islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5752
EURO
35,0138
ALTIN
2.432,68
BIST
9.773,66
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
20°C
İstanbul
20°C
Az Bulutlu
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Hafif Yağmurlu
16°C
Pazar Az Bulutlu
16°C
Pazartesi Az Bulutlu
18°C

Merhametsiz Çağın İdrakine

Merhametsiz Çağın İdrakine
10 Ağustos 2022 15:54
A+
A-

Öznenin ve nesnenin yer değiştirdiği modern dünyada, “Eşref-i Mahlukat” olan insanın yeniden özne olarak hayatın içerisinde yer alması, yaratıcısının vasıflandırmasıyla, “Eşraf-i Mahlukat” sıfatını yeniden kuşanması gerekmektedir.

Bugün insan özne olmaktan uzaklaşarak, sıradanlaşmış, her hangi bir nesneyle eşdeğer karşılık bulmuş, öyle muamele görmektedir. Tarihsel süreç içerisinde cahiliye karanlığında bocalayan, yeryüzü insanlığının yaşadığı olumsuz koşullara, karşı ilahi çözüm, Hz. Muhammed’le (as) sunuldu ki, bu ilahi mesaj daha öncekilere benzemeyen öznesi insan ve yeryüzü ölçeğinde gerçekleşen bir tekliftir.

Teklif sahibi;Alemlerin Rabbi olan, eşi-benzeri bulunmayan, kendisi hiç şeye muhtaç olmadığı gibi, her şeyin de kendisine muhtaç olduğu Allah. Teklif;Allah’ın ilahi mesajı olan Vahyin sınırlarında şirk koşmadan sadece Allah’a kulluktur. Nebi;Alemlere rahmet olarak gönderilen ve büyük bir ahlak üzere olan Hz. Muhammed (as). Kitap;evrensel ve çağlar üstü mesajıyla yeryüzü insanlığına kıyamete kadar rehber olacak son vahiy Kur’an. Muhatap;“Eşref-i Mahlukat olan insan. Hedef;bütün yeryüzü insanlığıdır.

İslam’ın ilahi mesajıyla insana iki tercih sunuldu; ya geleneğin mistik ve ideal dışı, modernizmin bütün ayartıcı ve sapkın hayat tasavvuruna karşı çıkarak yalnızca Allah’a kul olacak, ya da Allah’tan başka her şeyin ve her kesin sözünü dinleyerek Allah’tan başkalarına boyun eğecek. Ya en şerefli olacak, Allah’tan sakınarak cenneti kazanacak; ya da aşağılarında aşağısına yuvarlanarak şiddetli bir azaba çağrılacaktır.

İnsan için teklif yalın ve sade, yol belli, rehber ayan, kitap muhkemdir. Lakin çok ısrarcı ve kurnaz bir düşman, imtihanın gereği insanın gideceği dosdoğru yolun üzerinde hep oturuyor olacaktır. Kendisi Allah’a asi geldiği gibi, insanların da Allah’a karşı asi olmaları için olabildiğince, elinden geldiğince çaba sarf edecek/etmektedir. “Hangimizin daha güzel ameller yapacağını görmek için ölümü ve hayatı yaratan Allah,” kulum diyerek muhatap aldığı insanı, kendi arzı üzerinde çetin bir imtihandan geçirecektir.

Allah kulundan, kendi rızasını kazanacak şekilde kendini adamasını, iman sahibi olmasını, öncelikle fert olarak kendi nefsini ilahi buyruğun işareti doğrultusunda dönüştürmesini, sonra en yakın çevresinden topluma ve bütün yeryüzüne iman ettiği dinini egemen kılmak mücadelesini vermesini istemektedir.

Kur’an’ın öngördüğü ilkelerde başlayan bu yeryüzünün en büyük ıslah ve inşa hareketi, tarihler miladi 610 yılını gösterdiğinde başlamıştı. Dünyanın tamamını hedef gösteren vahiy, aynı zamanda yeryüzünün ilk küresel hareketiydi de. Bir bölgeyi, bir coğrafyayı, bir ırkı, bir ülkeyi, bir kıtayı ya da yeryüzünün bir kısmını değil, bütün dünyayı değiştirmeyi hedefleyen İslam’ın ilk vahyi nazil olduğunda, Kisra’nın saraylarındaki sütunlar yıkılmadıysa da günün egemenlerinin iktidarları, iktidar-itaat ilişkilerinin temellerinden sarsılmaya başlayacağı günler yakındı. Yaşadığımız modern çağda olduğu gibi o günde, kendilerini yaşadıkları toplumun Rableri, ilahları olarak gören yeryüzü müstekbirleri ve cahili iktidar yöneticileri, Allah’ın tek Rab ve tek ilah olarak ilan edilmesinin ardından, Nadir bin Haris’in deyimiyle; “Ey Kureyş! Allah’a andolsun ki başınıza büyük bir iş geldi”  dedirtecek şaşkınlığa neden oldu.

Mekke’nin emin insanı Hz. Muhammed (as), Mekke’nin bütün insanlarıyla 40 yıl birlikte yaşadığı topraklarda, asla yalan söylememiş, ihanet etmemiş, ahdinden caymamıştır. Kimsesizleri korumuş, hiçbir zaman putlara tapmamış ve dahi birçok ulvi davranışları ve karakteriyle bütün gözleri üzerine çekmiş ve Allah’ın kendisini, büyük bir ahlakla vasıflandırdığı, olağanüstü onur verdiği bir insan.

Yetim olarak dünyaya gelen, çocukluğunu ve gençliğini dedesi ve amcasının yanında geçiren Hz. Muhammed (as), orta halli sınıfa mensup bir Mekke sakiniydi. Ne büyük bir serveti ve malı ne de davasında kendisiyle beraber olan güçlü kuvvetli nüfuslu arkadaşları vardı. Hatipliği ve şairliği de yoktu, daha açıkçası sıradan Mekke eşrafından birisiydi. Bununla birlikte doğruluğu ve dürüstlüğü, güzel ahlakı ile kavmi arasında öne çıkmış, itibar görmüş saygın kişilik sahibiydi. El-Emindi. Herkes O’ndan emindi. Gelecek günlerde kendisine amansız düşmanları olacak kişiler tarafından, kendisine “El-Emin” denilmişti. Hz. Muhammed’in (as) El-Emin oluşu konusunda gelen bir rivayet, müşriklerin inkarlarındaki mesnetsizliğini  ve çaresizliğini gözler önüne sermektedir.

Ebu Cehil bir gece arkadaşıyla Mekke sokaklarında dolaşırken, arkadaşı Ebu Cehil’e: “Muhammed’in dediğine ne diyorsun?” diye sorar. Ebu Cehil de: “O henüz küçücük bir çocuktu, zamanla serpildi büyüdü, Mekke’de doğru-dürüst biri olarak yaşadı. O’na El-Emin lakabını takanlardan biri de benim. Muhammed yalan söylemiyor” diye cevap verir. Arkadaşı da: “O zaman neden Muhammed’e iman etmiyorsun” diye sorunca; Ebu Cehil’de: “Şimdi ben Muhammed’e iman edersem, Mekke’nin kadınları, Amr İbni Hişam Abdülmüttalib’in yetimine teslim oldu demezler mi?” der.

Mekke’nin çocuğundan yaşlısına bütün insanlar Hz. Muhammed’le (as) hiçbir sorun yaşamamıştı. İlk vahyin gelmesinin ardından telaşlanan Resulullah’ı (as) Hz. Hatice, teselli ederken; “Korkma,  Allah’a yemin ederim ki, Cenab-ı Hakk hiç bir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen, akrabanı gözetirsin. İşini görmekten aciz kimselerin ağırlıklarını yüklenirsin. Fakire verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın. Misafiri ağırlarsın. Hak yolunda zuhur eden olaylarda halka yardım edersin…” demekte, Hz. Muhammed’in (as) nasıl bir insan olduğunu da ifade etmekteydi. Hz. Muhammed (as) 40 yaşına kadar Mekke’nin en önemli değeriydi, değerliydi. Ta ki, peygamber seçilmesi ve yeni bir dinin davetçisi olduğunu ilan edene kadar.

Kabul görmüş bütün değerleri, kriterleri, öğretileri, gelenek ve görenekleri, uyuşmuş beyinlerin sorgulamasız itaatlerini ve egemenlerin insanlık dışı muamelelerinin yanlış olduğunu ve bunların düzeltilmesi gerektiğini tek başına Mekke özelinde bütün insanlığa haykıracaktır. Hz. Muhammed, (as) yaman ve ağır bir yükü sırtına alarak tek başına bu yola çıkmıştır. “Şüphesiz biz sana (sorumluluğu) ağır bir söz vahyedeceğiz.”(Müzzemmil 73/5)

Tek başına çıktığı davetinde, insanların çağırdığı dine karşı malum olan itirazlarına karşı koyuşu da yine tek başına gerçekleşecekti. Hz. Muhammed’in (as) bu karşı duruşunda gösterdiği üstün irade hasımlarını şaşkına çevirirken aynı zamanda çaresizde bırakmıştı. Korkusuz, pervasız, geri dönüşsüz tavrı, her şeyden öte şiddetsiz meşru direnişi ve ödünsüz duruşu, müşriklerin kafasında hep soru işareti bırakmaktaydı. Mekke’nin muktedirleri, “Muhammed (as) bu cesareti kimden alıyor?” diyecek şaşkınlığa ve çaresizliğe varmıştı.

Hz. Muhammed (as), günün iktidar sahibi müşrikleri şaşkına çeviren, sahip olduğu bu güç ve iradeyi nereden alıyordu? Onu diğer insanlardan farklı kılan ve düşmanlarına üstün yapan neydi? Bu sorulara verilecek cevap Kur’an’ın genel muhtevasında detaylarıyla mevcuttur. Yüce Allah, sevgili kuluna ve son resulüne her zaman yardım etti, hiçbir zaman yardımsız bırakmadı. İlahi bir terbiye üzere yetiştirdi; onun kalbini bütün güçlere üstün gelen “iman gücüyle” doldurdu. O’na düşmanlarına karşı koymasını ve üstün gelmesini sağlayan güçlü bir irade verdi. Allah her zaman onunla beraber oldu.

İşte İslam Peygamberi Hz. Muhammed (as), Rabbinden aldığı bu iman ve irade gücüyle insanlığı gerçek ve doğru yola yöneltmeye çalıştı. İnsanlık tarihinin şahidi olduğu en büyük ıslahın uygulayıcısı oldu. Hz. Muhammed (as), örnek yaşayışıyla, insanların yaşantılarını düzeltmek için, onları insanca yaşayışa döndürme yolunda bütün gücünü kullandı, hiçbir özveriden kaçınmadı. Öncelikle kendisi Allah’ın istediği bir kul olma yolunda, sırtına yüklenen ağır yükü taşımada hiç şikayetçi olmadı, hiç hayıflanmadı. Hiçbir zaman durmayı, biraz ara vermeyi düşünmedi, daha önce sürekli gittiği mağarasına, seçildikten sonra bir daha o mağaraya hiç çıkmadı.

Hz. Muhammed (as) çağrısını yaparken, ne kendi kavmini ve ırkını, ne sadece Mekke’yi, ne Arabistan’ı merkeze aldı. Çağrısı bütün yeryüzü halklarına ve insanlığaydı. Öznesi insan olan bir sürecin girişiminde bulunmuş, bütün insanlığı, çağrısının adaletine ve esenlik yurduna davet etmişti. Mekke seçkinlerinin, belli bir sınıfın altında olanlarına insan gözüyle bile bakmadığı, kölelerin, kadınların, yetimlerin, güçsüzlerin basit bir eşyadan farksız muamele gördüğü bir dönemde, Hz. Muhammed (as) insana hitap ettiği için, bu sınıfta yer alan insanlara değer verdi. Kendisine tabi olanlarla, ashabıyla birlikte, Mekke toplumundan bağımsız bir cemaat oluşturdu.

Bu cemaat, dünyanın yaratıcısı ve yöneticisi, göklerin, yerin ve ikisi arasında olanların hakimi, görünmez bir ilaha iman ve başka hiçbir efendiye değil, O’na ibadet etmek, sadece dünyayı değil dünya ve ahireti birlikte kazanmak, sadece dünyevi varlığa değil hak ve mağfirete yöneltmek ahlakı ile içten içe ve dahi kardeşçe birbirine bağlanmıştı. “Tek ilah” ve “Rab” vurgusu Kur’an’ın ilk sürelerinden itibaren, şiddetle hissedilir olmuş, bu yeni oluşan cemaatin irade beyanında karşılığını bulmuştu. Hz. Muhammed’in (as) ileri sürdüğü tek ilah inancı, sadece iradesine uyulması hususunda değil, iradesinin icrası bakımından da hayatın tamamını içeriyordu.

Hz. Muhammed (as) bu çağrısıyla, en büyük ıslah ve inşayı, akide alanında gerçekleştirdi. İnançları Tevhid akidesine taban tabana zıt olan putperestleri, Yahudi ve Hıristiyanları, öteki sapık inanç sahiplerini batıl inançları bırakıp, beşer fıtratına uygun inanış şekli olan İslam inancını kabul etmeye çağırdı. Başta putperest Mekke soyluları ve eşrafı olmak üzere, bütün insanlığı kainatın Halikı ve alemlerin Rabbi Bir tek Allah’a iman etmeye ve kullukta bulunmaya davet etti. İslam Peygamberi (as), Allah’ın varlığına ve Allah’ı birlemeye, Hz. Muhammed’in (as) O’nun kulu ve Elçisi olduğuna iman eden herkesin kurtuluşa ereceğini bildirdi.

Hz. Muhammed’in (as) daveti dünya-ahiret bütününü kuşatırken, en önemli çağrılarından birini sosyal yaşantıda gerçekleştirdi. İnsanlara öncelikle kendilerine verilen nimetlere bakmayı, bu sonsuz nimetleri veren Kerim ve Mutlak Kudret sahibi varlığı düşünmeyi telkin etti. İnsanları Rablerini tanımaya çağırdı. Kendilerinin akıl, fikir, irade ve hürriyet gibi nimetlerle donatılmış ve en üstün biçimde yaratılmış varlıklar olduklarını; kâinatta bulunan her şeyin işte bu özellikleri sebebiyle insanın emrine verildiğini kavramaya davet etti. Üstün yetenekler ve sonsuz nimetlerle donatılan insan soyunun, gerek kendisine gerekse Yaratıcıya karşı bir takım yükümlülükleri olduğunu hatırlattı. Bu hatırlatmalarda bulunurken, sürekli olarak insanlardan Allah’ı birlemelerini, Allah’ın yolundan başka yola-yollara çağıranlara itaat etmemelerini istedi.

Hz. Muhammed (as), Dinin ve adaletin gerekli gördüğü durum dışında, insanların birbirlerinden farkı olmadığına, dolayısıyla hiçbir kimsenin diğer insanlar üzerinde hakimiyet kurma hakkına sahip olamayacağını söyledi. Aşiret, kabile, kavim ve ırk esasına dayanan bir üstünlük olmadığını, Allah’ı gerektiği şekilde seven ve O’ndan korkulması icap ettiği şekilde korkan kimsenin, insanların en üstünü olduğunu söyledi. Ayrıca o, Müminlerin kardeş olduklarını, karşılıklı sevgi ve saygı bağlarıyla birbirlerine bağlı bulunduklarını, yardımlaşma ve dayanışma içinde olmaları gerektiği hususları bildirdi. Aile kurumunu, toplum düzenini ve insan haklarını vahyin ilkelerinde korumayı öğretti.

Hz. Muhammed’in (as) önemli çağrılarından birisi de ekonomik yaşantı alanında oldu. İslam dini, çalışmanın ve faydalı işler yapmanın, emek karşılığı rızık kazanmanın ekonomik düzenin temelini oluşturduğunu deklare etti. İslam Peygamberi (as), çalışmayı, kazanç sağlamayı, ilim öğrenmeyi, ruh ve bedeni geliştirmeyi, yetişmiş olgun kişiler olmayı telkin etti. Bugünün finans sektörü olan parayı para karşılığı satmayı, Faiz ve tefeciliği, karaborsacılığı, serbest pazar ekonomisini, israfa ardına kadar kapı açan tüketim için üretimi, stokçuluk yaparak fırsatçılığı, büyük balık küçük balığı yutar, insan insanın kurdudur anlayışını, düşene bir tekme daha vurulmasını, İslam’ın öngördüğü insanlık dışı bütün davranışların kesinlikle yasak olduğunu bildirdi. Rızkın emek karşılığında meşru yollardan kazanılması gerektiğini öğütledi. Herkese sadece çalıştığının karşılığının olduğunu, her insanın kazancı karşısında rehin olduğunu gelen vahiylerle hatırlattı. Bu hatırlatmalar, bu dünya kazancına ilişkinlik gösterirken, ahiret hayatını da aynı derecede hatta çoğu zaman bir adımda öne taşıdı.

Hz. Muhammed’in (as) çağrısının en önemli bölümlerinden, hatta merkezde olan diğer çağrısında, şüphesiz, ahiret hayatı yer aldı. Bu dünya hayatının geçici ve fani olduğu, insanın öldükten sonraki hayatının daimiliğine hassaten dikkat çekti. İslam insanlara yaptığı çağırıda, Allah’ın insanı öldükten sonra diriltmeye ve sonsuz bir hayata kavuşturma kudretine sahip olduğuna iman etmeye davet etti. Öldükten sonra dirilmeye, Kıyamet Gününe, hesaba, cennet ve cehenneme iman etmenin gerçekten insanı doyuracağına ve gönlünü yatıştıracağına dikkat çekti.

İslam çağrısını gerçekleştirmeye başladığı andan itibaren merkeze Allah’ı birlemeyi ve ahirete imanı koydu. “Bu çürümüş kemikler mi tekrar diriltilecek?” diyen Mekke cahiliyesine karşı, çeşitli misallerle yeniden dirilmeye, vahyin öğretisi olan akli delillerle, akıllarını kullanarak iman etmelerini istedi. Ahiret merkezli bir düzenin Allah’ın birliği esasına dayalı olarak kurulması, İslam çağrısının temelini oluşturmaktaydı.

Özet olarak söyleyecek olursak, yeni Din öncelikle insanların mevcut zihniyeti, düşünce yapısı, din ve ilah anlayışına karşı çıktı. Bu karşı çıkış, o günün geleneksel anlayışını kuşattığı gibi, bu günün modern-postmodern hayat tasavvurunu da ele almaktan geri durmadı. Mevcut psikolojik ve sosyolojik, batıl inanç ve ekonomik değerlerini yıkmaya, yanlış yolda seyreden beşer zihniyetini ıslah edip gerçek ve doğruya yönlendirmeye çalıştı. O dönem insanlarının fert, aile ve toplum anlayışını, bu tür yaşantılarla ilgili tutumunu değiştirip, yerine karşılıklı hak ve vazife, sevgi ve saygı, adalet anlayışına dayanan İslam aile ve cemiyet düzenini yerleştirmeyi amaçladı. Sağlam inanç, güzel ahlak ve vahyin öngördüğü adalet ilkelerine dayalı erdemli bir toplum var etmeyi hedef aldı.

Başka bir deyişle İslam’ın çağrısı insanı gerçek varlığına, Kur’an’da ifadesini bulan asil hüviyetine döndürmeyi temel ilke edindi. Zira Kur’an çağrısının merkezinde insan özne olarak yer almaktaydı. Kur’an insanın tabiatını, yaratılışını, beşer değerini, güç ve kabiliyetini, anlayış ve iradesini, inançlılığını ve inançsızlığını, yücelişini ve düşüşünü vb. yönlerini veciz bir tarzda ele almaktaydı.

Öyle ki, Kur’an kendisini, bütün insanlığa gönderilmiş “Kurtuluş Kaynağı” olarak takdim eder. Nitekim Yüce Allah İsra suresinde, Kur’an’ın insanı en doğru yola ilettiğini ifade etmektedir. İşte bu yüce çağrı, insanları Allahsızlıktan, Allahsız alanlar oluşturmaktan, Allahsız vahalarda dolaşmaktan,  çok tanrıcılıktan, putperestlikten ve maddecilikten uzaklaşmaya, bir olan Allah’a ve Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna iman etmeye davet etti.

Bu çağrı ilk başladığı günkü ilke ve hassasiyetlerini nasıl koruyup sürekli tazeliğiyle gündemde tutmuş ise, bugünde aynı çağrı, aynı hassasiyetle ve aynı tazeliğiyle varlığına olan ihtiyacı hissettirmektedir. Bütün yeryüzünün varlığına olan muhtaçlığını, yaşanan merhametsiz çağda bütün insanlığın gözlerinin önünde sergilemektedir. Modern dünya düzeninin kuşattığı yeryüzü insanlığı, yer ve gökyüzü, her türlü yaratılmış eşya ve hayvanat, bu çağrının soluk veren kuşatıcılığına ve sonsuz merhametine aynı oranda ihtiyaç duymaktadır.

Bütün yeryüzünün İslam’a olan ihtiyacını her çağda haykıran-haykırmaya çalışan birileri her zaman olmuştur. Hazzın, hızın, merhametsizliğin, sevgisizliğin, pragmatistliğin, vicdansızlığın, sınırsız üretim ve tüketim ahlaksızlığının olduğu merhametsiz çağda da bu ulvi görevi yerine getirecek olan İslam Dininin mü’minleri olacaktır. Müslümanlar yaşadığımız merhametsiz çağın idrakine Hak olan hakikati haykırmalıdır. Resulullah’ın (as) bize işaret ettiği yolda ilerleyerek, öncelikle kendimizden başlayarak yeryüzünün yeniden ıslah ve inşasına talip olmalıyız. Sadece Müslümanlar değil, bütün insanlık Müslümanlardan çok şey bekliyor.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.