islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4470
EURO
34,7327
ALTIN
2.436,33
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Az Bulutlu
Cumartesi Hafif Yağmurlu
16°C
Pazar Az Bulutlu
18°C
Pazartesi Az Bulutlu
18°C
Salı Az Bulutlu
18°C

Erdoğan, Peker ve Nazım Hikmet

Erdoğan, Peker ve Nazım Hikmet

Değerli Okuyucularım;

Bu üç ismi neden bir solukta birlikte andığımı merak ediyorsunuzdur. Sayın Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan ile diğer iki isimle ne ilgisi var diyebilirsiniz. Şöyle ifade edeyim. Gerek R. Tayyip Erdoğan, gerekse Sedat Peker, son dönemlerde Nazım Hikmet’i alenî olarak anmaları sebebiyle benim dikkatim gayri ihtiyari olarak şair Nazım Hikmet’e yoğunlaştı. Şöyle ki geçtiğimiz Cuma günü Taksim Camiinin açılış merasiminde Sayın Cumhurbaşkanı, bölgedeki pek çok kiliseye karşı sadece Ağa Camiinin Taksim’e selam durduğunu ve bundan da şair Nazım Hikmet’in bile rahatsızlık duymuş olduğunu göstermek maksadıyla Nazım Hikmet’e ait olan bir şiirini okuma gereği duydu. İşte biz de bu yazımızda Nazım Hikmet’in kişilik yönlerini anıldığı bağlamında ele alma ihtiyacı duyduk.

Nazım Hikmet ve “Ağa Camii” Şiiri

Nâzım Hikmet’in Beyoğlu’ndaki “Ağa Cami” için yazdığı bu maneviyat yüklü şiiri, 1921’de Mütareke yıllarında, Mütarekenin ve İstanbul’un işgalinin verdiği hüzünlü yıllarında kaleme alınmıştır. Şiir ilk kez, 21 Mart 1921’de “Anadolu’da Yeni Gün” adlı yayında çıkar. O yıllarda Nazım Hikmet, Mevlevî şairi olan Büyük babası Nâzım Paşa ile birlikte yaşar. Bu atmosfer içinde Nazım Hikmet, ’Milli Edebiyat’’ akımının tesiriyle de olacak ki o yıllarda yazdığı şiirlerindeki bu dinî hassasiyeti görmek mümkündür. O yıllarda, Nazım Hikmet, Hz. Mevlana hakkında bile hayret uyandıracak tasavvufî şiirler bile yazmıştır. Ama ne yazık ki sonraki yıllarda gönül dünyasındaki kaymalar sebebiyle dünya görüşü de sosyalizm//komünizm ekseninde değişime uğramıştır.

“Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım” diyen şair, hikmet erbabı Hz. Mevlana’yı unutmuşçasına bu sefer devrimci, komünist, dinsiz Lenin’e övgüler yağmaya başlar. İstanbul’u, Kudüs’ü, Mekke’yi, Medine’yi sırtına almış bu sefer Moskova’yı merkeze alan şiirler yazar. Onun için Moskova, sosyalizmin, insanlığın, kurtuluş mücadelesinin, güzel günlerin ve işçi sınıfının simgesidir. Lenin de bu “güzel” dünyanın reisidir. Bakınız ne diyor komünist Lenin hakkında:

“Bahar geldi çocuklar, çıkın kırlara, çiçeklenin çocuklar çiçeklenin, güneş bütün varlığıyla tezahür etti, güneşlenin çocuklar güneşlenin, hayvanlar tekrar çayırlara çıktı, sütlerini için, kuvvetlenin çocuklar kuvvetlenin

Nazım Hikmet, Lenin’i sever de “yoksul, esir halkımın dostu” gözüyle baktığı Stalin’i hiç unutur mu?

“Stalin için…Seviyorum onu, Marks’ı, Engels’i, Lenin’i sevdiğim gibi, sevdiğiniz gibi, aynı muhabbetle, aynı hürmetle.”

Bir insan, hayat boyunca farklı ideolojilerin peşinde değişik maceralar yaşamış olabilir. Ama inancımıza göre ahir ömür ve son nefes çok önemli. İnsan, ahirette sevdiği insanlarla beraber olacağı için, en nihayetinde sevdiği insanların imanlı, âdil, ahlâklı olup olmadığına çok dikkat etmesi gerekir. Sayın Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan, “Ağa Cami”şiirinin bir parçasını okurken, bendeniz de bir ibret tablosuna bakarcasına Moskova’da gömülü olan Nazım Hikmet’in mezkûr diğer şiirlerini hatırladım.

Sedat Peker ve Nazım Hikmet

Malumunuz üzere gündemde Sedat Peker var. Nitekim yayınlanan 6. videosunda söz konusu Nazım Hikmet ile Atatürk arasında geçtiği zannedilen bir anekdottan bahsedildi. Nazım Hikmet ile ilgili bu asılsız hikâyeyi gerçekmiş gibi sahiplenmiş olan Sedat Peker, bu efsaneyi aynen aktardı ve bunu bir şahsiyetlilik veya kahramanlık delili olarak gösterdi. Evet, anlatınlar doğru olsaydı biz de Nazım Hikmet’in ne kadar yürekli bir yazar olduğunu teyit ederdik. Ama bu konuyu anlamak, elbette o kadar da kolay değil. Çünkü bizzat Nazım Hikmet de bu asılsız hikâyeyi gerçekmiş gibi zaman zaman sahiplenmiştir.

Gelin, ilk önce bu uydurulan hikâyeyi bizzat Nazım Hikmet‘in hayatının bir dönemine ışık tutan bazı “gerçekleri”, içten ve sıcak bir anlatımla sunan ressam İbrahim Balaban’dan (1921-2019) dinleyelim:

“Bir gün Nazım Hikmet’in evine Refik Erduran gelmişti. Söz sırasında ustama sordu: ‘Atatürk’ün seni çağırdığı doğru mu?’ ‘Neden yalan olsun?’ dedi Nazım Hikmet. ‘Atatürk’ün çağrısına neden gitmedin?’ diye sordu Refik Erduran. ‘Gitmedim. Çünkü çağırmanın bir yordamı yoktu. Gecenin geç bir saatinde kapının ziline uyandım…Kapıda polisleri görünce eteklerim tutuştu. Ama polis efendilerin gayet kibar, ‘Seni Kemal Paşa Dolmabahçe Sarayında bekliyor’ demeleri üzerine birden kendime geldim. ‘Paşa’ya benden selam söyleyin, ben Deniz Kızı Eftalya değilim.’ deyip kapımı kapattım.” (2)

Deniz Kızı Eftalya da mı kim? Deniz Kızı Eftalya, Osmanlı Rum tebaasından olan bir ses sanatçısı ve kantocudur. Nazım Hikmet, muhtemelen asıl ismi Atanasia Yeorgiadu (1891-1938) olan bu Rum sanatçı, Atatürk‘ün huzuruna çıkıp şarkılar söylemiş olduğu için, bu ismi anma gereği duymuş olabilir. Şimdi şunu diyebilirsiniz:

Nazım Hikmet ile akrabalık ilişkisi olan ve onun yurt dışına çıkmasına yardımcı olan Refik Erduran (1928-2017), bizzat şahit olarak bu kitapta anlatılan bu olayı Sedat Peker de hemen hemen aynen aktardığına göre ‘burada nerede bir uydurma var?’ diyebilirsiniz.  Peki, bu olay, bu şekilde değil de başka türlü cereyan etmiş olamaz mı? Bu olay, bizzat Nazım Hikmet tarafından pompalanmış olamaz mı? O halde ben size bu olay ile ilgili şimdi başka bir kaynak sunayım.

Bir olayın, hilaf-ı hakikat yani hakikate muhalif yani gerçeğe aykırı olduğunu iddia edebilmek için, en azından güçlü bir delil sunmanız gerekir. İşte size bununla ilgili bir delili Aziz Nesin’in hazırladığı bir Yıllıktan sunacağım:

“(Şair, yazar ve Nazım’ın hapishane arkadaşı) Hasan İzzetin Dinamo (1909-1989), Ankara hapishanesinde, kule dibinde, bir gün aynı koğuşta yatan Nazım Hikmet’e bu Eftalya olayını sorar: ‘Üstat, şu Deniz Kızı Etfalya hikâyesi ile Atatürk’ün seni çağırması olayının aslı astarı var mı?’ Nazım Hikmet, gülerek şu cevabı veriyor: ‘Halk, her zaman efsaneler yaratmaktan hoşlanır. Gerçi aramızda benzer bir olay geçti, ama denildiği gibi değil…Bacaklarımda siyatik ağrıları vardı. Eş-dost, Yalova kaplıcalarını salik verdi…bir gün banyodan çıkmış, ağaçlar altında dinleniyordum…Atatürk, çevresiyle birlikte gelerek, biraz ötemde bir masaya oturdu…Çağrıldım. Yavere şöyle dedim: ‘Paşa hazretlerinin masasına çağrılmak benim için büyük bir onurdur. Ne yazık ki bacaklarımdaki siyatik öyle sıkıştırmaya başladı ki inlemeden şuradan şuraya gidecek hal kalmadı. Lütfen söyleyin beni bağışlansınlar.’ Güya, ‘Arkadaş yanlış kapı çaldınız. Ben Denizkızı Eftalya değilim. Siz gidin onu çağırın’ demişim. Ben aklımı peynir ekmekle mi yedim ki Ulusal Kurtuluş Savaşımızın en büyük kahramanına böyle kaba bir söz söyleyeyim?’…Olayın aslı budur.”(3)

Aziz Nesin’in Yıllığında geçen bu bilgiler, Mehmet Kemal’in Denemeler Eklemeler adlı kitabından alınmış olacak, çünkü orada da Nazım Hikmet ve Atatürk arasında geçmiş olduğu zannedilen bu konuya bu şekilde yer verilmiş. (4)

Şimdi burada ismi geçen şahitlerin hangisine inanalım? Kanaatimce burada şahitlerin bir kabahati yoktur. Bunlardan hiçbiri Nazım Hikmet hakkında hakikat dışı bir nakilde bulunmamıştır. Onlar, Nazım Hikmet ne dediyse aynen aktarmıştır. O halde bu birbirine zıt açıklamaları nasıl okumamız gerekir? Biraz insan psikolojisi ve özellikle Türk şairlerinin ruh hâllerini az çok bilen bir araştırmacı, sorunun bizzat Nazım Hikmet’ten kaynaklandığını anlayabilir. O efsaneyi halk değil bizzat Nazım Hikmet uydurmuş. Aynı olayda birbirine zıt iki Nazım Hikmet var. Birinde nefsine hoş geldiği için, “Ben Eftalya değilim” diyerek “efsane” olmak isteyen “cesur” bir şair var, diğerinde gerçekleri söyleme gereği duyan aciz bir insan var.

Kişilik olarak Nazım Hikmet, çok karmaşık ve istikrarsız bir portreyansıtmaktadır. İmanını korumak yerine, ateizmin kucağına düşmüş, kendi özü, gücü ve varlığıyla değil, kullanılmaya müsait fikrî/ideolojik zayıflıklarıyla ve manevî sapmalarıyla yaban ellerde hayatını tamamlamıştır.

Prof. Dr. Ali Seyyar

  • Nazım Hikmet, İlk Şiirler, Yapı Kredi Yayınları, 8. Kitap, 2002, s. 117.
  • İbrahim Balaban, Nazım Hikmet ve Biz, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1998, S. 221.
  • Aziz Nesin, Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı, İstanbul, 1979, s. 301.
  • Mehmet Kemal, Denemeler Eklemeler, Çağdaş Yayınları; İstanbul, 1997.
ETİKETLER: Sedat Peker
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.