islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4682
EURO
34,7369
ALTIN
2.440,30
BIST
9.933,49
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Az Bulutlu
Cumartesi Yağmurlu
16°C
Pazar Az Bulutlu
18°C
Pazartesi Az Bulutlu
18°C
Salı Az Bulutlu
18°C

Allah Katında Kum Tanesi Kadar Güçsüz Olduğumuzu Nasıl İdrak Edebiliriz?

Allah Katında Kum Tanesi Kadar Güçsüz Olduğumuzu Nasıl İdrak Edebiliriz?

Maraton Koşucusu Alper Dalkılıç: Her Şeye Hükmettiğini Düşünen İnsanoğlu Dağlarda Bir Kum Tanesi Gibi

Bugün ulusal ve uluslararası birçok başarıya imza atan, Türkiye’nin önde gelen Ultra Maraton koşucularından Alper Dalkılıç ile yapılan bir söyleşide Dalkılıç şu tespitlerde bulundu: “…Dağlar fotoğraf için çok uygun yerler, özellikle görsellerde insan öğesinin de olmasına dikkat ederim doğada. Anlıyorsunuz ki her şeye hükmettiğini düşünen insanoğlu dağlardaki fotoğraflarda bir kum tanesi gibi. İkisi de aynı karede olmazsa olmaz. Farklı zirvelerden çektiğim fotoğraflardan oluşan fotoğraflarımı sosyal sorumluluk projesi kapsamında yıllar öncesinde sergilemiştim…”

Allah Katında Kum Tanesi Kadar Güçsüz Olduğumuzu Nasıl İdrak Edebiliriz?

Muhterem Okuyucularım;

Muhteşem ve vakur görüntüleriyle dağlar söz konusu olduğunda aklımıza hemen Ahzâb Suresi gelmelidir. C. Hak, burada bizlere enteresan bir bilgi vermektedir:

Biz (ezelde) emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Şüphesiz insan çok zalim, çok bilgisizdir. (Ahzâb: 72).

Bu âyetten biz ne anlamalıyız? Demek ki gökler, yerler ve dağlar da bir şuur sahibi ki onlara bir emanet teklif edilmiş. Ne var ki onlar, bu emaneti üstlenmek konusunda çekincelerini koydukları halde insanlar, belki de bu ağır sorumluluğun vebalini taşıyamama endişesi duymadan bu emaneti hemen kabullenivermiştir. Hem “yücelerin en yücesi” (alâ-yi illiyyîn), hem de “aşağıların aşağısı” (esfel-i sâfilîn) konumunda olabilecek nitelikte yaratılan insan, neden bu emaneti kabul etmiş olabilir acaba?

Âyette geçen “emanet” hikmet ve hakikat boyutuyla nedir acaba? Allahu âlem emanetten kasıt, akıl ve mükellef sahibi olan insanın hür iradesiyle Yaratan’a tevhit şuuru ekseninde kulluk görevini ifa etmek olsa gerek. Bu görevi, canlı varlıklar içinde olsa olsa eşrefi mahlûk olması hasebiyle sadece insan yerine getirebilir.

Ama o halde neden C. Hak, bu emaneti üstlenmesinden dolayı insanı zalim ve bilgisiz ilan ediyor? Yoksa burada insanların önemli bir kısmının, bu görevi layıkıyla yerine getiremediğine mi işaret edilmektedir? Meseleye böyle bakılınca dünyada yaşayan insanların ekseriyetinin hakikaten tevhit inancından uzak yaşadıklarını kolaca söyleyebiliriz. İşte mutlak anlamda gaflet içinde bu kesim, Allah indinde gerçekten hem cahil, hem de üstlendikleri emanete hıyanet ettikleri için zalim konumundadır.

İnsana tevdi edilen bu değerli emanet, iyi muhafaza edildiği takdirde insan, onun sayesinde imanın zirvesine ulaşır ve eşref-i mahlûkat olur; hakkını veremezse, şeytana uyarsa aşağıların aşağısına yuvarlanır ve küfür bataklığında kendisini bulur. O halde bu emaneti yüklenme görevi, aklını kalbî duygularla iyi kullanan ve yükümlüğünün şuurunda olan Müslümanlara aittir.

Pek, Müslümanlar da gaflete dalarak, bu emanet sorumluluğunu unutabilir mi? Eğer Müslümanlar da günah deryasına dalar, dünya sevgisini içinden atamazsa ise elbette sorumluluğu ve kulluk görevini unutabilir. Emanet bilincinden uzaklaşma riskinin başında tul-i emel gelir. Hırs, açgözlülük, tama, bitmez tükenmez hırs ve arzular, kişinin iman zayıflığına ve manevî körlüğüne yol açar.

İşte böyle bir insan, kibrinden dolayı uzaktan gördüğü dağlardan bile kendini daha güçlü hisseder. Ama ultra maraton koşucumuz Alper Dalkılıç gibi dağlara tırmanmış olsaydı o gururlu insan, kendisinin ne kadar aciz olduğunu belki de hissedecekti. İbret almak için herkesin yüce dağlara tırmanma şansı olmadığına göre Müslümanlara düşen görev, yaratılış hikmeti ekseninde tefekkür etmek ve emaneti yeninden hatırlamak olacaktır.

Allah Katında Kum Tanesi Kadar Güçsüz Olduğumuzu İdrak Edebilmek İçin, Tefekkür ve Acizlik Duygusu

İnsan, Allah müsaade etmediği sürece haddizatında hiç bir şeye hükmedemez. Dünya ve yeryüzü hâkimiyeti Allah’ın kudretindedir. Ama gâfil insan, bu hakikati göremez. Bu gaflete düşmemek için, insan tefekkür etmelidir. Akıl sahibi olan insan, bu âlemde yaratılmış olan her şeye zihin yormalı, yaşanan ve görülen hadiseleri düşünce süzgecinden geçirmeli ve bunlardan ibret almalıdır. Kişi, nefsine hâkim olmak istiyorsa özellikle manevî tefekkürüne ve vicdanî muhakemeye önem vermelidir. Bu şekilde sezgi gücü (basiret) gelişir. Ruhî olgunluk ele edilebilir.

Diğer yandan insanın potansiyel manevî yeteneklerinin inkişafı, nefsanî zaaflarına çare bulmakla mümkündür. Nefsanî zaafların başında nefsine güvenmenin sonunda aşırı özgüven ve kendini ilahlaştırmak gelir. Özellikle bedenen ve maddeden kendini çok güçlü hisseden insanlar, bu nefis tuzağına düşebilir. Her insan, Yaratan’ın kudreti ve kendisine evvelden çizilmiş olan kader karşısında aslında sonsuz derecede acizdir. İnsan, kendi varlığı ile bizatihi hiçbir kuvvet ve kudrete sahip değildir. Ondaki güç ve manevî melekeler, kendinde seyreden ilahî güce aittir. Bunun şuuruna varmak, ferdi varlığının hiçliğini ve acziyetini idrak etmekle ancak mümkündür.

İnsanın aciz ve çaresiz olup olmadığı, hayatı boyunca kendisine yönelen sosyal risklere karşı ne derece koyabildiğine ve hayallerine ne ölçüde ulaşabildiğine bakılarak anlaşılabilir. İnsan, yaşlılığını belki biraz erteleyebilir ama tamamen ortadan kaldıramaz, hele ölüme karşı bir çare bulması ise hiç mümkün değildir. Gerçekten, birçok maddî yönüyle insan, zannedildiği gibi, güçlü bir varlık değildir. Kendi acziyetini görmeyen gururlu bir insan, içindeki maneviyatı söndürmüş ve şeytaniliği ateşlemiş olur.

Onun için, imanlı bir insan, kibri bırakıp kendisinin her an Allah’a muhtaç olduğunu bilmesi gerekir. Bu dünyada bir kişi, bedenen veya maddeten ne kadar güçlü olursa olsun, ebediyet için muhtaç oldukları karşısından çok yoksun ve acizdir. Ebedî saadet için cennete muhtaç olan insan, geçici bir hayata, imkâna, güce ve saadete sahip olduğundan dolayı sonsuz derece yoksul ve yoksundur. İşte bu şuura varan bir Müslüman, dağlara tırmanmasa da Allah’tan kendisine tevdi edilen emanetin hakkını verebilir.

Prof. Dr. Ali SEYYAR

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.