islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5643
EURO
35,0187
ALTIN
2.435,57
BIST
9.760,21
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
20°C
İstanbul
20°C
Az Bulutlu
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Hafif Yağmurlu
16°C
Pazar Az Bulutlu
16°C
Pazartesi Az Bulutlu
18°C

Bir Ârife Soralım: Ateistler Allahsız mıdır?

Bir Ârife Soralım: Ateistler Allahsız mıdır?

Soru: Hocam! Ateistlerin Allahsız olduğu söylenmektedir. Bu doğru mudur?

Ârif: Evladım. Bir insan, hiç Allahsız olabilir mi? Kimse Allahsız olamaz. Belki ateistlerin Allah’a, yani Allah’ın varlığına inanmıyor diyebiliriz.

Soru: Yani ateistlerin Allah ile ilişkilerinin olmadığını mı söylemek istiyorsunuz?

Ârif: Evladım. Allah ile ilişki tabirini kullanmanı pek beğenmedim. Bu bana pek hoş gelmedi.

Soru: Hocam! Ben bunu mecazî anlamda kullanmıştım. Neden bu deyişten rahatsızlık duydunuz ki?

Ârif: Bak evladım. C. Hak, ister inansın, isterse inanmasın, herkese şah damarından daha yakındır. İlgili âyet, bu gerçeği şu şekilde ortaya koymaktadır: “Gerçek şu ki, insanı yaratan Biziz. Nefsinin ona ne gibi vesveseler verdiğini Biliriz ve Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kâf: 16). Dolayısıyla Allah, her insanın içinden neler geçirip durduğunu dahî bilir. O, insana şah damarından daha yakın olduğuna göre insanın bütün organlarını, organizmalarını, hücre yapılarını ve hayat sırrını her an yaratıp yararlandırmaktadır. Herkes, nefes almak dâhil, O’nun mutlak tasarrufu altındadır. Bu bağı kişi, istese de koparamaz. Kişi, kendi başına bir irtibatsızlık boşluğunda kalamaz. Mutlak anlamda bir manevî bağ zaten var. Bize düşen, bunun şuuruna varmaktır.

Soru: Yani her insanın Allah’ın kulu olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?

Ârif: Evet. İster inansın, ister inanmasın, gerçek budur. Allah, her insanın Rabbi ve Mevlâ’sıdır. Bu manevî münasebet herkes için vardır. Bu sebeple ateist dahî o ilişkiyi istese dahî koparamaz, kendi başına, kendi gücüyle kalabileceği bir boşluğa gidemez ve ahirette de yokluğa varamaz. En nihayetinde mahşerde herkes hesaba çekilecektir. Önemli olan bu münasebetin şuuruna varmaktır.

Soru: Hocam. Genelde insanlar, özelde ateistler bu şuura nasıl varabilir?

Ârif: Doğru tefekkür etmekle. Tefekkür, bilgisi fazla verilmeyen, ölüm ve sonrası, ruh ve kader gibi konularda insanın yüreğine bazı aydınlıklar düşürür, manevî olgunluklar kazandırır. Akıl bir sınıra geldikten sonra, kendi fıtrî işleyişinin istikametinde ötelere köprüler kurar. Bu köprüler, kalbîdir, sezgiseldir, ilhâmîdir. Kısacası hayatı derinlemesine idrak etmekle kişi, bu manevî bilince ulaşabilir.

Soru: Hocam. Hayatı derinlemesine idrak etmekten kastınız nedir?

Ârif: Hayatı derinlemesine idrak etmek demek; hayatı, hakikatin ve hikmetin bütünlüğü bilinci ile dünü, bugünü ve yarını algılamak demektir. Bunun için kişi, bütün din ve inanç sistemlerini, dünya görüşlerini tetkik etmeli ve İslâm’ın yüceliğini, Kur’ân’ın mucizevî boyutunu görebilmelidir. Bu, elbette kolay bir iş değildir. Çünkü bunun mektebi ve müfredatı mevcut eğitim sistemimizde yok. Ancak kendi içinden, özel okumalarından ve kalben akletmelerinden değerli bilgiler ve ilhâmî yardımlar alabilirsin. Hayatı derinlemesine idrak etmek isteyen ve idrak edebilen fikr-i hâl sahiplerinde bu manevî gelişme, Allah’ın lütfu ile meydana gelir.

Soru: Fikr-i hâl ne demek Hocam?

Ârif: Hayatı ve İslâm’ı derinlemesine idrak etmek, sadece ilm-i hâl ile mümkün değildir. Her Müslümanın iman, ibadet ve ahlâk ile ilgili bilmesi gereken temel bilgilerinin ötesinde yüreğe dokunan, gönül dünyamızı etkileyen, vicdanımıza hitap eden, zihnimizi aydınlatan, nefsimizi körelten ve ruhî meziyetlerimizi geliştiren merhamet, şefkat, feraset gibi insanî, hissî, ilhâmî sezgilere de sahip olmalıdır. Bu bağlamda rasyonel akıl ile yetinmek, fikr-i hâl eksikliğidir.

Soru: Hocam, ateistlerin düşünce dünyasında fikr-i hâl durumunun eksik mi olduğunu söylemek istediniz?

Ârif: Böyle bir sonuca varman şimdi bana da enteresan geldi. Aferin sana. Büyük bir ihtimalle onlarda pek gelişmemiş olan bu fikr-i hâl eksikliği, çocukluklarında aile içinde yeterince dinî/manevî eğitim göremediklerinden ve Rahmanı hatırlatan yeterince şefkat veya uyarı almadıklarından kaynaklanabilir.

Soru: Hocam. Bu tespitinizi ben pek anlayamadım. Bir örnekle bunu açıklayabilir misiniz?

Ârif: Bak evladım. Bir arkadaşımdan duymuştum. Çocukluğunda bir yaramazlık yaptığı yetmiyormuş gibi bir de annesiyle bağırır gibi konuşmuş. Bunun üzerine annesi kendisine şefkat ve sevgi titreşimleriyle şunları söylemiş: ‘Bana daha ağır şeyler de söylesen benim ağzımdan kötü söz çıkmaz. Sana beddua falan da etmem, edemem. Allah, senin acını bana hiçbir zaman göstermesin. Ama bu hâlin ve tavrın, Allah’ın gücüne gider diye gerçekten kokuyorum.’ Arkadaşım zınk diye durmuş. Çünkü ana yüreğinden gelen bu anlamlı sözler içine işlemişti. Ağlayarak annesinin boynuna sarılmış. İşte belki de pek bilgili olmayan annedeki bu fikr-i hâl, çocuğun üzerinde bıraktığı manevî etkisi, genellikle hayat boyunca kalıcı olmaktadır. Ancak böyle bir manevî atmosferde büyümemiş bir çocuk, materyalist bir dünyada kendi benliğini, kimliğini, asliyetini de unutabilir, Rabbini de. Onun için bazı vatandaşlarımızın ateist olmasını pek fazla kınamamız gerekir.

Soru: Hocam. Siz herkesin kâfir ilan ettiği, dışladığı insanları hep sahip çıkıyorsunuz. Tamam, insanlara merhametli olalım ama ateistler, dinden uzaklaşmıştır. Bunlara tepki göstermeyelim mi?

Ârif: Evladım. Ne malum, bugün ateistim diyen bir vatandaşımız, belki yarın bir vesile ile hayata derinden idrak edecek bir an yakalar ve yeniden imana gelebilir. Maddî ve dünyevî arzuların yoğunluğundan ve kalbî duyguların yetersizliğinden dolayı aklî mekanizmalarını nefsin emrine teslim eden bir ateist, aklı ile Allah’ı inkâr etmeye cesaret etse bile fıtratı gereği vicdanı alenî veya gizli, dolaylı veya dolaysız olarak Allah’ı veya ahireti bazen tasdik edebilir. Ateist olduğunu söyleyen nice insanların, akl-i selim anlarında ve başka kritik durumlarda, ilahî bir güce sığınma ihtiyacı hissetmeleri veya bu duygulara hürmet etmeleri, bu gerçeği ispat eder.

Soru: Hocam. Ben böyle hiç düşünmemiştim. Gerçekten var mı böyle örnekler?

Ârif: Bak evladım. Şair Arif Damar ile vefatından 5 yıl öncesinde bir söyleşi yapılır. Muhabir ile aralarında şöyle bir konuşma geçer: ‘Tanrı’ya inanıyor musunuz? Hayır, ateistim ben. Kaç yaşından beri ateistiniz?’ sorusuna verdiği cevap, aslında niçin ateist olduğuna yönelik şuuraltında sakladığı bir üzüntüsünün dışavurumudur. ‘Benim annem ne namaz kılardı, ne oruç tutardı. Aslında yani KEŞKE İNANSAM, Cennet ve Cehennem falan çok mutlu oluyor insan. Düşünsenize ölünce sevdiklerinizi göreceksiniz…’ [1]  Bak evladım, şair ne diyor. ‘Benim annem ne namaz kılardı, ne oruç tutardı.’ Peki annesi namaz kılmış olsaydı, oruç tutmuş olsaydı ve çocuğuna dinî eğitim vermiş olsaydı şairimiz hiç ateist olur muydu? Allahu âlem, belki de iyi bir Müslüman şair olurdu.

Soru: Hocam, ne demek istediğinizi anladım. Ateist vatandaşlarımızın durumuna şimdi gerçekten acımaya başladım. Onlar için ne yapabiliriz Hocam?

Ârif: Dua edelim. Kalpleri evirip çeviren Allah, ateist vatandaşlarımızı gafletten kurtarsın ve onlara iman nasip etsin vesselâm.

Prof. Dr. Ali SEYYAR


[1] Haftalık Dergisi; Sayı 140; 2005; s. 74.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.