islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5227
EURO
34,8378
ALTIN
2.427,14
BIST
9.689,66
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
22°C
İstanbul
22°C
Az Bulutlu
Perşembe Parçalı Bulutlu
20°C
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
18°C
Pazar Az Bulutlu
19°C

Nankörlük Virüsüne Karşı Şükür Reçetesi

Nankörlük Virüsüne Karşı Şükür Reçetesi

Soru: Hocam; Hatırladınız mı? Bugün nankörlük konusunu işleyecektik?

Ârif: Hatırladım evlat. Haydi sor bakalım?

Soru: Hocam! Nankörlük nasıl bir şey? Bizi biraz aydınlatır mısınız?

Ârif: Nankörlük, nimet nâ-şinaslıktır evladım.

Soru: Yani?

Ârif: Nankörlük, kişinin sahip olduğu nimete karşı sergilediği saygısızlık, eline geçen nimeti inkâr etmesi ve şükretmemesi hâli, gördüğü iyiliğin kadrini bilmemesi ve(ya) görmezlikten gelmesidir. Başkalarının iyiliklerini unutan kişi, kadirbilmezdir. Nimeti veren Yaratan’ı unutmak, O’ndan gelen nimetleri inkâr etmek veya unutmuş görünmek, en büyük nankörlüktür. Kendisine gösterilin iyilikleri unutan, unutmuş görünen, hatırlamak istemeyen veya reddeden kişi, ahlâken sapkın bir karaktere sahip olacağı için, anti-sosyal davranış biçimi sergileyen bir insan tipidir.

Soru: Peki, bir insan nasıl nankör olabilir?

Ârif: Nankörlük durumunu, dalgınlık veya boş bulunma gibi affedilebilir hatalarla izah edemeyiz. İbret verici şeylerden ders almayan, hayatın anlamı üzerine tefekkür etmeyen, her şeyden habersiz bir hâlde yaşayan bir insanın bu durumunu ancak gaflet ile açıklayabiliriz. Hak ve hakikati göremeden ömrünü bilinçsizce geçiren bir insan, gaflet içinde yaşar ve bu gaflet de onu nankörlük virüsüyle buluşturur. Bu virüs de onu inkâr hastalığına sürükler.

Soru: Gaflet ile inkâr arasında nasıl bir ilişki var?

Ârif: İnkâr, nimeti, iyiliği, doğruyu, güzelliği kabul etmeme, tanımama, bilmeme, reddetme, bir şeyi itiraf ve tasdik etmeme, ikrardan uzak kalma ve hakikati, bir türlü kabullenememe hâlidir. Bu durum, kronikleştikçe gafil insan, netice itibariyle iman esaslarını da reddetmeye başlar ve inkâr çukurundan çıkamayabilir.

Soru: Allah korusun. Nankörlük, insana başka ne gibi zararlar verebilir?

Ârif: En büyük zarar, maneviyatını altüst eden iman kaybı değil midir? Diğer zararlar onun yanında hafif kalır. Ama diğer ara zararlar da nihayetine bu inkâr sürecini hızlandırır.

Soru: Nedir bu ara zararlar?

Ârif: Evladım; nankörlük, inkâra, inkâr da kendinle yani ruhunla yabancılaşmaya götürür. Ruhî özelliklerini yitiren insan ise saadet hayatından mahrum olur, ya karamsarlık veya şüphecilik ikliminde boğulur, ya da nihilist düşüncelerin pençesine takılır.

Soru: Nihilist düşünceler mi dediniz? Bundan biz ne anlamamız lazım?

Ârif: Nihilist düşünceler yani nihilizm, manevî değerleri kabul etmeyen, cevheri hiçbir realite olmadığını savunan ve her şeyi inkâr eden bir felsefî görüştür. Metafizik, ahlâkî güç ve kuvvetleri yok sayan, mevcut olan güçlere, değerlere ve sosyal nizama karşı çıkan, hiçbir iradeye boyun eğmeyi ilke olarak kabul etmeyen pesimist bir dünya görüşüdür. Menfî düşüncenin geliştirdiği bir mantıkla insanları ya intihara sürükleyen veya inançsızlığa iten bir akımdır, nihilizm. Bu yönüyle nihilizm, inkârcı-ateist ve her şeye “hayır” diyen buhranlı bir kimsenin ruh hâlini ifade eder. Sosyal ve psikolojik bir hadise olarak nihilizm, ruhî yıkıma ve çöküntüye götüren bir gâyesizliğin, kötümserliğin, ümitsizliğin ve menfîliğin mantığıdır.

Soru: Eyvah eyvah. Nankörlük ile başladık ve şimdi nerelere kadar vardır. Ya Hocam; şu nankörlük virüsünden ve bundan türeyen inkâr ve nihilizm gibi manevî tehlikelerden nasıl arınabiliriz?

Ârif: İşte en önemli soru bu olsa gerek. Nankörlük virüsüne karşı en etkili ilaç, rıza göstermek ve şükretmektir.

Soru: Rıza mı göstermek? Nasıl yani?

Ârif: Rıza, sahip olduğumuz nimetlerle yetinme, başa gelen hadiseler karşısında sarsılmama ve kaderin tecellileri karşısında huzur duyma hâlidir. Bu hâli yaşamak için de Allah’a iman yani O’na teslimiyet şarttır. Bunu manevî yönden elde ettiğimiz de başkalarının üzülüp, müteessir oldukları, şaşırıp dehşete düştükleri olaylar karşısında bizler sükûn içinde oluruz. Mukadderata boyun eğmek, Allah’ın her hükmüne ve her takdirine razı olmak, bunları güzel karşılamak ve âdil bulmak, takva ehlinin bir özelliğidir. Rıza şuuruna erişen bir Müslüman, kendi hâline şükreder ve olumsuz bile olsa durumunu kimseye şikâyet etmez. İslâm ahlâkının da en büyük gâyesi, rıdvanı yani Allah rızasını kazanmaktır. Bir Müslüman, ancak nimette de, musibette de aynı olgun hâlini muhafaza ettiğinde rıdvanı kazanabilir.

Soru: Rızanın yanında bir de hâline şükrederse o zaman bir Müslümanın manevî derecesi daha da artar değil mi?

Ârif: Elbette. Şükür, her halükârda her zaman ve herkes karşı ifa edilmelidir. Yaratana ve iyilikte bulunan herhangi bir kimseye teşekkürde bulunmak, minnettarlık ve kıymetşinaslıktır. Gerçek şükür, kalbî duygularla ve güzel bir söz ile yapılmalıdır. Müminler, Yaratanın tabiî çevre, sağlık, mal-mülk, ebeveyn, evlat, akıl gibi insanlığa sunduğu nimetlere karşı, kalp, söz, ibadet veya tefekkür ile memnunluk gösterir.

Soru: Hocam; Nimetlerin değişik türlerini dikkate alırsak en doğru şükür nasıl yerine getirilmelidir?

Ârif: Sosyal hayatta şükrün hakikî manası, insanın mazhar olduğu nimetin cinsine göre, o nimetin hakkını vermektir. Asıl şükür odur ki, her aza ne için yaratılmış ise, ona sarf etmektir. Her nimetin şükrü, kendi cinsiyle eda edilir. Mesela servetin ve zenginliğin şükrü, zekât vermek, sadaka vermek, yani fakirlere maddeten yardım yapmakla ifa edilir. Bize ilim tahsil etmekte maddî-manevî destekte bulunan anne babamıza, yaptıkları bu iyiliklerinden dolayı sadece onlara teşekkür etmekle kalmamak, yaşlandıklarında veya muhtaç hâle geldiklerinde, onlara aynı şefkatle mukabelede bulunarak yardımcı olmakla hakikî şükrü ifa etmiş oluruz. Yemek yiyip, bittikten sonra “Ya Rabbi şükür elhamdülillah” demekle de hakikî şükür ifa edilmiş olmaz. Her öğün yemeğini afiyetle yiyen bir kimse, eğer takva yolunda yaşamak ve topluma karşı sosyal sorumluluğunu yerine getirmek istiyorsa, ihtiyaç sahiplerine de ikramda bulunup, ziyafet vermelidir ve yoksulları elinden geldiği kadar memnun etmelidir.

Prof. Dr. Ali SEYYAR

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.