islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5622
EURO
34,9871
ALTIN
2.430,07
BIST
9.753,09
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
20°C
İstanbul
20°C
Az Bulutlu
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Çok Bulutlu
16°C
Pazar Az Bulutlu
18°C
Pazartesi Az Bulutlu
18°C

DEVLETLERİN SAPKIN TARİKATLARLA İMTİHANI: FAZLULLAH HURUFİ HAREKETİNİN FAZLULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ’NE DÖNÜŞMESİ (4)

DEVLETLERİN SAPKIN TARİKATLARLA İMTİHANI: FAZLULLAH HURUFİ HAREKETİNİN FAZLULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ’NE DÖNÜŞMESİ (4)

Değerli Okuyucularım;

Esterâbâd’da Sünnî bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen uluhiyyet safhasına kadar İslâmî/Tasavvufî hizmetlerde bulunmuş olan Fazlullah-ı Hurûfî’nin hayat hikâyesinin idam ile neticelenmesinden sonra ortaya çıkan fitne olaylarına bir göz atmakta fayda vardır. Biz elimizden geldiği kadar değişik kaynaklardan yararlanarak, bunları özet halinde toparlamaya gayret gösterdik:

1.)Hurufilerin Devlet Tarafından Tâkibe Alınması

Hurufilik tarikatına aktif üye olanların yanında bu harekete sempati besleyenler veya bu cemaatle şu veya bu şekilde iltisaklı olanlar, devlet istihbaratı ve güvenlik birimleri tarafından tâkibe alınmıştır. Hurûfîliğin tehlikeli boyutlarda olduğu iddiası ile başta emniyet ve ordu olmak üzere birçok sempatizan, devlet dairelerinden atılmış ve(ya) sürgüne gönderilmiştir.

2.)Rabıta Halkasının Kenetlenmesi ve Yayılması

Fazlullah’ın idam edilmesinden sonra damadı ve baş halifesi Ali el-A‘lâ başta olmak üzere birçok müridi şiddete müracaat etmedikleri halde sırf Hurufilik inancını yaymaya devam ettikleri için, bulundukları her yerde tutuklanıp zulme uğramıştır. Bununla birlikte Hurufilik, bazı ulema ve halk arasında da ilgi görmeye devam etmiştir. Mesela Fazlullah’a intisap ederek onun kızıyla evlenen ve Hurûfîliğin inanç esaslarını Maĥremnâme (Muĥarremnâme) adlı eserinde anlatan Seyyid Emîr İshak, Hurûfîliği bütün engellemelere rağmen Horasan bölgesinde yayabilmiştir.

3.)Hurufîlerin Gizli Örgüt Gibi Çalışması

Devletin resmî dinî kurumlarında görevli ulemanın, Hurûfîler’in İbâhiyyeci ve zındık olduklarına dair kesin görüş beyân etmeleri sonucunda devletler, bu oluşumu millî güvenlik açısından bir tehdit olarak görmüş ve Hurufileri baskı altına almıştır. Bunun üzerine Hurufiler, baskı gördükleri ülkeleri ya terk etmiş, ya da başta İran ve Türkiye (Anadolu) olmak üzere takip altında oldukları halde bu ülkelerde bazı Bektaşî tekkelerine sığınarak, kendilerini gizleyip takiye yapmıştır.

4.)Hurufîlerin Yurt Dışına Kaçması ve Hiziplere Bölünmesi

Hurufilerin bir kısmı, kendilerini daha emniyette hissettiği başka ülkelere kaçtı. Bir taraftan birçok mürit, korku, baskı, travma ve hayal kırıklığı yaşayıp Hurufi tarikatından uzaklaştığı gibi diğer taraftan da fikir ayrılıkları sebebiyle Hurufilik kendi içinde hiziplere de bölündü. Mesela Hindistan’a kaçan Mahmûd-i Merdûd (Matrûd), “Arap devri bitmiş, Acem devri başlamıştır” diyen Fazlullah’ın fikirlerine ters düşmüş ve Hurûfîliğin bir şubesi sayılan Noktavîliği kurarak yaymıştır.

5.)Hurufiliğin Radikalleşmesi ve Bir Hurufi Teröristin Suikast Girişimi

21 Şubat 1427 yılında Ahmed-i Lûr isminde radikal bir Hurufi, Herat’ta cuma namazını kıldıktan sonra camiden çıkan Timur’un oğullarından olan Şahruh’a kamasıyla bir suikast girişiminde bulunmuştur. Şahruh, bu suikastta yara alırken, Fazlullah’ın ikinci kez dünyaya yeniden geleceği inancının zeminini hazırlamak inancıyla belki de perde arakasından birilerinin telkini ile suikast hazırlığı yapmış bu terörist, olay yerinde korumalar tarafından öldürülmüştür.

6.)Devletin İntikam Maksatlı Keyfî ve Orantısız Güç Kullanması

Bu suikast olayın ardından Herat’ta Hurûfîler’e karşı geniş çaplı bir intikam harekâtı ve keyfî uygulamalar başlatılmıştır. Olayla ilgisi olup olmadığına bakılmaksızın başta Fazlullah’ın torunu Adudüddin olmak üzere birçok Hurûfî, sorgusuz sualsiz öldürülmüştür. Bazı tarihçiler, Adudüddin’in öldürülmesinde kendisinin de tutuklanıp ve/fakat daha sonra serbest bırakılmış olan muhbir (gizli tanık) konumunda olan ünlü hat sanatçısı Mevlana Maruf’un itiraflarının etkili olmuş olduğunu iddia eder. Buna mukabil suikastçı Ahmed-i Lûr ile görüşen ünlü sufi şairlerinden Şeyh Kāsım-ı Envâr, öldürülmekten son anda kurtulmuş ama o da Herat’tan Semerkant’a sürülmüştür. Yine terörist Ahmed-i Lûr ile ilişkisi bulunduğundan şüphe edilen bazı kişiler, bu arada Fazlullah’ın başka bir torunu olan Emîr Nûrullah, İstivânâme’nin müellifi Emîr Gıyâseddin ve dönemin en önemli âlimlerinden Sainüddin Turka uzun süre zindanlarda tutuklu kalmış ve işkencelere maruz kalmıştır.

7.)Hurufiliğin Siyasî Amaçlı Terör Örgütüne Dönüşmesi ve Darbe Teşebbüsü

Şiddet, şiddet doğurur fikri, özellikle üst kademede ideolojilerin çatıştığı tarihî olaylar zincirinde sıkça görülen bir eylem biçimidir. Bu bağlamda Fazlullah’ın idamından sonra İsfahan’a giden Hurufî Hacı Surh, kendine bağlı müritlerin gizli faaliyetleriyle bir toplumsal ayaklanmanın çıkmasında öncü olmuştur (1431-32). Ayaklanmaların bastırılmasına Timur’un oğlu Şâhruh’un kumandanlarından Emîr Abdüssamed’in iki oğlu öldürülmüştür. Bunun üzerine Hurufi bölge lideri Hacı Surh’un derisi yüzülerek feci bir şekilde katledilmiş ve tâkipçileri de dönemin geçerli katı kurallarına göre ağır derecede cezalandırılmıştır. Aynı şekilde başlangıçta Hurûfîler’le iyi ilişkiler içinde olan Karakoyunlu Hükümdarı Cihan Şah zamanında Hurûfîler, Tebriz’de bir ayaklanma girişiminde bulunmuştur. Bu ayaklanma, ulemânın da desteğiyle kanlı bir şekilde bastırılmış ve 500 kadar Hurûfî öldürülmüş, cesetleri yakılmış, iltisaklı olanlar da şehir dışına sürgün edilmiştir.

8.)Hurufîlerin Osmanlı Devletini Gizlice Ele Geçirme Plânları

Hurufiler Anadolu’da özellikle Bektaşiler ve Kalenderîler’in arasına sızıp faaliyetlerini sinsice sürdürmeye devam etmiştir. Taşköprizâde’nin ifadesine göre henüz Fatih unvanını elde etmemiş genç Sultan Mehmet bile bu tarikatın/mezhebin fikirlerine meyletmişti. Osmanlı mülkünde güçlenen Hurufilerin ana plânı, hem ordunun (yeniçerilerin) içine sızarak taraftar bulmak, hem de padişahı ve vezirleri görüşleri ile etkilemek ve kamusal alanda yeni hizmet alanları açmaktı. Böylece nihaî hedefleri, hükümete yakın merkezî ve yerel yöneticilerin desteği ile ilk önce devletin değişik kademelerinde paralel yönetim hâkimiyetleri sağlamak ve daha sonra Hurûfîliği devletin resmî mezhebi/tarikatı olmasını sağlamaktı.

Hurufilerin henüz İstanbul’un fethinden önce Edirne’deki saraya kadar girip çıkmalarından şüphelenip, gizli emellerini ilk fark eden kendisi de bir devşirme olan bizzat Sultan Mehmed’in Veziriâzam’ı Mahmud Paşa idi. Hurufilerin Padişahı daha fazla etki altına almalarını önlemek adına Mahmud Paşa, durumu Edirne’de müftülük yapan Fahreddîn-i Acemî’ye haberdar etti ve bunun üzerine birlikte bir plân yaptılar. Mahmud Paşa, Hurufilerin sözde görüşlerinden yararlanmak niyetiyle kendilerini konağına davet etti. Ancak salonun gizli bir köşesinde Hurufilerin fikirlerini dinleyen müftü Fahreddîn-i Acemî, aralarına karıştı ve onların fikirlerinin doğru olmadığını açıkladı. Hatta onları saraya davet ederek, Sultan Mehmed’in huzurunda onların fikirlerini bir kere daha çürüttü. Artık Sultan Mehmed de Hurufiliğin sapık bir tarikat/mezhep olduğuna ikna edilmişti. Üçüncü ve son münazara ise halkın huzurunda Edirne’nin meşhur Üç Şerefeli Cami’de yapıldı. En sonunda dinî sapıklıkları tescillenip idamlarına fetva verildi.

Kaderin şu cilvesini bakın ki Fâtih’i sapkın fikirleriyle aldatmak isteyen ve Osmanlı Devletini ele geçirmek isteyen Hurufileri etkisiz hâle getiren Veziriâzam Mahmud Paşa, İstanbul’un fethinden sonra tam olarak bilinmeyen bazı ailevî/askerî sebeplerden ötürü Fâtih tarafından görevinden uzaklaştırılmış, Yedikule zindanlarına atılmış ve Padişah fermanıyla idam edilmiştir.

Ama Fâtih’in ölümünden sonra da Hurufiler rahat durmadı, fikirleriyle Osmanlı tebaasını tesir altına almaya devam ettiler. Gerçi Kanûnî Sultan Süleyman döneminde Osmanlı topraklarından sürüldüler. Ama özellikle Balkan topraklarında Bektaşîliğin temel inançlarını deforme ederek, Bektaşîlik adı altında Alevileri de kendi ilgi alanlarına çekerek, gizlice Hurufilik propagandası yapıp özellikle yeniçeriler üzerinde etkili oldular. Kim bilir Osmanlı tarihinde sık sık görülen yeniçeri ayaklanmaları da Hurufilerin kışkırtmalarıyla da meydana gelmiş olabilir.

Hurufiler, Osmanlı’da çok ünlü sayılan şeyh, yazar, şair ve mütefekkirlerden de maddî ve manevî desteğini gördükleri için, Osmanlıların sosyo-kültürel ve siyasî hayatını etkilemiştir. Mesela Hurûfîliğin Anadolu ve Rumeli’de yayılmasında büyük rolü olan müellif Firişteoğlu Abdülmecid (Abdüllatîf b. Ferişte) (ö.1459-60), Hurufiliği tanıtan birçok eser meydana getirmiştir. En tanınmış kitaplarından birisi Hurûfîler’in ahiretle ilgili inançlarını anlatan Âhiretnâme’dir.

9.)Şair Nesîmî, Hurufiliği Günümüze Kadar Taşıyabilmiştir

Hurûfîliği ile tanınan Türkmen asıllı mutasavvıf şair Nesîmî (ö. 1417); Türkçe şiirleriyle sayılmayacak kadar birçok Bektaşî ve Alevî şairi ve insanı etkileyebilmiştir. NesîmîFazlullah’ın öldürülmesi üzerine Azerbaycan’dan ayrılıp I. Murad devrinde Bursa’ya geldiği fakat burada Hurûfîlik’le ilgili fikirleri sebebiyle iyi karşılanmadığı rivayet edilir. Hacı Bayrâm-ı Velî ile görüşmek için, Ankara’ya gitmiş, fakat o da onu huzuruna kabul etmemiştir. “Allah’nın insan yüzünde tecelli etmesi” ve “vücudun bütün organlarını harflerle izah” gibi fikirleri, Anadolu’da Sünnî ulema tarafından ilgi görmemiştir.

Bunun üzerine fikirlerini yaymak için Anadolu’da uygun bir zemin bulamayan Nesîmî, Hurûfîler’in Suriye’deki en önemli merkezi olan Halep’e gider. Fakat uluhiyete dair sapkın görüşleri burada da ilgi görmediği gibi Halep uleması onun öldürülmesi için fetva verir ve Memlük Sultanı’nın onayı ile boynu vurulup derisi yüzülmek suretiyle öldürülür. Kabri, Halep’te kendi adıyla anılan bir tekkede bulunmaktadır.

Şiddete başvurmayıp sadece sapık olarak görülen fikirlerinden ötürü devlet eliyle idam edilmesi, Nesîmî’nin tarih sahnesinden silinmesine yardımcı olmamıştır. Tam aksine şöhreti, özellikle Alevî-Bektaşîler’in nezdinde daha da artmıştır. Onlara göre Nesîmî, büyük bir şair, seyyit, şehit ve mazlum bir velidir.

Safevî Devleti’nin kurucusu ve ilk hükümdarı Şah İsmâil (1487-1524) bile Nesîmî’yi taklit ederek şiirleriyle Hurufîliği yeniden canlandırmış ve Nesîmî’ye nazîreler yazmıştır. Nesîmî,Azerbaycan’da doğumunun 600. doğum yılı münasebetiyle 1973 yılında UNESCO’nun kararıyla Azerbeycan devletinin resmî kurumları vasıtasıyla anılmıştır.

Velhâsıl-ı Kelam

Her terör örgütü gibi dinî hareketlerde ilk başlarda şiddete müracaat etmeseler bile belirli bir güç potansiyelini elde ettiklerinde devlet içinde etkili olmak ve hatta devlet yönetimini ele geçirmek ister. Bu bağlamda tarihte belki de ilk “PARALEL DEVLET YAPILANMASI” (PDY) projesinin mimarinin Fazlullah Hurufi ve onun takipçilerinin olduğunu söyleyebiliriz. Bilhassa Fazlullah Hurufi’nin Timurlenk tarafından idam edilmesinden sonra FAZLULLAH HURUFİ HAREKETİ, değişik dönem ve ülkelerde bazen gizli faaliyetleriyle şiddet içermeyen legal görünümünde, bazen de toplumsal/askerî ayaklanmalar şeklinde FAZLULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ (FAZÖ) hüviyetine dönüşmüştür.

Günümüzde kullanılan FETÖ-PDY kavramlarına benzer tanımlamalar yapmam, belki anakronistik gibi algılanabilir. Ama günümüzde legal görünümlü ‘dinî’ hareketlerin illegal maksatlarını tespit edebilmek ve anlayabilmek için, İslâm tarihinde vukuu bulmuş benzer olaylardan ders çıkartmamız elzemdir. Benzer vahim olayların günümüzde yeniden baş göstermemesi için, geçmişte devlet eliyle yapılan tedbir ve müdahalelerdeki hataları tekrarlamamak adına, günümüzün hukuk devletlerine büyük görevler düşmektedir. Bu bağlamda gelecek yazımda resmî devlet ideolojilerinin dayatıldığı yarı demokrasi ve hukuk devletlerinde İslâmî hareketlerin legal görünmek adına takiye yapma gereği duymalarının devlet-cemaat ilişkilerindeki samimiyete ve güvene dayanmayan bir diyaloğun keyfiyetini, sebeplerini ve sonuçlarını eleştirel bir yaklaşımla ele almaya çaba göstereceğim.

Sadece sorun tahlili değil devlet-cemaat ilişkilerinin bundan böyle nasıl daha sağlıklı bir zeminde oluşturulabileceğine ve legal görünümlü terör örgütleriyle mücadele noktasında bunlarla iltisaklı oldukları düşünülen masum vatandaşların mağduriyetlerinin nasıl oluşmaması/giderilmesi gerektiği konusuyla ilgili olarak da şahsî önerilerimi sunacağım. Tabiî ki Allah, izin verirse.

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.