Mir’ât Haber’de Ali Rıza Demircan hocamızın yazdığı “ Gâvur uçaklarıyla hacca gitmek caiz midir?” isimli makale, yukarıdaki başlığı ve onun muhtevasını oluşturmaya vesile oldu. Aslında bu başlığın esin kaynağı, 12. Yüzyılın Endülüs’lü (Kurtubalı) hakîm (filozof), hâkim ve hekim İbn Rüşd’dür (1126-1198). Onun zengin tefekkür birikimini yansıtan muhtasar eseri Faslu’l-Makâl, döneminde tartışılan konuları ele alan klasikleşmiş bir kitaptır.
İslam Dünyasının Gerilemesindeki Temel/Esas Sorunlar
On ikinci yüzyılda İslâm dünyasının gerilemeye başlaması, toprak kayıpları, bilim/ilim üretememe, fetihlerin durması, küçük devletlere bölünme, Bağdat’taki halifenin sembolik hale dönüşmesi, Müslüman âlim ve mütefekkirlerin temel problemleri haline gelmişti. Doğudan gelen Moğol İstilası, Batı’dan gelen Haçlı Seferleri ve içeride kangren bir mesele olan Hasan Sabbah ve Haşhaşî Hareketi, yani Batınî akımların güçlenmesi karşısında tartışmalar alevlenmişti.
Bu çerçevede mevcut durumu yaratan sorunların temel sebeplerinden uzaklaşılarak, -çoğunlukla bugün de yapıldığı gibi- doğrudan etkisi olmayan konular üzerinden suçlular ihdas edilir. Yukarıda sayılan problemlerin temelinde; büyük İslâm filozofu, kelamcısı, fakihi ve mutasavvıfı Gazâlî’nin yanlış anlaşılması, taht kavgaları, saray içi rekabet, lüks ve aşırı tüketim gibi sebeplerle birlikte zikredilen iç ve dış tehditlerin varlığı söz konusudur. Taht kavgalarının tetiklediği ve tahrik ettiği siyasî ve ideolojik çatışmalar da, mevcut sorunları arttırmıştır.
Dinin Özünden Uzaklaşma Kaygısı
Batınî hareketlerin yaygınlık kazanması ve sapkın anlayış ve yorumların şüyu bulmasından, felsefe, aklî düşünce ve filozoflar mesul tutuldu. Aklî ilimlerin, fitne ve sapkınlığa yol açtığı, insanları dinin özünden uzaklaştırdığı ifade edildi. Bu kaygılara ve sorulara cevap olmak üzere, İbn Rüşd Faslu’l-Makâl’ı kaleme aldı. Müslüman hakîm İbn Rüşd, bu eserde hikmet (felsefe) ile şeriatın (din), hakikate ulaşmada iki yol olduğunu vahyî ve nebevî delillerle/referanslarla kısa ve öz bir şekilde anlatır.
Akıl ile Vahiy, Din ile Felsefe, Hikmet ile Şeriat İlişkisi
Aslında bu tartışma, İslâm tefekkür dünyasının kadîm meselesi olan, akıl ile vahiy, akıl ile nakil, din ile felsefe, hikmet ile şeriat ilişkisinin (uygun veya uygun olmadığının) müzakeresinden başka bir şey değildir.
İslâm’dan önceki toplumların ve halkların aklî birikim ve tecrübesinden haberdar olmak, Müslümanlar üzerine bir gerekliliktir (vaciptir). Zira İmam-ı Ebu Hanife’nin “fıkıh” tanımında olduğu gibi, “Müslümanın kendi lehinde ve aleyhinde olanları bilmesi” onun mesuliyetidir. Tefekkür tarihimiz bunun örneklerine şahitlik etmektedir. Öte taraftan, bilgi gücü ve mirasından yararlanılacak olan geçmiş toplumların inançlarının, “tevhidi” olup olmaması önemli değildir.
Bunu Kurtuba Kâdısı İbn Rüşd’ün zikredilen eserindeki güzel bir benzetmeyle anlatmak gerekirse; kurban kesmeye uygun bir bıçak bulunursa, onunla kurban kesmenin doğru ve mümkün olması için, bu aletin bizimle aynı inancı taşıyan kimseye ait olması gerekmez. Yeter ki, kesme işlemi için gerekli şartlar bulunsun. Yani bıçağı üreten kişinin Müslüman, gayrimüslim, gâvur, zındık, mülhid veya pagan olması önemli değildir. Bir alet olarak bıçaktan ziyade, onunla kesilecek hayvan veya kurbanın helal veya kesilebilir olup olmadığına; gerekli İslâmî kuralların yerine getirilip getirilmediğine bakılır.
Geçmiş Medeniyetlerin Birikimi
İbn Rüşd’dün de dediği gibi, eskiler “en mükemmel şekilde araştırıp bulduklarından”, bizim onların kitaplarına uzanıp, söylediklerine bakmamız icap etmektedir. Eğer onların söylediklerinin hepsi doğru olursa, bunları kabul ederiz. Şayet onların söylediklerinde doğru olmayan şeyler varsa, bunlara dikkatleri çekeriz, yanlışlarını ortaya koyar ve reddederiz.
Hâsılı geçmiş milletlerin ideal olana ulaşmak için düşünerek ve araştırarak/tecrübe ederek bulduklarını ve onlardan bize kadar ulaşan kitaplarını incelememiz gerekmektedir. Eğer onların söyledikleri şey doğruysa alırız; doğru olmayan hususlar bulunursa, onlara dikkat çekeriz. Başkalarını da ondan sakındırırız.
Eskilerin Kitaplarındaki Amaçla Dinin Amaç ve Maksadı Aynı
Şu halde İslâm’dan önceki toplumların ortaya koydukları kitapları inceleyip değerlendirmek, dinin bize yüklediği bir mesuliyettir. Zirâ onların kitaplarındaki amaç ve maksatlarla, dinin teşvik ettiği amaç ve maksatlar birbiriyle paralellik göstermektedir.
Kim bu kitapları ele alıp değerlendirmeye lâyık olanı (zekâ, adalet, ilim ve ahlâk sahibi olanı) bu işten alıkoyarsa, dinin halkı Allah’ı bilmeye davet ettiği kapıdan insanları uzaklaştırmış olur. Bu kapı ki, Allah’ı hakkıyla bilmeye götüren bakış (nazar) ve tefekkür kapısıdır. Bu kapıya sırt çevirmek ise, bilgisizliğin zirvesi ve Allah’tan uzaklaşmanın son raddesidir.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi