islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3664
EURO
34,5464
ALTIN
2.377,99
BIST
10.045,74
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
16°C
İstanbul
16°C
Az Bulutlu
Perşembe Az Bulutlu
18°C
Cuma Az Bulutlu
17°C
Cumartesi Az Bulutlu
19°C
Pazar Az Bulutlu
20°C

Arapça’nın kutsallığı meselesi

Arapça’nın kutsallığı meselesi

Zaman zaman Arapça’nın herhangi bir kutsallığının veya diğer dillere oranla farklı bir değerinin olmadığı iddia edilir. Bu iddiayı teşrih masasına yatırmakta fayda var.

Önce Arapça’nın Kur’an’da nasıl ele alındığına bakalım:

Gerçekten biz, akıl erdirirsiniz diye, onu Arapça bir Kur’ân olarak indirdik.” (12/Yusuf, 2)

“Arapça Kur’an” vurgusu vahiy alan peygamberin diline veya Araplara atıf ise de, hakikatte ve maksat itibariyle insanların konuştuğu diledir. Çünkü tarih boyunca vahiy, her peygambere kendi kavminin konuştuğu dilde gelmiş (14/İbrahim, 4), böylelikle muhataplar vahyin anlamını ve maksatlarını anlama imkânını bulmuştur.

Eğer biz onu A’cemi (Arapça olmayan bir dilde) olan bir Kur’an kılsaydık, herhalde derlerdi ki: “Onun ayetleri açıklanmalı değil miydi? Arap olana, A’cemi (Arapça olmayan bir dil)mi?” De ki: “O, iman edenler için bir hidayet ve bir şifadır. İman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kur’an), onlara karşı bir körlüktür. İşte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir.” (41/Fussilet, 44) Kur’an’ın Arapça indirilmesi başka ayetlerde de hatırlatılmaktadır: (41/Fussılet, 3; 42/Şûrâ , 7; 43/Zuhruf, 3; 46/Ahkaf, 12.)

Nihayetinde Kitap “Arapça” indirilmiştir. Arapça Arapların yani belli bir insan grubunun konuştuğu dildir, bu demektir ki, vahyi bu dil üzerinden insanların konuştuğu dile tercüme edilmiş, insanların anlayabileceği forma sokulmuştur. Ayet, Kur’an’ın Arapça olduğunu, son ilahi vahyin “Arapça Kur’an” olduğunu belirtmektedir.

Ayetlerden açıkça anlaşılacağı gibi Kur’an dilinin Arapça olmasının gerekçesi, tamamı Arap olan ilk muhatapların onu anlamasını sağlamaktır. Bu konuda herhangi bir ihtilaf yok.

Peki, söz konusu ayetlerde zikri geçen Arapça’nın “mesajı anlamaktan öte dini bir gerekçesinin olmadığını” öne sürmek ne kadar doğrudur?

Son vahiy dilinin Arapça seçilmesinin başka hikmetleri var mıdır?

Bu soruya verilecek cevabın önemlidir: İnsan bir dil konuşur, insanın konuştuğu dil vahyin formunu teşkil etmiştir, o halde insan zihni vahyi anlayabilecek kapasitededir. Bunun yanında elbette son vahyin Arapça ile indirilmiş olmasının hikmetlerinden biri, belki de sadece bu dilin son vahyin anlam bütününü, derinliğini ve kapsamını; ilahi muradı ve hükümlerin maksadını ifade edebilecek kapasitede zengin ve elverişli olması dolayısıyladır. Önceki vahiyler, kendi kavimlerine gönderilen peygamberlere gelmişti; Son Peygamber (s.a.) beşeriyetin tamamına gönderilen elçidir, âlemlere rahmettir ve son bir kez vahyi tebliğ edecektir. Öyle anlaşılıyor ki, Arapçadan başka son vahyi ifade edebilecek derinlikte, kapsam ve zenginlikte başka dil mevcut değildir, dolayısıyla dil seçimi özeldir.

Dil-vahiy ilişkisinin menşei Âdem aleyhisselâmın yaratılışına kadar iner. Başlangıçta Hz. Âdem’e isimleri, dolayısıyla dili, konuşma melekesini öğreten Allah’tır. Yeryüzüne inip de tarihi başladıktan sonra, bu ilk “öğretilmiş bilgi” ile sonra gelen vahiyler yani “indirilen bilgiler” bir araya gelmiş ve insanın tabiatla ve diğer canlılarla giriştiği münasebetin gelişmesi oranında bu iki bilgi türüne üçüncü bilgi yani “öğrenilmiş bilgi“yi eklemiştir. “Öğretilmiş bilgi”nin temeli “isimler (Ta’limu’l esma)”, ikinci bilginin (İndirilmiş bilgi) temeli “vahiy (Ta’limu’n nüzul)”, üçüncü bilginin (Öğrenilmiş bilgi) temeli “irfan ve hikmet (Ta’limu’l hikme)”tir. Bu açıdan baktığımızda dilin salt tarihin ürünü olmadığını anlıyoruz. Bidayette ontolojik mahiyeti olan dil, zaman içinde antropolojik mahiyet kazanarak hem farklılaşmış, birden fazla lisana bölünmüş hem de semantik anlam düzeyinde kelime ve kavramlar yönünden zenginleşmiştir. Dil bir yerde tarihi belirlediği gibi tarihsel gelişmeden de etkilenir.

Kitabın insanın konuştuğu bir dille (Arapça) indirilmesinin hikmetlerinden biri insanın akletme yetisini çalışır hale getirmektir.

Başkalarına verilmeyen bir nimete sahip olarak insan, akılla varlık âleminin yaratılışı, düzeni, ahengi; kendi hayatı, fiilleri ve nereden gelip nereye gideceği (mebde’ ve mead) gibi konular üzerinde düşünür, vahyin ışığında anlam haritasını çıkarır. Belki varlık aleminde her canlı hemcinsleriyle iletişim halindedir ama kelime kullanarak iletişim kuran yegane varlık insandır, melekler ve cinler alemiyle ilgili bilgilerimiz hayli eksik olduğundan biz dil-varlık ilişkisini ancak insan üzerinden konuşabiliriz.

Tekrar “Arapça’nın kutsallığı” meselesine dönecek olursak, belirtmek gerekir ki, Arapça Arapların konuştuğu dil olması itibariyle kutsal değildir. Diğer diller gibi “Allah’ın ayetlerinden bir ayettir.” (30/Rum, 22.) Bu çerçevede Türkçe, Farsça, Kürtçe, İngilizce, Sevahil dili, Rusça veya başka diller aynı düzeyde öneme ve değere sahiptirler.

Ayrıca şu veya bu dil için “kutsal” sıfatını kullanmak da çok isabetli değil; Kur’an-ı Kerim’de bu manayı ifade edecek kutsal (mukaddes) kelimesi yanında “mübarek” kelimesi de kullanılır ve bana öyle geliyor ki, sıkça her yerde ve her şey için kullanmaktan sakınmadığımız kutsal yerine mübarek kelimesini kullanmak daha doğru ve münasip görünüyor. Varlık Allah’ın “Ol/Kün” emrinin fiili, tecellisi olduğundan kendisi kutsaldır. Nefesürrahman’ın değmediği iğne ucu kadar varlık alanı mevcut değildir, yani din-dışı/profan (laik-seküler) alan bulunmamaktadır.

Ancak bazı yerlerde ve zamanlarda bereket kesafet kazanmış, kutsiyet ortaya çıkmıştır. Günlerden Cuma, aylardan Ramazan, Ramazan’da Kadir Gecesi ve mekanlardan Mekke’deki Harem. Mekke yanında Medine haremi ve Allah’ın Mescid-i Aksa’nın çevresini mübarek kıldığı mekan da öyledir (17/İsra, 1).

Harem-i şerifte bulunmanın özel kuralları vardır, normal zamanlarda serbestçe yapabildiğimiz sayısız eylemi orada yapamayız; ağaçtan yaprak dahi koparamayız. Harem, hürmetini, mübarek vasfını Ka’be’den alır.

Biliriz ki Ka’be’nın inşaında taşlar kullanılmıştır. Diyelim ki kullanılan taşlar Kızıldeniz bölgesinden getirilmişti. Taşlar getirildikleri bölgede iken mübarek veya kutsal değillerdi, Mekke’ye getirilip de Ka’be’nin inşaatında kullanıldığında mübarek oldular ve bu taşlardan mürekkeb Ka’be ve çevresi harem oldu. Belki bir kayadan yontulan bir parça Ka’be’de kullanıldı, aynı kayadan yontulan başka taş birinin evinin duvarında yer aldı. İlk taş mübarek, ikincisi değil.

Taş metaforundan hareketle, Arapça diğer diller gibi bir dildir, özel bir kutsiyeti veya bereketi yoktur. Ama kullanıldığı Kur’an’da artık Kur’an dolayısıyla bir tür hürmet ve mübareklik vasfı kazanmıştır. Fitne kelimesi Ferazdak’ın şiirinde mübarek değildir ama Kur’an’da geçtiği ayette mübarektir, ayeti meydana getiren unsurlardan biridir.

Bu yönüyle dünya Müslümanlarının tamamı için Arapça hürmete layık bir dildir ve özellikle namazda ibadet dili olarak sadece Arapça kullanılır. Her kavim kendi duasını, eğitimini kendi diliyle yapar, yapma hakkına sahiptir ama ibadet dili olarak ezan ve namazda okunan duaların Arapça olma şartı vardır. Ebu Hanife’nin geçici olarak namazda farsça meal okunacağına ilişkin verdiği öne sürülen fetva tartışmalıdır. Kimilerine göre böyle bir fetva vermiş değildir, kimine göre sonra fetvasından rucu’ etmiştir. Bana göre ikinci görüş daha kuvvetli gözükmektedir; mealle namaz görüşünden rucu etmemişse de Ebu Hanife bu konuda isabet kaydetmemiştir.

Bir Müslüman Fas’tan Endonaziya’ya, Bosna’dan Yemen’e kadar, nereye giderse gitsin Arapça okunan ezanı ve namazda okunan duaları bilir, kendini gittiği yerin Müslümanlarıyla kardeş görür.

İlahi iradenin Kur’an dilini Arapça seçmesinin bir hikmeti son vahyi ancak Arapça’nın ifade edebilecek yüksek potansiyelde sahip olması, diğeri kıyamete kadar Müslümanların ortak ibadet dili olup ümmetin birliğini ayakta tutmasıdır. Mübarekliği buradan gelir.

 

Metin GÖÇMEN

MİRATHABER.COM – YOUTUBE

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.