islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5004
EURO
34,6901
ALTIN
2.496,45
BIST
9.693,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
19°C
İstanbul
19°C
Parçalı Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
20°C
Pazartesi Az Bulutlu
23°C
Salı Az Bulutlu
24°C
Çarşamba Parçalı Bulutlu
22°C

Âmene Fiilinin Harf-i Cerlerinin Anlama Etkisi – I

Kur’an’ın Allah’ın Kitabı olduğunun delillerinden belki de en önemlisi, sahip olduğu kusursuz dil kullanımıdır.

Âmene Fiilinin Harf-i Cerlerinin Anlama Etkisi – I
31 Mayıs 2021 09:28
A+
A-

Erdem Uygan

Kur’an’ın Allah’ın Kitabı olduğunun delillerinden belki de en önemlisi, sahip olduğu kusursuz dil kullanımıdır. Allah’ın indirdiği bir kitabın böylesine kusursuz bir yapıya sahip olması elbette bir zorunluluktur. Kur’an üzerinde Rabbimizin tarif ettiği metotla çalışıldığında bu mükemmellik kendisini her adımda göstermekte ve adeta Kur’an, kendisinin Allah’ın Kitabı olduğunu haykırmaktadır. Kelimeler arasında mutlak manada eşanlamlılık ilişkisinin bulunmayışı, birbirine yakın anlamdaki iki farklı kelimenin mutlaka önemli bir farklılığa işaret etmesi, Allah’ın Kitabının en önemli özelliklerindendir. Buna örnek olarak Kitmân ve ihfâ kavramları verilebilir.[1] Her ikisi de “gizlemek” olarak tercüme edilen kelimeler, aslında önemli farklara sahip iki ayrı gizlemeyi anlatmaktadırlar. Bu farklılık, anlatılan konuyla ilgili çok önemli detayları görmemizi sağlar. Kaldı ki bu iki kelimeyle yakın anlamlı olup, meallere yine gizleme ifadesiyle yansıyan başka kelimelerin de olduğu göz önünde bulundurulduğunda muazzam bir yapıyla karşı karşıya olduğumuzu kavrarız.

Ancak Kur’an’ın dili kullanmadaki kusursuzluğu, lafızların çeşitliliğinden kaynaklanan anlam farklılıklarının çok daha ötesindedir. Kur’an’da aynı kelimenin iki farklı bâbının kullanılması da anlama etki eden, hatta çok önemli bir ayrıntıyı tespit etmemizi sağlayan durumlardan biridir. Bunun örneklerinden biri de inzâl ve tenzîl kavramlarıdır.[2] Her ikisinin de aynı kelimenin farklı formları olması, aralarında ancak detaylı bir çalışmayla tespit edilebilecek önemli anlam farklarının olmasına engel değildir.

Kur’an’ın dili kullanmadaki mükemmelliği bununla da kalmaz. Aynı kelimenin aynı bâbtan ancak farklı harf-i cerlerle kullanımı da anlama etki eden bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durumun en güzel örneklerinden biri de آمن âmene fiilidir.

أمن emn kökünden kelimeler 723 ayette 879 kez yer alır ve Arapça’da bir kelimenin girebileceği hemen her formda karşımıza çıkar. Türkçede de kullanılan emniyet, emin, emanet gibi kelimeler bu köktendir ve merkezinde “güven” anlamı bulunmaktadır. İşte آمن âmene fiili de bu kelimenin if’âl bâbına girmiş şeklidir. Türkçemize de geçmiş olan iman kelimesi آمن âmene fiilinin mastarıdır. Birçok dilde olduğu gibi Arapça’da da bazı fiiller nesne (mef’ul) alırken bir takım harflerle birlikte kullanılırlar. Bu durum İngilizce’deki “look” kelimesinin nesne alırken “at” ile birlikte kullanılması gibidir. Bakmak anlamına gelen “look” kelimesi, bakılacak şeyin öncesinde “at” ifadesi ile birlikte kullanılmak zorundadır. Bu yüzden “kapıya bak” denilecekse “look at the door” denmesi gerekir. Arapça’da da bir çok fiilin kullanımında harf-i cer denilen harfleri kullanmak zorunludur. Mesela “secde etmek, boyun eğmek” anlamlarına gelen سجد secede fiili nesnesini ل lâm harf-i ceri ile almak zorundadır. Yani secde edilecek şeyin öncesine ل lâm harfi eklenir. Örneğin اسجدوا لآدم ifadesinde “Adem’e secde edin” derken secde edilmesi istenen şey (cümlenin nesnesi, mef’ûl) ل lâm harfi ile söylenerek “uscudû LİÂdem” denilmişir.

“İman etti” anlamına gelen آمن âmene fiili de nesnesini harf-i cerle almak zorunda olan fiillerdendir. Bunun için kullandığı harf ب ba harfidir. Yani imân edildiği söylenen şeyin başına bu harf getirilir. Bu sebeple “Allah’a iman ettim” demek için “âmentü Bİllahi” ifadesi kulanılır. Kelime bu kullanımında yaygın olarak bilinen “varlığına inanmak” anlamında değil, türetildiği kökün merkez anlamına uygun olarak “güvenmek” anlamındadır. Allah’a iman etmek O’na güvenmek demektir. Ancak bu kelimenin Kur’an’da küfrün zıttı olarak kullanılması da bu güvenin özel bir güven olduğunu gösterir. Çünkü küfür bir şeyin üzerini örtüp kabul etmemek, tanımamak olduğuna göre iman etmek de Allah’ı, dolayısıyla O’nun dinini tam olarak kabul etmek, benimsemek anlamına gelir. Bu da Allah’a olan güvenin bir göstergesidir.

Fakat Kur’an’da bu fiil incelendiğinde 16 ayette[3] nesnenin (mef’ûl) önüne ب ba yerine ل lâm harfinin geldiği görülür. Hatta aynı ayette hem ب ba ile hem de ل lâm ile kullanıldığı göze çarpar.[4] O halde bu küçücük harf farklılığının anlamda da bir karşılığının olması gerekir. Dili kullanan Allah olduğuna göre bunun aksini beklemek, Allah’a kuralsızlık ve gelişigüzellik atfetmek anlamına gelecektir.

Bu durum incelendiğinde göze çarpan en önemli şeylerden biri, fiilin Allah ile ilgili olarak kullanıldığında daima ب ba harfinin kullanılması, ل lâm harfinin hiç kullanılmamasıdır. Benzer şekilde âmene fiilinin nesnesi (mef’ûlü) olan Melek, Kitap ve Ahiret Günü kavramları için de daima ب ba harf-i ceri kullanılmaktadır. Göze çarpan bir diğer önemli husus, ل lâm harfinin daima insan veya insandan istenen bir eylem[5] için kullanılıyor olmasıdır. Hatta bu insan bir nebî de olabilmektedir.

Peki bu küçük farklılığın sebebi nedir? Fiilin iki farklı harf-i cerle kullanılması anlama nasıl yansımaktadır? Bu farklılığı gözden kaçırmak veya önemsememek anlamda hangi detayları görmemizi engellemektedir? Bu gibi soruları cevaplamak için ilgili ayetlere yakından bakmamız gerekir.

“آمن ب Âmene bi” ve “آمن ل Âmene li” Arasındaki Anlam Farkı

آمن Âmene fiilinin her iki harf-i cerle de kullanıldığı bir ayet şöyledir:

وَمِنْهُمُ الَّذِينَ يُؤْذُونَ النَّبِيَّ وَيَقُولُونَ هُوَ أُذُنٌ ۚ قُلْ أُذُنُ خَيْرٍ لَّكُمْ يُؤْمِنُ بِاللَّـهِ وَيُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِينَ وَرَحْمَةٌ لِّلَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ …

İçlerinde Nebi’yi inciten bazıları vardır. Şöyle derler: “O herşeye kulak kesilir.” De ki: O sizin için hayrın kulağıdır. Allah’a iman eder ve müminlere inanır ve içinizden iman edenler için bir rahmettir… (Tevbe 9/61)

“Allah’a iman eder ve müminlere inanır” şeklinde anlam verdiğimiz ifadede âmene fiili iki kez kullanılmıştır. İlkinde yani Allah’a iman eder kısmında ب ba harfi ile müminlere inanır kısmında ise ل lam harfi ile nesnesini almıştır: يُؤْمِنُ بِاللَّـهِ وَيُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِينَ. Sadece bu ayet bile iki kullanım arasındaki farkı görmemiz için yeterlidir. Çünkü aynı fiil kullanılmasına rağmen ikincisinde Nebi için “müminlere iman eder” anlamı vermek imkansızdır. O halde fiilin ل lam ile kullanıldığı durumlarda iman etmekten değil, söylenenlere inanmaktan bahsediliyor olması gerekir. Yani ayette Nebimizin Allah’a iman ettiği ve müminlerin sözlerine de inandığı ifade edilmektedir. Zaten ayetin başında onun “hayrın kulağı” olduğunun söylenmesi de bunu göstermektedir. Kısacası آمن âmene fiili ل lam ile nesne aldığında anlamı değişmekte, artık iman etmek gibi özel bir anlama değil, “işitilen şeye inanmak” anlamına gelmektedir. Ayetin devamındaki “وَرَحْمَةٌ لِّلَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ içinizden iman edenler için bir rahmettir” ifadesinde kelime bir kez daha ancak bu kez mef’ûl (nesne) almadan geçmektedir. Burada “iman edenler” ifadesi ile Allah’a, O’nun dinine iman edildiğinin kast edildiği açıktır. O halde Kur’an’da آمن âmene fiilinin mef’ûl almaksızın, yani neye iman edildiğinin açıkça belirtilmediği mutlak kullanımlarında ب ba harf-i ceri ile kullanılan iman etme anlamına geldiğini söylememiz gerekir. Eğer birinin sözüne inanmaktan bahsediliyorsa mef’ûl açık olarak belirtilmekte ve daima ل lam harfi ile kullanılmaktadır.

Bu anlam farklılığını, fiilin ل lam ile kullanıldığı diğer ayetlerde de görmek mümkündür:

ثُمَّ أَرْسَلْنَا مُوسَىٰ وَأَخَاهُ هَارُونَ بِآيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُّبِينٍ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا عَالِينَ فَقَالُوا أَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا وَقَوْمُهُمَا لَنَا عَابِدُونَ

Sonra Musa’yı ve kardeşi Harun’u ayetlerimizle ve açık bir delille firavuna ve onun ileri gelenlerine gönderdik. Hemen kibirlendiler. Kendilerini büyük gören bir topluluktu onlar. Dediler ki; “Tıpkı bizim gibi iki beşere mi inanacağız? Üstelik onların kavmi bizim kölelerimizdir.” (Mü’minûn 23/45-47)

“Tıpkı bizim gibi iki beşere mi inanacağız” ifadesinde آمن âmene fiili mef’ûlünü ل lâm harf-i ceri ile almıştır. Bu sebeple iman etmekten değil, söylediklerine inanmaktan bahsedilmektedir. Zaten beşer ifadesinin kullanılması da bunu göstermektedir. Musa ve Harun (a.s.) kendilerine iman edilmesini değil, söylediklerine inanılmasını dolayısıyla Allah’a iman edilmesini istemektedirler. Bir sonraki ayet de verdiğimiz bu anlamı desteklemektedir:

فَكَذَّبُوهُمَا فَكَانُوا مِنَ الْمُهْلَكِينَ

Hemen o ikisini yalanladılar ve helak edilenlerden oldular. (Mü’minûn 23/48)

Musa ve Harun’u yalanlamış olmaları onların söylediklerine inanmadıklarını göstermekte ve böylece آمن âmene fiilinin ل lam ile kullanıldığında söylenene inanma anlamına geldiğini, iman etmekten farklı bir anlam kazandığını ortaya koymaktadır. Kur’an’ın kelimenin bu anlamını كذب yalan ifadesini kullanarak tarif ettiğini aynı konudan bahseden şu iki grup ayeti birlikte okuyarak görmemiz de mümkündür:

كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍ الْمُرْسَلِينَ  إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ نُوحٌ أَلَا تَتَّقُونَ إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ فَاتَّقُوا اللَّـهَ وَأَطِيعُونِ  وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ الْعَالَمِينَ فَاتَّقُوا اللَّـهَ وَأَطِيعُونِ  قَالُوا أَنُؤْمِنُ لَكَ وَاتَّبَعَكَ الْأَرْذَلُونَ

Nuh halkı da elçileri yalanladılar. Kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: Hiç sakınmıyor musunuz? Ben sizin için güvenilir bir rasulüm. Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının ve bana itaat edin. Ben sizden bir karşılık istemiyorum. Benim alacağım karşılık sadece alemlerin Rabbi Allah’tandır. O halde Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının ve bana itaat edin. Dediler ki: “en aşağı kimseler senin peşine takılmış, biz sana mı inanacağız?” (Şuarâ 26/107-111)

“Sana mı inanacağız” ifadesinde yine âmene fiili ل lam ile kullanılmıştır. Dolayısıyla muhatapları, Nuh Aleyhisselamın söylediği sözlere inanmadıklarını ifade etmişlerdir. Nitekim aynı konuyu anlatan Hûd Suresindeki ayetlerde ona inanmayanların sözleri şöyle yer almaktadır:

فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِن قَوْمِهِ مَا نَرَاكَ إِلَّا بَشَرًا مِّثْلَنَا وَمَا نَرَاكَ اتَّبَعَكَ إِلَّا الَّذِينَ هُمْ أَرَاذِلُنَا بَادِيَ الرَّأْيِ وَمَا نَرَىٰ لَكُمْ عَلَيْنَا مِن فَضْلٍ بَلْ نَظُنُّكُمْ كَاذِبِينَ

Halkının kafirlik eden ileri gelenleri dediler ki: “Bize göre sen de sadece bizim gibi bir beşersin. Sana, sadece en aşağılarımızın hiç düşünmeden uyduğunu görüyoruz. Sizin bizden üstün bir yanınızı da göremiyoruz. Aslında yalancı olduğunuzu düşünüyoruz.” (Hûd 11/27)

Görüldüğü gibi Şuarâ Suresinde “sana mı inanacağız” diyenlerin bu sözleri Hûd Suresinde “yalancı olduğunuzu düşünüyoruz” şeklinde Nuh Aleyhisselam ve onun gönderdiği diğer elçilere hitaben söylenmiştir. Bu durum, Şuarâ’da geçen آمن âmene fiilinin ل lam harfiyle kullanımının “söylenen söze inanmama” anlamında olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır.

Yine Musa Aleyhisselamın konuştuğu Yunus Suresi’nin 81 ve 82. ayetlerden sonra, onun bu söylediklerine inanmadıkları, fiilin ل lam ile kullanımıyla anlatılmıştır:

فَمَا آمَنَ لِمُوسَىٰ إِلَّا ذُرِّيَّةٌ مِّن قَوْمِهِ عَلَىٰ خَوْفٍ مِّن فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِمْ أَن يَفْتِنَهُمْ…

Firavun’un ve kendi önderlerinin sıkıntı vermesinden korkmalarına rağmen inanan bir grup genç dışında, toplumundan Musa’ya kimse inanmadı… (Yunus 10/83)

Görüldüğü gibi burada da kelimeye iman etme anlamı verilemez. Zira Musa Aleyhisselama imandan söz edilmemektedir. Dolayısıyla fiilin ب ba ve ل lam harf-i cerleri ile kullanımında bariz bir anlam farkı söz konusudur. Benzer kullanımlar Bakara 2/55, A’râf 7/134, Tevbe 9/94, İsrâ 17/90 ve Duhan 44/21 ayetlerinde de görülebilir.

Kelimenin bu kullanımının iman etmekten farklı olduğunu en güzel gösteren ayetlerden biri de Yusuf Suresinde yer almaktadır. Kardeşlerinin, Yusuf Aleyhisselamı kuyuda bıraktıktan sonra babalarına onun öldüğünü söylediklerini anlatan ayette aynı kullanım yer almaktadır:

قَالُوا يَٓا اَبَانَٓا اِنَّا ذَهَبْنَا نَسْتَبِقُ وَتَرَكْنَا يُوسُفَ عِنْدَ مَتَاعِنَا فَاَكَلَهُ الذِّئْبُۚ وَمَٓا اَنْتَ بِمُؤْمِنٍ لَنَا وَلَوْ كُنَّا صَادِق۪ينَ

“Baba!” dediler. “Biz, yarış yapmaya gitmiş, Yusuf’u da eşyalarımızın yanında bırakmıştık. O sırada onu kurt yemiş. Gerçi biz ne kadar doğru sözlü olsak da sen bize inanacak değilsin.”  (Yusuf 12/17)

Görüldüğü gibi bu ayette de iman etmekten değil, sözüne inanmaktan bahsedildiği için fiil ب ba ile değil, ل lâm ile kullanılmıştır. Kelimenin bu kullanımının iman etmek anlamında olamayacağını İsrâ Suresindeki şu ayet çok net bir şekilde gözler önüne sermektedir:

اَوْ يَكُونَ لَكَ بَيْتٌ مِنْ زُخْرُفٍ اَوْ تَرْقٰى فِي السَّمَٓاءِۜ وَلَنْ نُؤْمِنَ لِرُقِيِّكَ حَتّٰى تُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَابًا نَقْرَؤُ۬هُۜ قُلْ سُبْحَانَ رَبّ۪ي هَلْ كُنْتُ اِلَّا بَشَرًا رَسُولًا۟

Yahut altından yapılmış bir evin olmalı veya göğe yükselmelisin. Oradan bize okuyacağımız bir kitap indirmedikçe yükselişine de inanmayacağız!” De ki: “Fesubhanallah! Ben elçi olarak görevlendirilmiş bir beşerden başka neyim ki!” (İsrâ 17/93)

Ayette geçen “yükselişine inanmayacağız” şeklinde tercüme ettğimiz ifade لَنْ نُؤْمِنَ لِرُقِيِّكَ ifadesidir. Burada da آمن fiilinin mefûlü olan لرقيك kelimesi ل lâm harf-i ceri almıştır. Zaten senin yükselişine iman etmeyeceğiz şeklinde bir ifade anlamlı olmaz. Dolayısıyla ayette fiilin, ب ba harf-i cerli kullanımından bariz bir şekilde ayrıldığı görülmektedir.

 

[1]İhfâ ve kitmân kavramları arasındaki farka dair detaylı çalışmamız için bkz: Erdem Uygan, Kur’an’daki İki Farklı Gizleme İfadesi, https://kuranmetodu.com/2019/08/kurandaki-iki-farkli-gizleme-ifadesi-الكتمان-kitman-ve-الإخفاء-ihfa/

[2]Detaylı bilgi için bkz: Erdem Uygan, Kur’an’da İnzâl Kavramı https://www.cerideiilmiyye.org/kuranda-inzal-kavrami/
Erdem Uygan, Kur’an’da Tenzil Kavramı  https://www.cerideiilmiyye.org/kuranda-tenzil-kavrami/

[3] Bakara 2/ 55, 75, Âl-i İmrân 3/183, A’raf 7/134, Tevbe 9/61, 94, Yunus 10/83, Yusuf 12/17, İsra 17/90, 93, Taha 20/71, Şuara 26/49, 111,  Müminun 23/47, Ankebut 29/26, Duhan 44/21

[4] Tevbe 9/61

[5] İsrâ 17/93

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.