islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3695
EURO
35,0258
ALTIN
2.325,72
BIST
9.120,09
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
23°C
İstanbul
23°C
Az Bulutlu
Cumartesi Az Bulutlu
22°C
Pazar Parçalı Bulutlu
22°C
Pazartesi Az Bulutlu
24°C
Salı Az Bulutlu
18°C

MUBÂREK EL-‘ASR SÛRESİNE YORUMSAL BİR YAKLAŞIM-1

MUBÂREK EL-‘ASR SÛRESİNE YORUMSAL BİR YAKLAŞIM-1
2 Mart 2023 09:00
A+
A-

Yaşadığımız deprem felâketi doğrultusunda mubârek el-‘Asr sûresini duruma özgü yorumsal bir yaklaşımla ele almamızın gerekli ve faydalı olacağını düşünüyorum.

Önce, her zaman yaptığımız gibi, mubârek el-‘Asr sûresinde geçen kelimeleri/kavramları tek tek ele almakla başlayalım işe.

  • ‘asr kelimesinin/kavramının kök anlamı “bir şeyin sıkılması neticesinde çıkan özsuyu ve geriye kalan posası”dır. İkindi vaktine ‘asr denmesinin sebebi de âdetâ “günün özütünün/özsuyunun ortaya çıktığı zaman dilimi” olmasındandır. Çağa ‘asr denmesinin sebebi de budur: insanlık tarihinde belli bir özün ortaya çıktığı dönem – yâni, sayısal anlamda yüz yıl ile sınırlı ve de kısıtlı bir zaman dilimi değil!

Merhûm üstâd Muhammed Esed ise tefsir notlu meâlinde ‘asr kelimesinin/kavramının taşıdığı çok önemli bir özelliğe/anlam boyutuna daha dikkatimizi çeker: “‘Asr terimi, ölçülebilir, birbirlerini izleyen devrelerden oluşan zamanı gösterir. Dehr ise, başı ve sonu olmayan sınırsız zamanı, yâni, mutlak zamanı anlatır. Bu nedenle ‘asr, zamanın akıp gidişini, yeniden, bir daha yakalanamayacak olan zaman kavramını içerir.”

husr kelimesi/kavramı aslı ve özü itibâriyle mubârek Qur’ân’da geçen “ticârî-ekonomik kavramlar”dan biridir ve öncelikle “anamal-anapara dâhil her şeyin

  • tamamen kaybedildiği büyük iflâs” anlamını taşır. Bu bağlamda Arabcadaki alt-çağrışımı “korkunç bir mahvoluş”tur. Türkçemizde özellikle ve öncelikle “uğranılan çok büyük bir maddî zarar”ı belirtmek için kullanılan hasar kelimesi/kavramı da husr kelimesi/kavramıyla aynı kökten gelmektedir. Bâzı mubârek âyet-i kerîmelerde husr kelimesi/kavramı yalnızca “ticârî-ekonomik” yâni, “maddî anlam boyutu” ile yer alır:
  • Ve andolsun, bütün ticârî-ekonomik ilişkilerinizi apaçık, gözle görülebilir bir adâletle dik ve diri tutun ve andolsun, asla kimsenin, sahip olduğu tüm mal varlığını tamâmen kaybettirerek korkunç bir mahvoluşa sürükleyen tam bir iflâsa uğramasına yol açmayın! 55 er-Rahmân 9 (Mekke Dönemi 3. yıl/7. sıra)
  • Bir kişinin hakkını-payını tam olarak vermeyenlerin vay hâline, yazıklar olsun onlara! Onlar her türlü kargaşanın, karmakarışıklığın tetiklediği ya da yol açtığı yaygaracı bir telaş içinde ileri-geri sağa-sola koşuşturan insanlardan kendilerine bir şey aldıkları zaman, onlara sıkıntı veren bir yük bindirmiş olmayı hiç umursamadan, ölçünün yalnızca kendi çıkarları doğrultusunda olması için ellerinden gelen her şeyi tam tamına yaparlar! Ve andolsun ki, onlar insanlar için herhangi bir şeyi ölçtükleri ya da tarttıkları zaman onların, sahip oldukları tüm mal varlıklarını tamâmen kaybettirerek korkunç bir mahvoluşa sürükleyen tam bir iflâsa uğramalarına yol açarlar!

83 el-Mutaffifîn 1-2-3 (Mekke Dönemi 3. yıl/28. sıra)

  • Her türlü ticârî-ekonomik ilişkinizde dürüstlük ölçüsünü daima tam tutun ve andolsun, insanları sahip oldukları tüm mal varlıklarını tamâmen kaybettirerek korkunç bir mahvoluşa sürükleyen tam bir iflâsa uğratanlardan asla olmayın!

26 eş-Şu’arâ 181 (Mekke Dönemi 3. yıl/31. sıra)

  • sâlih ‘amel mubârek Qur’ân’ın en önemli kavramlarından biridir. Kavramsal olarak “Hakk Dîne îmânın gereği olan geliştirici-ıslâh edici işlerin Hakk ve Hakîkat doğrultusunda ve kasıtlı olarak, bilerek-isteyerek dürüst ve erdemli bir şekilde gerçekleştirilmesi” anlamını taşır.

Islâh etmek, bozulmuş/yozlaşmış bir şeyi ya da durumu, öncelikle yeniden düzeltmek ama buna ilâveten, yeniden bozulmasını önleyebilmek için de kalitesini arttırmak, daha iyi hâle getirmek” demektir. Arabcada ve yakın zamana kadar Türkçemizde de savaşın ya da herhangi bir çatışmanın zıddı olan “barış” için sulh kelimesinin/kavramının kullanılması da bundandır: sulh yalnızca savaşı ve/veya çatışmayı durdurmak ya da engellemek değil, savaşa ve/veya çatışmaya yol açan sorunların da giderilerek ortadan kaldırılması, böylece yeniden bir savaşın ve/veya çatışmanın ortaya çıkmasını engelleme çabası ortaya koymaktır.

‘Amel “kasıtlı olarak, bilerek-isteyerek yapılan işler”dir. Gerçekleştirilen, yapıp-edilen her türlü iş” genel anlamına sahip fi’ilden farkı budur. Dolayısıyla ‘amel beraberinde ciddî bir sorumluluk getirir! Değer bakımından yeterli karşılığı (Arabcasıyla “cezâ”sı) – iyi ya da kötü – ona göredir.

Bir şekilde iyilikte bulunmak ve/veya bozulmuş/yozlaşmış bir şeyin ya da durumun yeniden bozulmasını önleyebilmek için kalitesini arttırmak amacıyla girişilen bir eylemin sâlih ‘amel kategorisine girebilmesi için salt kişisel görüşe ve/veya beşerî bir ideolojiye dayanılarak yapılmamış olması gerekir. Sâlih ‘amel mutlaka Hakk ve Hakîkat’in bildirdiği ölçüler ve değerlere dayanmak, Hakk ve Hakîkat’in koyduğu kurallara uygun bir şekilde gerçekleştirilmek zorundadır! Bu yüzdendir ki, mubârek Qur’ân’da sâlih ‘amel kavramı, hep îmân kavramıyla birlikte geçer. Bir başka deyişle, Hakk Dîn’ne îmân etmiş olmayanın ameli sâlih olmaz, olamaz!

  • Tavsiye kelimesi/kavramı “yaptırım gücü olan bir bildirim” Ne var ki, Türkçemizde artık pek yaygın olmasa da hâlâ kullanılmakta olan tavsiye kavramı Arabcada taşıdığı kesinlik boyutunu iyice yitirmiş, deyim yerindeyse, yumuşamıştır. Yine günümüzde hâlâ kullandığımız vasiyet/vasiyetnâme/vesâyet kavramları da aynı kökten gelir. Kişinin vasiyetnâmesi, beşerî hukukta bile değiştirilmesi mümkün olmayan bir bildirim olarak kabul edilir.
  • hakk kelimesini/kavramını “Ebedî ve Ezelî olan Mutlak ve Nihâî Hakîkat” diye açarak meâllendirmeyi uygun gördüm. ALLAH’ımız, celle şânuhu, el-Hakk’tır, yâni “Ebedî ve Ezelî olan Mutlak ve Nihâî Hakîkat’in Ta Kendisi”dir.

bi’l-hakk ifâdesi ise “Ebedî ve Ezelî olan Mutlak ve Nihâî Hakîkat doğrultusunda ve ona uygun olan”dır.

  • sabr mubârek Qur’ân’da geçen en önemli kavramlardan biridir. Kök anlamı “bir şeyi zor şartlar altında alıkoymak”tır. Günümüzdeki kullanımda, ne hazindir ki, bambaşka bir kavram olan tahammül anlamında ve sık sık da onun yerine kullanılmakta, dahası, sabra tahammül anlamı bulaştırılmakta hattâ yüklenmektedir! Tahammül, “taşımak” demektir. Gündelik Türkçemizdeki “hâmile” (“karnında çocuk taşıyan kadın”) ve “hamal” (doğrusu: hammâlyük taşıyan kişi”) kelimeleri buradan gelir. Dolayısıyla tahammül, “bir yükü taşıyabilme kapasitesi”dir. Türkçesi, muhteşem bir ifâde olan “katlanmak”tır: insan bir yükün altında iki büklüm olur, yâni, “katlanır”. Tahammül, deyim yerindeyse “pasif/edilgen” bir hâldir: bir yükü yüklenen kişi onu taşıyabildiği kadar taşır; taşıyamaz hâle gelince çöker-yıkılır. “Aktif/etkin ya da eylemli” bir tavır ve tutum olan sabra, tahammül anlamının bulaştırılmış ve yüklenmiş olması Mü’min/Mü’mine Muslimanı başına gelen her şeye, içinde düşürüldüğü her duruma “katlanır” hâle getirmiş, önce mânevî, giderek de maddî dinamizmini kırmıştır! Bu vahim hatayı elimizden geldiğince düzeltmek için sabr kavramını “şartlar ne olursa olsun Hakk Dîne îmânın gereği olan tavrı gösterip, duruşunu bozmamak” şeklinde meâllendirmeyi uygun gördüm.

Sabr zordur! Önce sağlam bir bilinç, sonra da gereken tavrı sergileyebilmek için sağlam bir kararlılık ve maddî/mânevî güç gerektirir. Bu yüzden ALLAH’ımız, celle şânuhu, tahammül edenlerle değil, sabr edenlerle birlikte olduğunu bildirir bize (8 el-Enfâl 46 ve 66; 2 el-Baqara 153 ve 249).

* * *

Mubârek el-‘Asr sûresini deprem felâketi bağlamında ele almadan önce mubârek er-Rahmân sûresinin 9., mubârek el-Mutaffifîn sûresinin 1. ilâ 3. ve mubârek eş-Şu’arâ sûresinin 181. âyet-i kerîmelerini deprem felâketi bağlamında ele alalım.

  • Ve andolsun, bütün ticârî-ekonomik ilişkilerinizi apaçık, gözle görülebilir bir adâletle dik ve diri tutun ve andolsun, asla kimsenin, sahip olduğu tüm mal varlığını tamâmen kaybettirerek korkunç bir mahvoluşa sürükleyen tam bir iflâsa uğramasına yol açmayın! 55 er-Rahmân 9 (Mekke Dönemi 3. yıl/7. sıra)
  • Bir kişinin hakkını-payını tam olarak vermeyenlerin vay hâline, yazıklar olsun onlara! Onlar her türlü kargaşanın, karmakarışıklığın tetiklediği ya da yol açtığı yaygaracı bir telaş içinde ileri-geri sağa-sola koşuşturan insanlardan kendilerine bir şey aldıkları zaman, onlara sıkıntı veren bir yük bindirmiş olmayı hiç umursamadan, ölçünün yalnızca kendi çıkarları doğrultusunda olması için ellerinden gelen her şeyi tam tamına yaparlar! Ve andolsun ki, onlar insanlar için herhangi bir şeyi ölçtükleri ya da tarttıkları zaman onların, sahip oldukları tüm mal varlıklarını tamâmen kaybettirerek korkunç bir mahvoluşa sürükleyen tam bir iflâsa uğramalarına yol açarlar!

83 el-Mutaffifîn 1-2-3 (Mekke Dönemi 3. yıl/28. sıra)

  • Her türlü ticârî-ekonomik ilişkinizde dürüstlük ölçüsünü daima tam tutun ve andolsun, insanları sahip oldukları tüm mal varlıklarını tamâmen kaybettirerek korkunç bir mahvoluşa sürükleyen tam bir iflâsa uğratanlardan asla olmayın!

26 eş-Şu’arâ 181 (Mekke Dönemi 3. yıl/31. sıra)

Mubârek er-Rahmân sûresinin 9. ve mubârek eş-Şu’arâ sûresinin 181. âyet-i kerîmelerinde “her türlü ticârî-ekonomik ilişki” diye açarak meâllendirmeyi uygun gördüğüm kelime/kavram, genellikle öz anlamı olan “ölçü” ve/veya “ölçek” olarak meâllendirilen el-kiylu [١لكِيْلُ] kelimesi/kavramıdır. Çünki kanaatime göre “ölçü” ve/veya “ölçek” kelimesi/kavramı “her türlü ticârî-ekonomik ilişki”de kaçınılmaz olarak kullanılan “birim”e işâret eder.

Mubârek el-Mutaffifîn sûresinin 2. âyet-i kerîmesinde geçen ve genellikle “Onlar, insanlardan bir şey aldıkları zaman tam ölçüp tartarlar” (Bayraktar Bayraklı) ya da “Onlar, alırlarken tam olarak ölçer, tartarlar” (Erhan Aktaş) ya da “İnsanlardan alırken ölçünün tam olmasını isterler” (Süleymaniye Vakfı) ya da “Kendileri başkalarından alacakları zaman noksansız isterler” (Mustafa İslâmoğlu) diye meâllendirilen ifâdeyi “Onlar her türlü kargaşanın, karmakarışıklığın tetiklediği ya da yol açtığı yaygaracı bir telaş içinde ileri-geri sağa-sola koşuşturan insanlardan [النَّاسُ][1] kendilerine bir şey aldıkları zaman, onlara sıkıntı veren bir yük bindirmiş olmayı hiç umursamadan, ölçünün yalnızca kendi çıkarları doğrultusunda olması için ellerinden gelen her şeyi tam tamına yaparlar!” diye açarak meâllendirmeyi tercih edişim merhûm üstâd Zemahşerî’nin bu ifâdeye getirdiği açıklamadan kaynaklanmaktadır.

Depremin mal ve can kaybına yol açan büyük bir felâketin yaşanmasına yol açmış olması, büyük ölçüde yerleşimlerin ve konutların salt maddî çıkarlar doğrultusunda hareket edilerek inşa edilmiş olmalarındandır[2].

Sözkonusu mubârek âyet-i kerîmelerdeki İlâhî Uyarı, kelimenin tam anlmıyla hiçe sayılmış, dolayısıyla da mal ve can kaybına yol açan büyük bir felâketin gerçekleşmesi kaçınılmaz hâle gelmiştir!

* * *

Gelelim mubârek el-‘Asr sûresini deprem felâketi bağlamında ele almaya…

Bunun için mubârek el-‘Asr sûresinin genel bağlamını, yaşanan duruma uygulamamız gerekecektir.

  • İşte, zamanın akıp gidişine, dolayısıyla da akıp geçen zaman içinde yaşananların ve içinde yaşamakta olduğun çağın, dolaysıyla da kazanmış olduğun tecrübe ve bilgi birikiminin üzerine yemin ederek dikkatini çekiyorum senin ki, bununla hangi Hakîkat’e işâret ettiğim üzerinde düşünesin!

Şu kesin bir gerçek ki, insanlar, yalnızca kendi çıkarları doğrultusunda hareket edenler yüzünden kesinlikle, sahip oldukları tüm mal varlıklarını tamâmen kaybettirerek korkunç bir mahvoluşa sürükleyen tam bir iflâsa uğramaktadır!

Onları bu duruma düşmekten kuratabilecek olanlar, yalnızca, Hakk Dîn’e îmân etmiş ve Hakk Dîn’e îmânlarının gereğince yaşamayı ve andolsun ki, Hakk ve Hakîkat doğrultusunda ve Hakk Dîn’in gereği olan geliştirici-ıslâh edici işleri, kasıtlı olarak, bilerek-isteyerek dürüst ve erdemli bir şekilde gerçekleştirmeyi bir hayat tarzı ve ilkesi hâline getirmiş olanlar ve andolsun ki, birbirlerine Ezelî ve Ebedî olan Mutlak ve Nihâî Hakîkat’i, Ezelî ve Ebedî olan Mutlak ve Nihâî Hakîkat doğrultusunda ve ona uygun olanla mutlaka yerine getirilmesi için bildirmeyi ve andolsun ki, birbirlerine şartlar ne olursa olsun Hakk Dîn’e îmânın gereği olan tavrı gösterip, duruşunu asla bozmamayı, şartlar ne olursa olsun Hakk Dîn’e îmânın gereği olan tavrı gösterip, duruşunu asla bozmayarak bildirmeyi bir hayat tarzı ve ilkesi hâline getirmiş olanlardır!

Bu mubârek el-‘Asr sûresinin genel bağlamının dışına çıkmayan ama yaşanan deprem felâketi durumuna özgü bir yorumsal yaklaşımdır.

* * *

Mubârek el-‘Asr sûresinin Medresemiz tarafından benimsenmiş olan genel bağlamdaki meâllendirilişinin düz metin hâli:

İşte, her şeyin olgunlaşıp artık özünün alınabilir hâle geldiği aşamaya ulaştığı için, çağa, döneme, ikindi vaktine ve en genel mânâda zamanın akıp gidişine yemin ederek dikkatini çekiyorum senin ki, bununla hangi Hakîkat’e işâret ettiğim üzerinde düşünesin! Şu kesin bir gerçek ki, insan kesinlikle husrandadır, yâni ALLAH’ın her insana bahşettiği Mü’min/Mü’mine bir Musliman olabilme fıtrat, yâni, yaradılış özelliği sermâyesini tamamen kaybedip, geri dönüşü olmayan tam bir iflâsa uğramıştır!

Ancak Hakk Dîn’e îmân etmiş ve Hakk Dîn’e îmânlarının gereğince yaşamayı ve andolsun ki, Hakk ve Hakîkat doğrultusunda ve Hakk Dîn’in gereği olan geliştirici-ıslâh edici işleri, kasıtlı olarak, bilerek-isteyerek dürüst ve erdemli bir şekilde gerçekleştirmeyi bir hayat tarzı ve ilkesi hâline getirmiş olanlar ve andolsun ki, birbirlerine Ezelî ve Ebedî olan Mutlak ve Nihâî Hakîkat’i, Ezelî ve Ebedî olan Mutlak ve Nihâî Hakîkat doğrultusunda ve ona uygun olanla mutlaka yerine getirilmesi için bildirmeyi ve andolsun ki, birbirlerine şartlar ne olursa olsun Hakk Dîn’e îmânın gereği olan tavrı gösterip, duruşunu asla bozmamayı, şartlar ne olursa olsun Hakk Dîn’e îmânın gereği olan tavrı gösterip, duruşunu asla bozmayarak bildirmeyi bir hayat tarzı ve ilkesi hâline getirmiş olanlar hariç – onlar husrâna, yâni ALLAH’ın her insana bahşettiği Mü’min/Mü’mine bir Musliman olabilme fıtrat, yâni, yaradılış özelliği sermâyesini tamamen kaybedip, geri dönüşü olmayan tam bir iflâsa uğramazlar!

 DOĞRUSUNU BİLEN ÂLEMLERİN RABBİ OLAN ALLAH’IMIZDIR, CELLE ŞÂNUHU!

 

[1] Bkz.: unas ile nâs kelimeleri/kavramları arasındaki farkı irdelediğim çalışma.

[2] Bkz.: “Depremin Yol Açtığı Felâket Kader Midir?” adlı yazım.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.