Türkiye, Meşrutiyet ile birlikte batılı aydınlar olarak Liberal ekonomik düşünce sistemini gündemine aldı ve batılılaşmanın tabii sonucu olarak batı sistemi, sadece askeri, eğitim ve hukuk alanında değiştirilmekle kalmadı, iktisadi ve sosyal sistem de sırasıyla batılı niteliğe büründü.
Önemli sosyologlarımızdan Hilmi Ziya Ülken kültür ve dolayısıyla hayat sistemleri arasında eklektik yapıların mümkün olmadığını belirtirken, Mümtaz Turhan da, ani ve sıkıntılı bir dönemde kültürel tercihler yapan ülkelerin sağlıklı bir karar verilemeyeceğini söylemektedir. Her iki sosyal bilimcinin tesbitleri, batılılaşmanın mantık ve ihtiyaçlar çerçevesinde gerçekleşmediğini gösteriyor.
Cumhuriyet rejimi, Mustafa Kemal’in önderliği ile Batılı bir devlet ve sistem tercihi ile aydınlık geleceğe doğru yönelindiğini ifade ederken, batılı rejim, Osmanlı’nın en kötü zamanlarındaki seviyesinden bile daha zayıf ve kimliksiz bir yapı kazandı. Türkiye, “karma ekonomi” denilen ve dünyada hiçbir öğrneği olmayan biraz devletçi, biraz da özel sektör ağırlıklı suni iktisadi sistem ile çok sıkıntılı günler yaşadı.
Gerek CHP ve gerekse Adalet Partisi dönemlerinde çeşitli krizlerle yüzyüze kaldı. Batılı devletlere sürekli borçlandı. Son olarak IMF’den borç alarak, iktisadi sistemi yabancı finans çevrelerinin kontrolüne terk etti.
AK parti iktidarı ile, yurt dışı ticaretin gelişmesi, yatırımların artması ve gelirlerin düzenlenli toplanması, bütçenin disiplinin uygulanması gibi iktisadi enstümanlar, iktisadi gelişmede faydalı oldu. Fakat, asıl iktisadın dinamik gücü olan halkın kültürel yaşama standardı ve iktisadi hayatı dengede tutacak “kanaat ekonomisi” bir türlü gerçekleşemedi. Vergi sistemi, SSK Primleri, iktisadi teşebbüslerin sosyal planlaması, dış ticaretin kontrol altına alınması gibi sosyal sistemin güçlenmesi ve sosyal adaletin sağlanması gibi konularda beklenilen gelişmeler olmadı. Eski Ticaret Bakanlarından Agah Otay Güner’in “İsraf Ekonomisi” kitabındaki görüş ve veriler hala ulaşılması gereken hedefler olarak zihnimizde. Türkiye, imkanlarıyla uygun olmayan bir lüks ve israf tavrını şuursuzca sürdürüyor. İktisadilik kavramının öngördüğü, “ölçülü iktisadi yapı” hala sağlamadı.Üstelik, asgari ücretle geçinen milyonlarca insanın mağduriyeti ve çeşitli sebeplerle işsiz kalan insanların yaşama mücadelesindeki çaresizlikleri ile birlikte zıtlık hale devam ediyor.
İktisadi faaliyet; zihni, bedeni ve ruhi güçlerin varlığı ile gerçekleşir. Eğer siz, iktisadi hayatı adaletsiz, istismara açık ve ehliyetleri değerlendirebilecek imkanlardan mahrum bırakırsanız, iktisadi faaliyetin can damarlarını kesmiş olursunuz.Hele, hiçbir üretim yapmadan, para kazanmaya imkan verirseniz. İşte, günümüzde de iktisadi dengeyi sağlayacağına inanılan “kapitalist bankacılık” ve “serbest piyasa” enstrümanları liberal iktisadın ana temelleri olarak iktisadi sistemi ayakta tutma çabasında. Banka, “para ile para kazanan” asalak bir kurum olarak iktisadi varlığımızı nasıl ayakta tutabilecektir? Hiçbir üretim, planlama ve yatırım hareketine girişmeyen, sadece para temini ile çok büyük karlar temin eden bankalar, günümüzün mali hareketlerinin birer aracı olarak iktisadi hayatı nasıl güçlendirecek?
“Garanti kar ve kazanç” ölçüsüyle hareket eden bu kurumlar, devletin desteği ile toplumda imkanlarını hiçbir karşılık oluşturmadan, kazanca dönüştürerek iktisadi hayatın riskine ortak olmaksızın sadece rantına ortak olarak mı, iktisadi sisteme destek olacaklardır? Ve bu para mekanizması, sosyal ihtiyaç ve beklentileri ne zaman hatırlayacak?
Serbest piyasa’nın, ne kadar serbest hareket ettiğini, büyük iktisatçılar ortaya koydukları teori ve örneklerle ortaya koymuşlardır. Karl Polanyi, serbest piyasanın bir aldatmaca olduğunu söyleyerek, kapitalist iktisadın temellerini Avrupa’da sarsmıştır.
İktisadın sosyal temelleri denince, kanaat sahibi, ahlaklı ve ihtiraslarına kapılmayarak kendi zaruri ihtiyaçlarını temsil eden bir anlayış kültürü ve yaşama felsefesi akla gelmektedir. Böyle bir anlayış ve kimlik, İslam dininin sosyal ve ahlaki prensipleri içinde hareket eden; faiz yemeyen, karaborsacıılık yapmayan, yalan söylemeyen, fahiş fiyatla mal satmayan, mal biriktirmeyen “ahlaki insan” tipini ortaya koymaktadır.
Türkiye’deki insanların % 80’den fazlası İslam dinine mensup olmasına ve iktidardaki hükümetin de İslama saygılı bir yönetim olduğu düşünülürse, neden iktisadın sosyal (dini,ahlaki, geleneksel) değerleri çerçevesinde bir iktisadi yapı kurulmuyor sorusu, cevap bulmak zorundadır.
Ayrıca, kim şunu iddia edebilir: İktisadi faaliyetlerde, insanın niyeti, ihtirası ve menfaati elde etmek arzusu söz konusu olmaz!.. Ve insanı, bu aşırı ve başkalarına karşı ard niyetli, iki yüzlü ve sahte davranışlardan arındırmadan, iktisadi ve hatta hukuki kuralları işletmek mümkündür!…
Bazı modernist, pozitivist ve ahlak dışı görüş ve ideolojilerin batı toplumundaki olaylara bakarak dışladığı dini ve ahlaki değerleri, birer “öcü” gibi algılama hatası ve basiretsizliği ile daha ne kadar oyalanacak ve hayatın problemlerine, değerler dünyamızdan kaynaklanan sosyal çözüm çarelerine yönelmiyeceğiz. Artık kendimize gelelim!..
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi