Bu yazıma bir haberle başlamak istiyorum. İstanbul Emniyet Müdürlüğümüzde görev yapan “Müzakereci Polislerimiz” varmış. Onların görevi, nerede bir intihar olayı varsa, nerede bir rehin alma vs. olayı varsa, derhal oraya koşmak, muhataplarını ikna ederek kötü sonuçları önlemekmiş. Onlar, bir yıldır yüzü aşkın olaya müdahale edip, %95 başarılı sonuç almışlar.
Güzel söz, anlama, ilgilenme, dinleme, sabır ve ikna yetenekleri, onların olmazsa olmazlarıymış.
Buna İhtiyacımız Var
Bizlerin de böyle güzel konuşmaya, kendimizi ve muhataplarımızı bir konuda ikna etmeye ve bir işi önemsetmeye ne denli ihtiyacımız var değil mi? İkna etmek, dili tatlandırmak, sözleri yerinde ve zamanında kullanmak bir sanattır. Bu sanatı hepimizin öğrenmesi gerekir kanısındayım. Özellikle kamu ve din görevlilerinin, bu sanatı mutlaka beceriyle icra etmeleri gerekir diye düşünüyorum. Çünkü böyle olmak, ilahi bir buyruk: Bakınız Kur’an ne buyuruyor:
“İnsanları Rabbinin yoluna maharetli bir yöntemle ve güzel öğütlerle çağır, onlarla üslupların en güzeli, en etkilisi ile tartış….” (Nahl, 125)
Bu ilahi buyruk, hem Peygamber’in (s.a.s), hem de bizlerin iletişim yöntemimizi belirliyor. Hikmetli sözlerle iletişim kurmak gerek. Bu, muhataplarımızın durumlarını, güçlerini, bilgi, kültür ve anlayış seviyelerini gözler önünde bulundurarak davet ve iletişim kurmak demektir.
Güzel sözle iletişim kurmak gerek. Yumuşak bir üslupla, akıl ve kalplere seslenebilmek, muhatabı küçümsememek, bilgisizliğini ve ayıplarını yüzüne vurmamak gerek.
Amacımızın gerçeklerde birleşmek olduğunu, bunun için hiçbir çıkar gözetmediğimizi, muhataba anlatmak, tartışma ve inatlaşma yollarını kapatmak gerek..
Güzel Söz Başı Değil; Savaşı Kestirir
Güzel söz, kelime ve kavramlar, bizim için; ruhsal sükûnetimiz, dinginliğimiz için de önemlidir. Rabbimizle, çevremizle, eşya ile ve kendimizle barışık olmamız için önemlidir.
Güzel söz, tıpkı bir enerji gibi çevremize yayılmaktadır. Onun için koca şair Baki; bu enerjiyi, en güzel bir biçimde çevremize yaymamızı şu dizelerle dillendirir:
“Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal, / Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş…”
Güzel söz, bunalımlarımızın devası, düşmanlıkların, kavgaların ve savaşların panzehiridir.
Çirkin söz ise, dostlukların düşmanıdır, güzel iletişimlerin katilidir, yuvaların yıkıcısıdır, bebelerin gözlerini pınar eyleyendir. Onun için denmiştir ki:
“Söz vardır keser başı; söz vardır kestirir savaşı.”
Onun için Şair S. Senih demiştir ki:
“Sözü süz de söyle…/ Manayı inci gibi diz de söyle,
Yüzde söyle, gıybet olmasın. /Ukdeyi içinden çöz de söyle, yapmasın yara.
Öyle bir söyle ki, hoş gelsin yâre, ağyâra.
Onun içindir ki, Yüce Allah, kulu Musa’ya şöyle hitap etmişti:
“İkiniz Firavun’a gidin; çünkü o, iyice azdı. Ona tatlı, yumuşak bir tarzda hitap edin. Ola ki, aklını başına alır yahut hiç değilse biraz çekinir. (20/44)
Kimliklere Saldırı
Söz söylerken, insanlarla konuşurken, kimliklere saldırmamaya, hakaret etmemeye dikkat edilmelidir. Çünkü insanlar arasındaki kavgaların bir sebebi de, kimlik haline getirilmiş hususlara saldırmaktır.
Kimliğimizi oluşturan değerlerimizin neler olduğunu çok iyi tespit etmemiz ve onları korumak konusunda hassas olmamız gerekir.
Onun için birilerini eleştirirken de, kimliklerinin bir parçası haline getirdikleri hususları bilmemiz ve dikkatli davranmamız, sözlerimize dikkat etmemiz gerekir.
Meselâ; tiryakiliği veya alkolikliği kişilik boyutuna taşımış bir insana: “Kardeşim, tiryakilik, madde bağımlılığı, akılsızlığın, düşüncesizliğin daniskasıdır. Akıllı bir adam, çoluk çocuğunun rızkını nasıl olur da, zevki için harcayabilir?……”
Evet, bu sözler, madde bağımlısı ve tiryakisi tarafından, kişiliğe saldırı olarak telakki edilir ve kavganın çıkmasına neden olabilir. Bir ideolojiyi, bir partiyi kişilik boyutuna taşımış fanatikle, bir lideri idol haline getirmiş insanla konuşurken de, dikkatli olmak gerekir.
Kırk Söz Bir Büyü İmiş.”
Uzmanlara göre, doğuştan değil de; sonradan kazandığımız bir “iç ses” varmış bizlerde. Devamlı olarak söylenen sözler, zamanla bizlerde bu iç sese dönüşürmüş.
Meselâ; birine sık sık: “Siz aptalsınız, siz beceriksizsiniz, Siz uğursuz ve sakarsınız,” denirse, bu sözler zamanla bir İÇSES olur ve kişi tarafından benimsenir hale gelirmiş.
Pozitif cümleler de, aynı şekilde içsese dönüşüp kimliğin bir parçası olabilirmiş. Dostlarımızın “nasılsınız?” sorusuna, “iyiyim elhamdülillah” veya “iyi diyelim, iyi olalım inşallah..” cevabı da, bu ilkeden hareketle söylenmiş sözler olsa gerektir.
VELHASIL
Sözlerimiz hikmetli olmalı. Süzüp de söylenmeli. Manalar inci gibi dizip de söylenmeli. Yüzüp de söylenmeli; gıybet olmasın diye. Öyle bir söylenmeli ki, hoş gelmeli yâre de, ağyâra da.
Bunu becerebilen söz ustaları, en iğneli, en kırıcı konuları bile muhataplarına gülümseterek dinletmişlerdir. Bu bağlamda bir fıkra ile yazımıza son verelim:
Hicivci Şair Eşref ile İzmir Valisi Kâmil Paşa, amir- memur ilişkisinin dışında birbirleriyle çok samimi dostturlar. Kamil Paşa, bir gün Kıbrıs’a geziye giderken, Eşref’e:
“Bir isteğin varsa getireyim” der. Eşref bu teklife çok sevinir ve hemen talebini dile getirir:
“Bana bir KIBRIS EŞEĞİ getirirseniz, ömür boyu size duacı olurum paşam,” der. Ve Kıbrıs dönüşünde Kâmil Paşa’yı karşılamaya gider. Kâmil Paşa, Eşref’i görünce:
“Ah be Eşref, affedersin istediğini getirmeyi unutmuşum. Seni görünce eşek aklıma geldi ” der.
Eşref’in eşek- meşek beklediği yoktur ki zaten. O, lafı gediğine koyma peşindedir. Ve O meşhur hicviyle hemen cevabı yapıştırır: ” Aman Paşam, üzülmeyin, o eşek gelmese de olur. SİZ GELMİŞSİNİZ YA, O BİZE YETER.”
Her şeyin incelikten koptuğu bir dünyada, kabalıktan ve kaba sözlerden kalplerimizin kırılmaması dileklerimle. Dua ve muhabbetle hoşça kalınız.