islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
15°C
İstanbul
15°C
Az Bulutlu
Pazartesi Az Bulutlu
17°C
Salı Az Bulutlu
17°C
Çarşamba Az Bulutlu
19°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
19°C

Bilgi Donanımım ve Hutbelerimi Hazırlama Usûlum

Bilgi Donanımım ve Hutbelerimi Hazırlama Usûlum
5 Temmuz 2023 13:00
A+
A-

22  kişinin katıldığı ve ciddi olarak nitelenebilecek bir imtihan sonucu ülkemizin en büyük camilerinden biri olan Süleymaniye Camiine hatip olmuştum. Vazifem her hafta Cuma ve bayram hutbelerini okumaktı. Hatipliğin gereğini yapabilmek için, günceli takip ederek konular seçmeli ve işlemeliydim. Hutbeler doğaçlama olduğu izlenimini verecek şekilde yürekten fışkıracak bir sevda ile de sunulmalıydı.

Yirmi Dört Yaşını Henüz Doldurmuştum

Yirmi dört yaşını henüz doldurmuş, genç bir İmam-Hatip Okulu mezunu olmak mazeretine sığınılamazdı. Görevin hakkı verilmeliydi. Üstelik o dönemde İstanbul’da bulunan iki büyük üniversiteden biri olan İstanbul Üniversitesi camiimizin yanı başındaydı. İlim Yayma Cemiyeti/İlim Yayma Vakfının üniversite yurtları gölgemizdeydi. Sultanhamam ve Kapalı Çarşı gibi ticaret merkezleri komşumuzdu. Şimdilerde olduğu gibi öyle pazarlama ağları yoktu. Gazete ve dergi reklamları günümüze nisbetle son derece azdı. Reklamlarından geçtik televizyon henüz hayatımıza girmemişti. Bu sebeple Anadolu esnafı alış veriş için İstanbul’a gelirdi, gelince de görmek amacıyla bir tarihî camide Cuma kılmak isterdi.

Asıl Zorluklar Görevle Başlayacaktı

Hatiplik imtihanını kazanmak zordu ama asıl zorluklar önümüzdeydi. Bunları aşabilecek miydim? Kendiliğimden göreve talip olmamıştım. Yönlendirilmiştim. Bana hatiplik yolunu açan Rabbim elbette yardım edecekti. Çünkü O, peygamberlerine ve onların çizgisindeki müminlere yardım edeceğini vaat eden Rab’dir:

Biz elbette Resullerimize ve müminlere dünya hayatında ve şahitlerin şahitliklerini yapacakları günde yardım edeceğiz.” (el-Mümin, 40/519) Yapılan her işten haberdar olan Rabbimiz, mükâfatını yalnızca kendisinden alacağına inanarak ihlasla emir bi’l-Marûf ve nehiy ani’l Münker yapacaklara, bir diğer anlatımla İslâm Dini’nin, ortak aklın ve ilmî verilerin gerektirdiklerine çağırıp, men ettiklerinden sakındıracak kullarına yardım etmez miydi? Kaldı ki Şanlı Peygamberimiz, layık olduğu için göreve getirilene ilâhi yardımın geleceğini de müjdelemiştir.

Aradan tam elli geçtikten sonra bu satırları bugünkü düzeyimle yazıyorsam da hatipliğimin ilk yıllarında da bu rûha sahiptim. Rabbime hamdederim, bütün nimetler ondandır.

Kişiliğim, Bilgi ve Bilinç Seviyem

Kur’ân-ı Kerîm’de işaret buyurulduğu üzere, bazen bizim şer gördüklerimizden hayırlar çıkar. (el-Bakara 2/216) Alim bir gönül insanımızın tespit ettiği gibi, lütufta kahır olduğu gibi kahır gibi görülenlerde de lütuf vardır. Bilgelik bunu sezebilmektir. İlk üç sınıfını birincilikle bitirdiğim ilkokulun üçüncü sınıfından, ders yılının bitimine bir ay kadar kala, Rize’den nakil işlemlerinin yaptırılmaması sebebiyle ayrılmak zorunda bırakılmıştım.

Rahmetli anneciğimin özel ilgisi ve ısrarlı takibi sonucu hafız olmuştum.

-Mekânı Cennet olsun,- Babamın yaptırdığı Kadımehmet camisine 1964 yılında, 19 yaşına henüz girmişken İmam Hatip olmuştum. Bu imkânı değerlendirerek yıl boyunca namazları hatimle kıldırdığım için hafızlığım kuvvetlenmişti.

Hafızlık bana Rabbimin en büyük lütfudur. Şahsen iyi bir İslâm alimi olmak için hafızlığı şart görenlerdenim. Hafız olmasaydım bugünkü düzeyimde olamazdım. Başarılı olabileceğim bir başka alana da kayabilirdim. Bunun için yedi kızımdan birini, iki oğlumdan ikisini de hafız yetiştirdim ama İslâm alimi olmalarını sağlayamadım. İnşaallah özlemini çektiğim ve uğruna yıllardır dua ettiğim alimler, torunlarım ve zürriyetim arasından çıkar.

Hafızlığım kuvvetlice ve okuyuşum da orta düzeyde olduğu için hatiplik hayatım süresince kıldırdığım Cuma namazlarında, işlediğim konularla ilgili âyetleri okurdum. Bu sebeple âyetleri mânalarını bilerek ve içselleştirerek tilavet ederdim.

Arapça Dil Bilgisi Düzeyim

Hafızlığımı bitirdikten sonra başta Arapça, Tefsir ve Hadis olmak üzere medrese usulü iki yıl kadar eğitim görmüştüm. Arapçam orta derecedeydi. Mesela İbn-i Kesir tefsirini, üslûbu ağır şiirleri dışında okuyup anlayabiliyordum.

Genel Kültürüm

İmam Hatip Okulu’nun lise kısmını birincilikle bitirmiştim. Çokça kitap okurdum. Siyaset, sinema ve spor haberleri dahil aktüaliteye ilgim vardı. İmkânlarım ölçüsünde de takip ederdim.

O tarihlerde Arapça kaynak eserler dışında, Çantay ve Ömer Rıza Doğrul mealleri, Elmalılı’nın Hak Dîni, Kur’ân Dili… tefsiri, Ahmet Naim ve Kâmil Miras’ın Buhari’nin Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, Ömer Nasûhi efendinin Hukuk-u İslâmiyye ve Istılahat-ı Fikhiyye Kamûsu başta olmak üzere Türkçe bazı kaynak eserler vardı. Ömer Rıza Doğrul’un tercüme ettiği İslâm Tarihi, Asr-ı Saadet gibi Osmanlıca matbu eserler bulunabiliyordu. Faydalanabileceğimiz Osmanlıca eserlerin bir kısmını da ben bilmiyordum.

Seyyid Kutup, Mevdudi, Ebulhasan el- Nedvi, Yusuf Karadavi ve Muhammed Hamidullah gibi alim ve dâva adamlarının eserlerinin tercümeleri henüz yayınlanmaya başlamıştı. Çok az kitap yayınlanırdı. Karşı cephede ise Varlık ve benzeri yayınları nisbeten çoktu ve etkiliydi.

Hutbe kitabı olarak da Abdurrahman Şeref Güzel Yazıcı hocamızın İki ciltlik Fatih Minberinden Hutbeler isimli kitabı vardı.

Kitapçılara gelince… Sahaflar’da Muzaffer Ozak ve Şemsettin Yeşil hocaların kitapçı dükkanları dışında kitap almak için gidebileceğimiz yer yok gibiydi. Beyazıt Beyazsaraydaki kitapçılar da sayılıydı. Cağaloğlu kitabevleri ise genel kültür kitapları dışında bize pek hitap etmezdi.

Yazarlık Kabiliyetim

Ailemde ilk lise mezunu bendim. Çevremde de yazar çizer yoktu. Bir konu nasıl hazırlanır ve yazılır, bilmezdim. Babamın yaptırdığı camide hutbeler okuyup zaman zaman da vaaz ettiğim için basit düzeyli çalışmalarım vardı. İmam-Hatip Okulu’nda çıkarılan duvar gazetelerine de yazılar yazmıştım. Ama bütün bunlar her hafta Süleymaniye Camiinde sunulacak düzeyde hutbeler yazılması için yeterli değildi. Ama Rabbimin lütfu olan iki özelliğimiz vardı.

  1. Yenilikçi ve girişimci bir ruha sahiptim. Başkalarından ilham alsam

da onları taklit ve takibe yatkın değildim. Başkalarının yaptığını yapmak istemezdim. Yapsam da farklı yapmak isterdim. Bütün nimetler Rabbimizdendir ve bu özelliğimiz başta hutbelerimiz olmak üzere eserlerimize yansımıştır.

  1. Yazarlık kabiliyetim vardı. Çalışırsam geliştirebileceğime inancım da tamdı.

Burada Rabbimizin emri gereği (ed-Duha,93/11) sahip olunan nimetin dile getirilmesi için bir hatıramı dile getirmek isterim.

Bir Hatıram

İlk bölümde değinmiştim ama tekrarında fayda görüyorum:

27 Mayıs 1960 ihtilalinin hemen sonrasında Rize merkez Kurtuluş ilkokulunda dışarıdan bitirme imtihanına girdim. 27 Mayıs inkılabı hakkında görüşlerimizi yazmamız istendi. Ben de yazdım. Hatırımda kalan bir cümle şöyleydi:

– İnkılabın, milletimizi akıbeti meçhul meşûm bir anarşiye sürükleyen sakıt iktidar hakkında hayırlı olduğu kanaatindeyim. İnkilabın yapılmasına amil olan zevata…

Bu hatıramı Allah’ın ihsanı olan yazarlık kabiliyetimin varlığına işaret etmek için verdim.

Hutbelerimi Yazmaya Kararlıydım

Hatipliğe başlarken hutbelerimi kendim hazırlamak ve yazmak için kararlıydım. İşin doğası bunu gerektiriyordu. Başkalarının yazdığı, güncelin dışındaki mevzuları içeren konuları sunmak hatiplik olamazdı. Olmamalıydı.

Hatiplik hayatım boyunca kendimin yazmadığı hiçbir hutbeyi de sunmadım.

Sırası gelmişken değinmek isterim. Benim hatipliğe başladığım tarihlerde İstanbul’da görevli kadrolu hatipler vardı. Kesin sayılarını bilmiyorum. Onların çoğunluğu çalışıp hutbe yaz(a)madıkları için gerçekten onlarla imam hatipler arasında adaletsizlik vardı. Çünkü hatipler, yalnızca Cuma ve Bayram hutbeleri okuyup namaz  kıldırırken, İmam hatipler sürekli görev yapıyordu, Bu adaletsiziliği giderme ve kadro tasarrufu sağlama gerekçeleriyle T. Altıkulaç ekibi hatipliği kaldırdı. Bize göre gerçek sebep camileri kontrol altına almaktı. Günümüzde ülkemizin her camisinde aynı hutbelerin okunmasının örtülü amacı da budur, yani jakoben laik düzeni korumaktır. Oysaki yapılması gereken, çalışıp yazamayanları tasfiye etmek, hutbe kültürümüzü geliştirip zenginleştirecek kişilerin önünü açmaktı. Süleymaniye Camii Vakfiyesi’nin gereği de buydu. Sonuçta, hakikatte biz hatipler, ama görünürde birileri sebep oldu ve Allah bu nimeti üzerimizden aldı. Ama Rabbim beni mahrum etmedi. Hatipliğimin ikinci yılı sonunda, hatiplik kadroları kaldırıldığı sırada camiimizin baş imam, Nureddin Efendi vefat etmişti.

Hatiplik görevi üzerimde kalmak üzere Camiimizin İmam Hatipliğine tayin edildim. 12 yıl boyunca hutbeler tarafımdan sunuldu.

Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı Hocamızın tavsiyeleri de hutbeleri yazma kararımı pekiştirdi. Hatipliği kazandığım müjdesini kendisine verdiğimde tavsiyeleri arasında hutbelerimi yazmam öğüdü ön plana çıkmıştı.

Benim İçin Hayat Hutbelerimdi

Göreve başladığımdan ayrılıncaya kadar 12 yıl boyunca ana meşguliyetim hutbelerim olmuştur. Çünkü Cuma hutbeleri, İslâm Dini’nin öğretilmesini amaçlayan hiçbir dini faaliyetle kıyaslanamayacak kadar önemlidir.

Bunun birbirinden önemli üç sebebi vardır.

1-Hutbenin Farz Oluşu

Cuma günü Cuma ezanı okunduğu zaman bütün ergin müminlerin yönelmekle yükümlü oldukları “Zikrullah” olarak hutbe, sunulması ve dinlenmesi farz olan görevdir.2

2-Hutbenin Sürekliliği

Cuma hutbeleri, Müslümanlar için ergenlik çağından ölüm anına kadar devam edecek olan Cuma namazları ile birlikte varlığını sürdürecek bilgilendirme aracıdır.

3-Hutbenin Benzersizliği

Hutbeler, farziyeti ve sürekliliği yanı sıra dini yönden resmiyeti ve benzersizliği olan bir kaynaktır. Müslümanların yüce dinimizin inanç esasları, emirleri ve yasaklarını öğrenmeleri farz-ı ayındır. Hutbeler de bu bilgilerin öğrenilmesi ve öğretilmesine vesile olmaktadır.

Hutbe Nasıl Olmalıydı

İslâm, insan hayatıyla örtüşen ve onu kuşatan dindir. Bu sebeple İslam Dini’nin ferdî, ailevî ve sosyal hayatı yönlendiren tüm buyruklarının öğretilmesi gerekir. Bu amaca hizmet eden hutbelerin de aşağıda özetlenecek çizgileri-renkleri taşıması da gereklidir.

A-Hutbeler İstisnasız Bütün Konuları İçine Almalıdır

Kur’ân’ın ve onun pratiği olan Sünnet’in bütün konuları hutbe konusu edinilmelidir. İnsan hakları, barışseverlik, boşanma, mîras, cumhuriyet, sevgi-nefret ve benzeri konular…gibi.

B-Hutbeler Toplumun Öncelikli İhtiyaçlarına Cevap Vermelidir

Namaz, örtünme, faiz, zulüm, zulme tepki, zina, sivil örgütlenme, mûsikî, spor, güzellik ve şirketleşme gibi konular toplumun bilgilendirilmesi gereken öncelikli konulardır. Çünkü bu konularla iç içe yaşanılmaktadır.

C-Hutbeler Oluşturulan Şüpheleri Giderici Olmalıdır

Hutbeler Kur’ân’dan cevaplarla bütün şüpheleri giderici olmalıdır. Çok kadınlı evlilik, boşanma, zinacı kadının dövülebilmesi, kısas, ve İslâm açısından cumhuriyet, demokrasi ve faiz gibi konulara açıklık getirilmelidir.

D-Hutbeler Yanlış Anlaşılmalara Sebep Olmamalıdır

Hutbelerde işlenen konular inanç ve amel yönünden şüpheye düşürücü olmamalıdır. Bir diğer anlatımla, şu şu oranda vergi verilmesi gibi vatandaşlık görevi olarak işlenmesi gereken bazı konular, dinî yönden farz görevler gibi sunulmamalıdır.

Yukarıda açıklanan sebeplerden ötürü hutbelerin ideal ölçülerde hazırlanması gerekir.

Ben değinilen ölçülere uygun olarak hutbe hazırlayabilmek için yatarken kalkarken, yürürken otururken, başkaları ile konuşur ve Yüksek İslâm Enstitüsü’nde sınıfta ders dinlerken aklım hep hutbelerimde olurdu. Süleymaniye Camii cemaati için güncel konularda her hafta bir hutbe yazmak gayret istiyordu.

Çalışmaya Cumartesi Sabahı Başlardım

Hutbe için Cumartesi sabahı konuyu haftalık aktüalite çizgisinde belirledikten sonra çalışmaya başlardım. Çarşamba günü akşamına kadar konunun âyetleri ve hadislerini bulmak, ilgili fıkhî kuralları ve tarihî malzemeyi sağlamak için devamlı okur ve düşünürdüm. Perşembe günü kahvaltıdan sonra yazmaya koyulurdum. Koyulurdum da öyle kolayca yazamazdım. Karalamalar devam ederdi. Etrafım müsvedde atıkları ile dolardı. Öyle bugünkü gibi bilgisayar yoktu. Ben de daktiloya alışamamıştım. Perşembe günü yazımı bitiremezdim. Cuma sabahı da yazmaya devam eder, tam olarak temize çekme imkânını da bulamadan camiye giderdim. Zaten düzgün olmayan yazım acelece yazıldığı için doktor reçetesine dönerdi. Ne var ki hutbe benim ürünüm olduğu ve yarı irticali gibi de konuştuğum için sunumda pek problem yaşamazdım. Eksikleri de duygusal coşkunluğum kapatırdı.

Hutbeleri Hazırlarken Gönül Sızısı ve Gözyaşı Gerek

Hutbeyi iyi hazırlamak önemlidir. Hazırlık ve yazma safhasında yürekte sızı ve gözlerde yaş belirmezse hazırlık iyi yapılmamış demektir. Etkili olmak da mümkün değil gibidir. Bu arada hutbeyi sunum öncesinde samimiyeti törpüleyecek, ihlası azaltacak işlerden sakınmak gerekir. Şahsen beni Arap tarzı ile okunan muhrik bir iç ezan derinden etkilerdi. Kendimden geçercesine hutbeye başlardım, cümleler boğazımda düğümlenirdi.

Çalışmadan Başarı Yoktur

Bazılarımız ve çoğunlukla da gençlerimiz çalışmadan ve çalışmada sabır göstermeden başarı sağlanabileceğini sanıyorlar. Bunun için de daha başlarken ümitlerini yitiriyorlar.

İstanbul müftü yardımcısı olan bir kardeşimiz hutbelerimizi dinlerdi ve, hutbe hazırlayıp sunmayı sıradan bir iş görürdü. Bunu da dile getirirdi.

Müftülükte karşılaştığımız bir gün bana şöyle demek gereğini duymuştu:

– Aziz kardeşim, Diyanet İşleri Başkanlığının bizden yazılmasını istediği iki hutbeyi yazmak için anam ağladı, Meğer her hafta düzeyli hutbe hazırlayıp sunmak ne ağır iş imiş. Allah yardımcın olsun.

Burada bilvesile ifade edeyim: Hatıratı yazmanın tarihe ışık tutma şeklinde bir amacı olsa da, özel amacı gençlere ve hayata yeni atılanlara, onların gayretini ve takvasını artıracak öğütler vermek olmalıdır. Bir de çokça çalışmadan, yaratılıştan sahip olunan fıtrî kabiliyetlerle başarı sağlanamayacağına vurgu yapılmalıdır.

Hutbelerimi Hazırlarken Etki Altında Kalmadım

Bu bölümü bitirirken sık muhatap olduğum bir soruyu da cevaplandırmış olayım. Mürşidim / hocam olarak zikrettiğim ve Fatih Camiinde hatiplik yapmış olup hutbelerini de yayınlamış olan Abdurrahman Şeref üstadımızın etkisinde kalmış mıydım hutbelerimi hazırlarken …

Bir önceki bölümde değinmiştim: Hatipliğe tayin edildiğimde duasını almak için gittim. Bazı tavsiyelerde bulundu. Özellikle de hutbelerimi yazmamı öğütledi.

Çok çalışarak hocamızın öğütleri çizgisinde hutbelerimi yazdım. Yazmak bereketli oldu ve Süleymaniye Camii İmam hatipliğim sonrasında yazdıklarımla birlikte hutbelerim 310 ü buldu. Genç hatiplerin de el kitabı oldu.

Hocamızın hutbelerinden etkilendim mi? Hiç etkilenmedim diyemem. Hocamızın üslubu, edebi zevkiyle mütenasip sanatlı ve yüksekti ama kendisi Cumhuriyetin ilk döneminde yaşanan zulümleri duymuş, görmüş ve etkilenmiş bir aydındı. Birçok konuya girememişti.

Ben ise farklı bir nesildendim, cemaatimin büyük çoğunluğu üniversite gençlerinden oluştuğu için konu seçimlerimiz ve işleyişimiz çok farklı olmuştu. Gerçi bizim dönemimizde de laikliği ihlâl gerekçesiyle zulüm kamçısı gibi şaklatılan 163. madde vardı. Ama biz, ileride yiyecektik ama- henüz darbe yememiştik. Bu sebeple olacak hutbelerimde İslâm’ı hayat düzeni olarak sunmaya çalışıyor, egemen sistemle de bilinçli olarak çatışıyordum.

Burada bir ilave yapayım: İslâmî dava bilincimin nasıl oluştuğunu tam olarak ifade edemeyeceğim ama İslâm’ı, Fıkıhtan önce Kur’ân kaynaklı olarak öğrenmeye başlamam sebebiyle olacak yürürlükteki jakoben laik düzene Kur’ânî temelli bir karşıtlığım vardı. Bu sebepledir ki ilk hutbelerimden itibaren İslâm’ı bir hayat düzeni olarak takdim etmeye çalıştım. Hutbelerime yürek sızılarım da yansıdı.

Hutbelerim İçin Okumalarım

Cinsiyet, sûret, mal, ilim, sanat, hitabet ve gelinen makamlar… bütün bunlar kulluk denemesi gereği insana verilmiş nimetlerdir. Rabbimiz bizi bu konuda şöylece uyarmaktadır:

Sizde görülen bütün nimetler ancak Allah’tandır…”

(el-Nahl 16/53)

İnsan kaynaklı bütün kötülüklerin temelinde bu hakikatin kabul edilemeyişi vardır. Pek tabiidir ki ana babanın, hatta büyük ana babaların oluşturduğu imkânların, kişisel olarak çalışmanın ve çalışmada sabır göstermenin insanın konumunu belirlemede büyük tesiri vardır. Vardır da onlar da Allah’ın ihsanlarıdır.

Bu girişi yapmamın sebebi, aşağıda anlatılacakların haram olan su-i zanna düşülerek kibir olarak değerlendirilmemesi ve gıyabımızda bir diğer haram olan gıybetin yapılmaması içindir.

Timurtaş Uçar

Allah rahmet eylesin Timurtaş Uçar benden bir yaş büyüktür. Aynı dönemin çocuklarıyız. Merhum Feyzullah Değerli yanı sıra Timurtaş Uçar kardeşimiz de halkımız üzerinde derin izler bırakmış hocalarımızdandır. Ben onlar kadar halka inemedim. Ama değişik konuları seçip işleyişimde daha düzeyliydim. Bunun için yazılı eserler telif edebildim. Bu sebeple benim Süleymaniye Cami cemaatimin kültürel düzeyi de biraz farklı ve üstündü.

Mekânı Cennet olsun Timurtaş kardeşimle birgün Beyazıt’ta Beyazsaray’ın zemin katında bulunan Kitapçılar çarşısında karşılaştık. Ben “Süleymaniye Camiinden İslâm Nizamı” isimli hutbelerimi içeren kitabımın üçüncü cildini henüz yayınlamıştım. Tebrik ettikten sonra ‘ben de vaazlarımı birkaç cilt halinde yayınlamayı düşünüyorum’ dedi. Ben de ona bunu yapamayabilirsin dedim ve şu açıklamayı yaptım:

Hocam, merak ettim ve bazı vaazlarını banttan dinledim. Sen farklı bir konuya giriş yapar gibi yapıyor ama sonrasında birbirinin benzeri olan şeyler söylüyorsun. Bunlar konuşmada fark edilmez ama yazıya döküldüğünde ortaya çıkar. Bildiğim kadarıyla yazı kabiliyetin var, yöntem değiştir, okumaya da, yazmaya da ağırlık ver.

Yazmak İçin Okuyup Bilgilenmenin Önemi

Her hafta orijinal bir Cuma hutbesi konusu bulup yazmak ağırca bir iştir. Hele hele yazarlığa yeni başlamış iseniz. Yazmak için çok okumak gerek. Ben Cumartesi sabahı başladığım okumalarımı Perşembe öğle saatlerine kadar sürdürür, sonra yazmaya başlardım. Cuma 11’e kadar da ancak bitirilebilirdim.. Hutbemi, temize çekme imkânı bulamadan gelir okurdum. Göz ucuyla takip ettiğim yazılı metnimi Allah’ın lütfuyla doğaçlamaymış gibi de sunardım.

Okuyacaksınız da Okunacak Kitap Nerede?

Hitabet görevimin ikinci yılını bitirirken İmam Hatip olduğum için görevim gereği Cuma dışında haftada üç gün Camiye gelirdim. Öğle veya ikindiden sonra Beyazıt Camii gölgesindeki Sahaflara uğrar, vitrinlerdeki kitaplara göz gezdirirdim. Sonra da Beyazıt/Beyazsaray’daki Kitapçılar çarşısına gelirdim. Amacım yararlanabileceğim yeni veya eski kitaplar bulup almak ve okuyabilmekti.

İmam hatip nesli henüz yazmaya başlamamıştı. O günün şartlarında Ankara’da yayınlanan kitapları da takip edemezdik. İtiraf edeyim aslında ben ne aradığımı da tam bilmezdim. Önce konuyu belirleyip kitap aradığım gibi hutbe konusunda ilham alabileceğim kitaplar da arardım. Arardım da, 25 yaşın tecrübesizliği, kültürel çevrenin darlığı ve yayınlanan kitap azlığı içinde ara ki bulasın.

Sahaflara ve Kitapçılar Çarşısına  Uğradığım Bir Gündü

Sahaflara ve Kitapçılar çarşısına mutat gelişlerim sırasında unutamadığım bir hadise oldu. Hafızamda derin izler bıraktığı için hatıratıma ekleme gereğini duydum.

Bir öğle sonrasında yine Sahaflardan geçip Beyazsaray Kitapçılar çar şısına gelmiştim. Bu arada açıklamış olayım; Sahaflar daha eskiydi. Orada her türlü yayın satılırdı. Kâdirî şeyhi Muzaffer Ozak Efendi ile bir dönemin ünlü vaizi Şemsettin Yeşil Hocanın kitapçı dükkanları da sahaflardaydı. Kitapçılar çarşısında ise dîni olarak nitelenebilecek kitaplar vardı. İlk dönemlerde ancak genel halk tipi kitaplarla tasavvufi denilen bazı kitapları bulabilirdiniz. Arapça kaynak eserler de bulunurdu.

İstanbul İmam Hatip Okulu mezunları derneği ve çıkardığı Tohum mecmuasının yayın merkezi de Kitapçılar çarşısındaydı. Burası aynı zamanda satış yapan bir kitapçı dükkanıydı. Hatırladığıma göre kayıt etmiş olayım, o dönemde merhum Kadir Mısıroğlu’nun kitapçı dükkanı da buradaydı.

1970 yılının sonuydu. Mutadım üzere Kitapçılar çarşısına gelmiş, Tohum dergisine uğramıştım. Bu sırada bir dağıtımcı geldi, satılması için bir küçük koli kitap bıraktı. İlgilendim, zaten yeni yayınları takip için gelirdim.

Kolisi bırakılan kitap Hüseyin Hatemi’nin yeni çıkmış ve dağıtıma verilmiş kitabıydı; İslâm Hukuku’nda Devletin Yapısı.

Kapak rengini bile hatırlar gibi olduğum kitap roman boyu olup 250 sayfa kadardı. İslâm’ı bir hayat düzeni olarak inceleyen kitaplar ilgi odağımdaydı. İçeriği ne olursa olsun kitabın ismi bile alakam için yeterliydi. Hemen satın alıp Camiye dönerken yolda okumaya başladım. Kitabı 24 saat içinde okuyup bitirdim. Bazı notlar da aldım. Kitabın muhtevasından ilgimi çeken ve bu güne kadar hafızamda kalan mesele Şia’da inanç esasına dönüşen Masûm İmamlar konusuydu.

O güne kadar Masûm İmam diye bir konu duymamış ve okumamıştım. Peygamberimizin kızı Hz. Fatıma ile eşi Hz. Ali neslinden gelen ve Müslümanları yönetme hakkına sahip olan hata etmez/yanılmaz nitelikli Masûm İmamlar…

Mevcut İslâmî bilgilerimle çelişen bu konu dikkatimi celbetmişti. Tam bir gün sonrasında Tohum’a uğradığımda Hüseyin Hatemi ile karşılaşmayayım mı? Hemen yanına gidip görüşmemizi rica ettim ve Masûm İmam konusunu açtım. Konuyu benim için daha bir açıklığa kavuşturmasını istedim. Yüzüme biraz hayretle ve biraz da takdirle bakarak ve şöyle dedi:

– Konuyu müzakere edelim de, daha ben kendi kitabımı henüz görmemiş iken sen kitabı nerede buldun ve aldın da okuyabildin. Önce buna bir açıklık getirelim.

Anlatış Gayem

Benim bu olayı anlatış gayem, hutbelerimi yazdığım dönemlerde ciddi olarak gördüğüm kitapları satın alıp bir solukta okuduğuma dikkatleri çekmek içindir. Öyle okuyup öğrenmeden, bilip düşünmeden yazmak, hele hele yazarlık hayatının başlangıcında olan bir genç adam için pek de olacak iş değildir. Nedense bazı gençlerimiz ve hatta yetişkinlerimiz, uğraşı vermeden yazılar yazabileceklerini sanıyorlar. Burada bu vesile ile değineyim:

2016 sonrası şu son dönemde Vakfımız ARDEV adına oluşturduğumuz “Mir’ât Haber. com” isimli Web sitemiz için yaptığımız çalışmalar ve yazı taleplerimiz vesilesiyle bir daha anladık ki bizim ünvanlı akademisyenlerimiz içinde İslâm açısından sosyal olaylara bakıp yazı üretebilecek olanlar pek azdır. Tanıdığınız yazarları çok gibi zannedebilirsiniz ama onlar akademisyenler içinde yüzde bir bile değildir. Bakmayın siz çoğunun yoğun işleri olduğu mazeretine sığınmalarına…Onlar itiraf etmezler ama edenleri de yargıda bulunmanız için yeter oluyor.

Hüseyin Hatemi Hoca, oğlum Ahmet Misbah’ın Beyoğlu Belediye başkanlığı döneminde yaptığı özel iftar davetlerine ve Beyoğlu Sohbetlerine eşi Keziban Hatemi ile birlikte katılırdı. Bu vesile ile görüşürdük.

Araştırmadan hüküm vermemek dedik ya tam da bu satırları yazarken Yaşar Nuri Öztürk hoca gönlüme düştü. Kabir Hayatı çetindir, herkes duaya muhtaçtır.

Yaşar Nuri Öztürk

Bir tarihte Yaşar Nuri Öztürk ile ilgili pek çok soruya muhatap olmuştum. O sıralar ‘Kur’ân’daki İslâm’ isimli eseri gündemdeydi. Kitabı baştan aşağı vukufla ve notlar tutarak okudum. Kitabı elimden fırlatıp attığım da oldu. Kendisini de dâvet ederek kitaplarını pazarlayan dağıtım merkezinde bir topluluk önünde saygılı bir dille ama eleştirir bir üslûpla bir konuşma yaptım. Dâvetime icabet etmemişti ama ben konuşma sırasında çok duygulandım ve ağladım. İzleyicilerin bir kısmı Tekfir etmemi istediler,  ama iltifat etmedim. Şimdi bana neden ağladın ki şeklinde anlamsız bir soru yö neltilmesin. Ben müminim, bir manevî çöküşe tanıklık ederken yüreğime hüzün çökmesi tabii değil midir?

Okumadığım diğer kitapları için yargıda bulunamam ama Yaşar Nuri Hocanın okuduğum ‘Kur’ân’ın Temel Kavramları’ isimli kitabı, el kitabı olmaya layıktır.

Zeki, bilgili, kalemi ve konuşması güçlü ve etkili bir adam…Ölümünden bir yıl kadar önce bazı hatırlatmalar yapabilirim ümidiyle kendisiyle telefonda görüştüm. Kendimi tanıttıktan sonra konuşmaya başlayabildi. Ama sonuç alamadım. Hocanın bende bıraktığı derin iz, Şanlı Peygamberimizin şu duasını anlamama vesile olmasıdır:

-Ey kalpleri dilediği gibi evirip çeviren Rabbim! Kalbimi dinin üzerinde sabit kıl.

Nihai hükmü verecek Rabbimizdir. Ben Rabbimize Yaşar Nuri için Hz.

İsa’nın Kur’ân’daki yakarışı ile yönelmek isterim:

“Sen kendilerini azaplandırırsan onlar senin kullarındır. Yok eğer bağışlarsan karşı çıkılamayacak ve neylerse güzel eyleyecek olan da ancak Sensin.” (el-Mâide 5/118)

 

ETİKETLER: Manşet
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.