Sevgili okuyucu, yüksekokulda okuduğum yıllarda rahmetle ve saygıyla anmam gereken bir hocam vardı: Ömer Çam. Konu başlığı olarak aldığım cümleyi, rahmetli Çam Hoca zaman zaman derslerde kullanırdı:
“Exhibitionizm corporel.” Bu Fransızca iki kelime, Âdem ve Havvaların “bedenlerini teşhir etmesi”demekmiş. Bir de “Mobbing” kavramı var. Bu da, “taciz etmek” demekmiş.
Bu yazımda, bizleri yakından ilgilendiren bu “İki T Sorunu” yani Teşhircilik ve Tacizüzerinde birlikte duralım istedim. Sorular sorup cevaplamaya çalışalım. Cevabını bulamadıklarımızı da uzmanlara soralım.
Cazibe Yasası
Âdem ve Havva’lar olarak bizler de, tıpkı evrende olduğu gibi aynı yasaya tabiyiz. Bu yasa ile dünyada neslimizi ve hayatlarımızı sürdürmekteyiz.
Âdem ile Havva’lar arasındaki bu cazibe yasasının icrası; aşkın tezahürü, elbette belli kurallara bağlanmış, mahremiyet içinde olması istenmiştir. Bir adı da “RAB” olan yüce Muallim (Öğretmen), bu aşkın icra edilişinin ana çizgilerini belirlemiştir.
O’nun koyduğu bu kuralları, Kitaplılarbilmişler ve yasanın gereklerine uymuşlar, duygularını da şarkı sözlerine şöyle yansıtmışlardır:
“Söyleyemem derdimi kimseye, dermân olmasın diye
İnleyen şu kalbimin sesini ağyâr duymasın diye.”
Çağdaş İnsanın Yaptığı
Ama görüyoruz ki, çağdaş insan bu yasaları takmaz olmuş, cazibe yasasını da, aşkı da sulandırmış, mahremiyeti kaldırmış, özel hayatı alenileştirmiştir.
Bu çağda Havvaların bir kısmı, kişiliklerini değil; dişiliklerini ön plana çıkarmayı amaçlar olmuştur sanki.
Çağdaş insan, nasıl ki, doğal olan beslenmeyi obeziteye dönüştürdüyse; en tabii hakkı olan cinselliği de rayından çıkarmış gibi görünüyor.
Çağdaş insan, teşhirciliği ve hedonizmi/zevk felsefesi/ zirveye doğru tırmandırıyor maalesef.
İnsanlık böylesi çıplaklık ve teşhirciliği, geçmiş dönemlerinde yaşamış mıdır bilmiyorum.
Çıplaklar kampı ayrı bir dünya, en mahrem yerlerinin hizasına gelen eteklerle bacaklar açılarak teşhircilik ayrı bir âlem, göğüslerin çatallarını gösteren tişörtlerle başlayan teşhircilik ise bir başka âlem.
Tabii bir de, Âdemlerin teşhirciliği var. Er kişilerin kılık ve kıyafetlerine özen göstermeleri tabii bir görevken bu çağda bir de “metro seksüellik” denen bir akım başladı öbür yanda.
Manzara Korkutucu
Âdem ve Havvaların bu tarz tutumları gayretullaha dokunur diye düşünüyorum.
Taşkınlıklarımızın ve sorumsuzluklarımızın, bizleri savaşların, kardeş kavgalarının, etnik ve mezhep çatışmalarının kucağına atmasından korkuyorum.
Bizler gündelik oyun ve oynaşta iken, tıpkı Pompei’de olduğu gibi, volkanik ateşlerle, sel gibi akıp gelen kor yığınlarıyla uyarılmaktan endişe ediyorum. Tüm yapılarımızı, malımızı mülkümüzü ve dahi canımızı tarumar eden depremlerden, tsunamilerden, kasırgalardan, sel felaketlerinden ve hortumlardan sakınıyorum.
Âd ve Semud’un, Lût kavminin uğradığı kötü akıbetlerle karşı karşıya kalabiliriz kuşkusunu taşıyorum.
Kâbe’yi Niçin Çıplak Tavaf Ediyorlardı?
Tarihin çeşitli dönemlerinde Âdem ve Havvaların çıplaklığından söz edilir. Meselâ; İslâm gelmeden önce Müşrikler, Kâbe’yi çırılçıplak ziyaret ederlermiş. Onların amaçları, teşhircilik değil; günah işledikleri, kötülük yaptıkları gündelik giysilerle putlarının karşısında durmamak içinmiş.
Yine biliyoruz ki, Atamız Hz. Âdem ve Havva cennette; “Şu ağaca yaklaşmayın”şeklindeki İlâhî buyruğa uymamalarından dolayı çırılçıplak hale gelmişlerdi. Bunun amacı da, onlara bir ikaz ve bir ceza idi.
Avcılık, toplayıcılık ve tarım dönemlerimizde de belki çıplaklık vardı, ama o çıplaklığın amacı büyük bir ihtimalle teşhircilik değildi.
Velhasıl Sorularımız Var
Çağdaş çıplaklığın amacını anlamakta zorlanıyoruz gerçekten. Teşhirciliğin altında yatan psikolojik sebepler nelerdir, cinsellikle bir bağlantısı var mıdır? Şimdi çağdaş psikolog, psikanalist, hukukçu ve ilahiyatçılardan yanıtlar bekliyoruz:
Yaratan’ın koyduğu mahremiyet ilkelerine ne denli riayet edebiliyoruz?
Güneş ışınlarından, denizin suyundan plajlarda hangi tarihlerden beri müştereken yararlanıyoruz?
Bu yararlanma hayatın olmazsa olmazları arasında mıdır? Şayet böyle ise bu ihtiyacı, tahrik ve tacizlere kapı aralamadan, çağdaşlaşmaya halel getirmeden nasıl sağlayabiliriz?
Modern insan, Âdem ve Havvalar olarak aynı çatı altında, aynı şirkette, aynı fabrikada bir arada iş ve üretim yapmaktadır. Bu durum, üstlerin astlarını taciz etmesine yol açmaktaymış. Böylesi bir ortamda, birilerinin teşhircilik yapması, işveren veya üstlerin mobbing /taciz/ yapmalarına kapı aralamakta mıdır?
Çalışan Havva’ların teşhircilik yapması, patron veya üstlerinden gelebilecek baskı ve tacizi (mobbing) hafifletmeyi, ya da işten kaytarmayı veya terfi etmeyi mi amaçlamaktadır?
Etki ve tepki yasası gereğince teşhircilik, tacizciliği körüklemekte midir?
Bu arada Âdemlerin, büyük kentlerimizin otobüslerinde, tren, tramvay ve metrobüslerinde Havvaları taciz etmeleri ayrı bir problem. On binlerce Havva, bu durumdan şikâyetçi olmasına rağmen, ilgililerin “Pembe Otobüs” projesini uygulamaya koymamalarının mantığı nedir acaba? Birilerinin “laiklik elden gidiyor” feryatlarından mı korkuyorlar dersiniz?
Hele bir de, kendilerini tesettürlü zannedip, cazibe yasası gereğince âdemlerin gözlerinin odaklandığı noktaları teşhir etmelerinin altında yatan dürtü nedir? İlahiyatçılarımız, bu tarz tesettürün sakıncalarını bilimsel olarak bu inançlı insanlara nasıl anlatabilirler?
Üç “G” dahil, tüm cazibe merkezlerini açık veya kapalı teşhir eden bir Havva’ya, bir âdem gayri ihtiyari göz dikse ve iltifat kabilinden bir iki söz söylese bu âdem “TACİZCİ” gerekçesiyle yasalarımızca derdest edilir mi acaba?
Şayet derdest edilirse, bu, cazibe yasasına aykırı bir davranış olmaz mı? Bunu yasa veya hukukla nasıl bağdaştırabiliriz?
Genç Âdemlere: “Kardeşim, sen aldırma cazibe yasasına. Bakma sağına soluna. Gözlerini çevir odak noktalarından; devam et yoluna, bak işine,”demek, ne kadar teskin edici ve bu soruna ne denli çözüm getiricidir?
Bir anekdotla yazımızı bitirelim:
Mahremiyet Timsali Nine
Teşhirciliğin ve tacizciliğin olmadığı bir zamanlar, hayâ, namus, mahremiyet kavramlarının zihinlerde bir başka şekilde anlam kazandığı insanlar varmış bu topraklarda.
Yaşlı Emine teyze, abdest alıp yüzünü yıkadığı, taharet yaptığı bakır ibriğini su sızdırdığı için birkaç defadır lehimciye götürür. Lehimci bakar ki, ibrik yamalı bohçaya dönmüştür. Ve:
– “Emine Teyze, bu ibrik iyice eskidi, kevgire döndü. Uğraşıp durmayalım bununla. Gel, ben sana yepyeni bir ibrik vereyim,” der teyzeye.
Emine teyze bu teklifi memnuniyetle kabul edecekken, maalesef olumsuz cevap verir:
– “Olmaz yavrum, olmaz! Bir başka ibrik kullanamam.”
Lehimci, bu ibriğin babadan kalma bir hatıra filan olduğunu düşünür, ama sormadan da edemez:
– “Neden, neden olmaz Emine Teyze!”
Emine Teyze, biraz da hicap duyarak evladı yaşındaki lehimciye cevap verir:
– “Evlâdım, benim mahrem yerlerimi, bir merhum eşim gördü, bir de bu ibrik. Bir başka ibriği kullanmaya gönlüm razı olmaz….”
Bu da pek mi çağdışı bir hikâye oldu? Ne dersiniz?
Sorularımıza doğru cevaplar, sorunlarımıza sağlıklı çözümler bulmamız dileklerimle kalınız sağlıcakla….
Not:Yazı kısman özetlenmiştir. Tam metin yazarın köşesinde okunabilir
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi