Makale

“Köprüden Önce Son Çıkış!”

Çok önemli bir yol ayırımını ihtar eden “Köprüden Önce Son Çıkış!” levhasını sosyolojik alana taşımak suretiyle, 14-28 Mayıs seçimlerinin ortaya koyduğu imkânı, yerel ve küresel planda manevî varlığımızı temelden sarsan “seküler tehdit” karşısında kadim değerlerimizi merkeze alan topyekûn bir maneviyat seferberliği başlatmak için “son çıkış/son fırsat” olarak görüyor ve haykırmak istiyorum: Müslümanlıkla yoğrulan yurdumuzda “Müslüman kalabilmek” artık bir hayat-memat meselesi haline gelmiştir!

Evet, seküler yaşam biçimi, kendisinden başka hiçbir alternatif bırakmayacak şekilde dünyada ve ülkemizde, özellikle gençler arasında hızla yayılmakta olan sessiz fakat en büyük tehlikedir!

“Haram-helal denkleminin yerine, en kârlı olanın meşru sayıldığı, kaynağı ve usulü sorgulanmaksızın elde edilen her türlü kazancın mubah görüldüğü, erdemin, tevazuun sözde kaldığı, değerleri ‘piyasa’nın belirlediği hayat, seküler hayattır. Seküler hayat, eş zamanlı olarak seküler bir ahlak, seküler bir siyaset, seküler bir din tasavvurunu da beraberinde getirmektedir…” (Aliya İzzetbegoviç, Özgürlüğe Kaçışım)

Yazık ki, büyük bölümü ‘bu ülkede yaşamak istemeyen’ ve kadim değerlerimize yabancılaştıkça seküler yaşam biçiminin meftunu hatta mahkûmu haline gelen “yitik” bireyler ve yığınlar ile karşı karşıyayız.

Ümmet olarak ahvâlimizi “düşünceler dünyası içinde büyük bir kaybolmuşluk” diye tanımlayan Taha Abdurrahman’ın ifadesiyle: “Kaybolmuşuz ve büyük bir hayret içindeyiz. Düşünce dünyasında yitmişlik, tıpkı yeryüzünde kaybolmuşluk gibidir. Çünkü kaybolmuş bir kimsenin yöneleceği yakînî bir hedefi yoktur artık ve o (kendini) bu hedeflere ulaştıracak vesilelerden de yoksundur… Bu yitmişlik hâlini içimizdeki fikir erbabının düştüğü dağınık hâl açıkça göstermektedir. Bu dağınıklığın tezahür ettiği birçok alan var:

Mekânda dağınıklık: Ne gölgesinde bir araya geldikleri bir revakları ne toplandıkları bir sohbet meclisleri ne beraber bulundukları bir forumları ne de içinde yer aldıkları bir istişare otakları var.

Zamanda dağınıklık: Düşüncelerinin sebat ve kararı, duruşlarının da geleceğin ufkunda bir tesiri yok. Aynı kuşaktan olanlar arasında bir diyalog yok, farklı kuşaklara ait olanlar ise birbirlerine hitap etmiyor.

Düşüncelerde dağınıklık: Dağınıklığın en kötü tezahürü bu: Biri taklidi yazgısı kabul etmiş; söyleneni tekrarlamaya ve daralıp büzülmeye çağırıyor. Diğeri kalıplara sokulmaya teşne; uyarlanmaya davet ediyor. Bir başkası kimliğini kaybetme korkusu ile eski olan ne varsa ona sımsıkı sarılmış. Öteki de farklı olduğunu ispatlama derdiyle gelen her yeniye tav oluyor, kararsızca dönü(şü)p duruyor. Kimi ise müşkülpesent, her gün yeni bir sorunsal peşinde, bazen ortama uyum sağlıyor, bazen geri çekilip büzüşüyor, bazen de ara bir yerde soluklanıyor. Kimi de her şeye bigâne kalıyor, anlık düşünüp o ân aklına ne estiyse onunla yol alıyor. Fakat tüm bu farklılıklarına rağmen ortak bir yanları var: her biri düşünmeye nefsini sütten çıkmış ak kaşık kabul etmekle başlıyor. Heyhat ki, kendilerini eleştiriye ve itiraza konu etmeye çok uzaklar!..” (Taha Abdurrahman, İman Ahlaktan Ayrıldığında, Pınar Yay-2023, s.14-15.)

Seyyid Sabık Fıkhu’s-sünne isimli eserinin girişinde (1/23) özetle der ki: (Münzevi) ‘ilim ehli, metinler, haşiyeler, farazî soru ve itirazlar, takrirler ile uğraşırken, Avrupa kültürü evlere, sokaklara, caddelere, okul ve üniversitelere kadar her yeri istila etti. Şark geçmişi ile arasındaki bağları kopararak nerdeyse dinini ve âdetlerini unutacak hale geldi. O zamana kadar vaziyete aldırış etmeyen ilim ehli de cevap olarak “lâ havle” ve “innâ lillâh” kelimelerini tekrarlamakla yetinerek, kendi içlerine kapandılar…’

Nicedir ufkumuza musallat olan bu “düşünsel yitmişlik”ten kurtulamaz isek, Taha Abdurrahman’a göre ‘kurak ve uçsuz bucaksız sahralarda yolunu kaybetmiş kimse gibi helak oluruz.’ Çözüm ise, bizi salaha erdirecek hedefleri tayin edip ‘büyük düşünceler/meta anlatılar ortaya koymaktan’ geçiyor (s.15).

İmdi, önümüzde duran en mühim işin hikmet yüklü bir İslâmî davet hamlesi olduğunu vurgularken, ‘Müslümanların var veya yok olmalarını’ böyle bir davet görevini hakkı ile yerine getirip getirememelerine bağlayan Muhammed Sabbağ’a (İslam Davetçilerinin Vasıfları, s.18) katılarak derim ki:

Öyleyse, haydin topyekûn manevi diriliş seferberliğine!

Abdullah Yıldız

Recent Posts

  • Gündem

OKUYUCULARIMIZDAN RİCAMIZ!

OKUYUCULARIMIZDAN RİCAMIZ! Gelişen olaylara İslami açıdan baktığımız ve yorum getirdiğimiz Mirat Haber Sitemiz, siz değerli…

4 saat ago
  • Gündem

SENATÖRLERİN YARGIYI TEHDİT VAHŞETİ

Sürekli yazıyoruz ve yazmaya da edeceğiz. İnsanları sürekli olarak insanlık çizgisinde tutacak, adalet ve erdemlere…

5 saat ago
  • Gündem

İsrail’in Refah’a Yönelik Soykırım Girişimi Paris ve Londra’da Protesto Edildi

İsrail'in Refah'a Yönelik Soykırım Girişimi Paris ve Londra'da Protesto Edildi Paris ve Londra sokakları, İsrail'in…

6 saat ago
  • Gündem

Filistin Asıllı İsveçli Şarkıcı, Eurovision Yarı Finalinde Kefiyeyle Sahne Aldı

Filistin Asıllı İsveçli Şarkıcı, Eurovision Yarı Finalinde Kefiyeyle Sahne Aldı Eurovision Şarkı Yarışması'nın ilk yarı…

8 saat ago
  • Gündem

Macklemore Filistin İçin Şarkı Yaptı Bizim Sanatçılarımız(!) Nerede?

Macklemore Filistin İçin Şarkısı Yaptı Bizim Sanatçılarımız(!) Nerede? Macklemore'dan Filistin İçin Destek Şarkısı: 'Hind's Hall'…

9 saat ago