelidir.

Prof. Dr. Hüseyin YILMAZ

MİRATHABER.COM -YOUTUBE- 

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

 

[1] bk. Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ (Ankara, 2003), 1/186.

[2] bk. Muhammed Tayyip Okiç, “İslâmiyette İlk Nüfus Sayımı”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 7 (Ankara, 1958-59), 11-22.

[3] Konuyla ilgili geniş bilgi için bk. Muhammed b. Sa’d, Tabakatu’l-Kübrâ (Beyrut, 1985), 3/216-244;  Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1/189-190; İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı (Ankara: DİB Yayınları, 2004), 142-143.

[4] Medine Sözleşmesi’nin maddeleri için bk. Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1/189-211; Hikmet Zeyveli, Medine Sahifesi (İstanbul: KURAMER Yayınları, 2019), 281-325.

Recent Posts

  • Gündem

İRAN, AMERİKA VE İSRAİL ARASINDA GİZLİ GÖRÜŞME NE OLA Kİ?

Kur’ân’da Rabbimiz “…Sonra da hepiniz dönüp benim huzuruma geleceksiniz. İşte o zaman, dünyada iken anlaşmazlığa düştüğünüz her…

6 dakika ago
  • Makale

Gazze Direnişi,  Dünyaya Hangi Dersler Verdi

Gazze’de Filistinli Müslümanlar, tarihin rastladığı en zor, en acımasız, en ırkçı katliam ile karşı karşıya…

6 dakika ago
  • Makale

PROFESYONEL ELEŞTİRMENİN SONU (RUSYA’DAN SEVGİLERLE)

PROFESYONEL ELEŞTİRMENİN SONU (RUSYA’DAN SEVGİLERLE) Rusya’da, gerçek anlamda ülke muhalefetine yeni anlamlar yükleyen batı güdümlü…

13 saat ago
  • Gündem

SULTAN VAHDETTİN HAİN DEĞİLDİR! (I)

Gelin bugün tarihin tozlu rafları arasında küçük bir gezinti yapalım… İdeoloji simsarlığı yapmadan… İşin gerçeği,…

22 saat ago
  • Makale

İSLAM GENÇLİĞİ TEBLİĞ VE MUSAB BİN UMEYR ÖRNEĞİ

Hucurat Suresinin on beşinci âyetinde işaret buyurulduğu üzere Müslüman için hayat, iman ve cihad’dır. Cihadın…

22 saat ago
  • Gündem

BAŞÖRTÜSÜNDEN VAZ GEÇME DENEYİMİ

Ayşe Böhürler  Yenişafak’ta yayınladığı” Başörtüsünden Vaz Geçme Deneyimi “ başlıklı yazısının son bölümünde  şöyle diyor:…

23 saat ago