islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5004
EURO
34,6901
ALTIN
2.496,45
BIST
9.693,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
19°C
İstanbul
19°C
Parçalı Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
21°C
Pazartesi Hafif Yağmurlu
23°C
Salı Az Bulutlu
24°C
Çarşamba Az Bulutlu
22°C

İslam birliği bağlamında hakka ulaşmanın yolu: Akl-selim

İslam birliği bağlamında hakka ulaşmanın yolu: Akl-selim

Prof. Dr. Ali Seyyar

Bir insanın iyi kötü, güzel çirkin gibi hemen bütün değer yargıların kaynağı akıldır. Hakka ulaşmanın yolu da metafizik akıldır. “Metafizik akıl” kavramına siz “manevî akıl”, “kalbî akıl” veya “akl-ı selim” de diyebilirsiniz. Buarada kastedilen zihnî açılım, metafizik boyutuyla kalben akletmektir. İnsan, aklın metafizik işleyişinin imkânları ile Hak ve Hakikate erişebilir. Bir başka ifadeyle insan; dünyaya geliş hikmeti, hayat ve ölüm gibi varlığa dair konular hakkında metafizik akıl yoluyla bazı temel bilgiler elde edebilir.

İyi niyet bağlamında bir kişi, gerçekten aklını salt tefekkür boyutuyla kullandığında bir Yaratan’ın salt varlığının olması gerektiği hususunda bir kanaate varabilir. Ancak düşünen bir insan, başka bir bilgi kaynağına sahip olmadığı sürece sırf bu yöntemle Yaratan-Yaratılan münasebetlerinin dayandığı Allah’ın nitelikleri hakkına bir neticeye varması mümkün değildir. Bununla birlikte Hak aşığı bir insan, âlemin mükemmel işleyişine bakarak, Yaratan’ın insanlığa iyilikte bulunmak isteyen mükemmel bir varlık olması gerektiğine dair düşüncesi somutlaşır.

Düşünce sürecinde kişi, sahip olduğu sonsuz nimetlerin şükrünü ifa etmek ve Yaratan’a karşı kulluk görevleri hakkında somut bilgilerin hangi kaynaktan elde edilmesi hususunda gayri ihtiyari olarak peygamberler tarafından gönderilen ilahî kitaplara müracat etme ihtiyacı duyar. Kişi, insanlığın başıboş ve sahipsiz olamayacağının bilinciyle Allah’ın insanlığa inayetin bir gereği olarak perygamberler de gönderdiğini idrak eder. Ve bu bağlamda ilahî kitapların ve en nihayetinde Kur’ân’ın yolgöstericiliğinin O’nun güç ve yetkinliğinin bir neticesi olduğunu da kabul eder.

Kişi, Kur’ân sayesinde mesela Yaratan-âlem münasebeti bağlamında bir hükümdar rolünde olan Allah’ın isim ve sıfatlarını öğrenir. C. Hak, er-Rab (Yönetici-Eğitici), el-Müdebbir (Terbiye edici), el-Kadir Kudret sahibi ve himaye edici) ve el-Melik (Mülk sahibi) gibi isimleriyle âlemi muazzam bir şekilde yönettiğini anlar. Bu âlem, Allah’ın hükümlerini uygulamakla mükelleftir. Âlem içinde yer alan bütün canlı-cansız, maddî ve manevî varlıklar, yaratışları gereği mutlak anlamda Allah’a teslimiyet göstermektedir.

Âlem içinde eşref-i mahlûk makamında olan insan ise, metafizik aklıyla Allah adına dünyada O’nun vekili olarak gönderilmiş olduğunu da idrak eder. Bir başka açıklama ile halifelik, insan türüne tahsis edilmiş bir imtiyazdır. Bu bir nimettir ve insan, bu nimete sahip olmanın bir gereği olarak Allah’a ibadet eder, şükreder ve böylece kulluk görevini yerine getirmiş olur. Metafizik aklını bilinçli olarak kullanmaya devam eden inançlı bir insan, her daim Allah’a yakın olmak ister ve bu anlamda manevî gelişimini ibadetlerine takva ve ihlas da kazandırarak sağlar.

Haktan Uzaklaşma Riski

Metafizik aklını kullanmayan bir insan velev ki Müslüman olsun Haktan uzaklaşma riski ile karşı karşıya kalır. Metafizik aklını gereğince kullanmayan bir Müslüman, iman ehli olduğu halde Hak ölçülerini yitirmeye başlar ve şeytanın vesvesesi ile ifrat ve tefrit saplantısına kayar. Yani bir Müslüman, gafletin getirdiği zihnî/aklî dikkatsizlik ve kalbî/vicdanî rikkatsizlik ile doğru bir ilkenin bağlamından kopar(tılır). Yani bir insan, kaynağı Hak olan doğru bir ölçüden bazen uzaklaşabilir ve sapma gösterebilir. Böyle bir durumda insan, halife olma özelliğini yitirir ve esfeli safilin derekesine düşebilir.

Mesela İseviler, Hz. İsa’yı güya çok sevdiklerini iddia ederek, ifrada kaymış ve onu ilahlaştırmak suretiyle Haktan uzaklaşmıştır. Tıpkı bazı Şiilerin Peygamberimizi (sav), ailesini ve özel olarak Hz. Ali’yi sevmek ve onun taraftarı olmak gibi doğru bir pozisyonu ifrat noktasından ele alarak, yanlış bir yorumlama sonucunda Haktan saptıkları gibi. Aşırı sevgi, bir ifrat sonucudur, lakin aynı zamanda başka bir yönüyle tefriti de beraberinde getiren ölçüsüz bir sapma durumudur.

Şöyle ki ehl-i beyti sevmek konusunda sevgiyi bütünüyle onlara tahis eden bazı Şiiler, bunu Allah’a en ulvî yakınlık olarak algılamış ve bu bağlamda kendileri gibi ehl-i beyt’i siyaseten ön plânda tutmayan sahabilere dahî düşmanlık beslemiştir. Bir taraftan belirli Müslümanlara aşırı sevgi gösterilirken, diğer taraftan da başka Müslümanlara tam tersine aşırı nefret beslemek, başta “Müslümanlar kardeştir” ilkesi olmak üzere birçok Hak ölçüsünü açıkça çiğnemek anlamına gelmektedir.

Ha keza cahil Hariciler de bunun tam tersini uygulayarak, Hz. Ali taraftarlarını küfür ile itham etmiş ve buna binaen sözde şer’i kaynaklara atıfta bulunarak, katletmelerini öngörmüştür. Akl-ı selimi terk eden Müslümanlar, bireysel olarak sadece Haktan uzaklaşmamış İslâm toplumlarına fitme ateşi de sokmuştur.

Velhâsıl-ı Kelâm

Günümüzde hükümdar konumunda olan siyasî halifelerin (Müslüman devlet başkanlarının) ekseriyetinin ne yazık ki tarihten ders almadığı ortada. Suriye’de, Yemen’de, Nijerya’da ve daha birçok İslâm ülkesinde değişik silahlı Müslüman gruplarının birbirlerini kâfir/terörist ilan ederek, savaşmaları, bunun bir göstergesidir. İç savaşın olmadığı diğer Müslüman ülkelerde de Müslümanların birlik içinde olduğu pek söylenemez. Tam aksine Prof. Dr. Ahmet Nesin’in tespitlerine göre bazı ülkelerde “dinci iktidarlar, dindar Müslümanlara zulmediyor.”

Ve en acı tespit ise Müslüman olmayan fakat dünya toplumlarını tahlil eden siyasetçilerden geliyor. Mesela Alman şansölye Angela Merkel’e ait olduğu söylenen tam doğruyu yansıtmış olmasa da şu çarpıcı tespitler, bizi gerçekten düşündürmelidir: “Hindistan ve Çin’de 150’den fazla ilah ve 800’den fazla inanç var. Böyle olduğu halde birbirleriyle barış içerisinde yaşıyorlar. Buna karşılık Müslümanların tek Tanrısı, tek peygamberi ve tek kitabı var, ama sokaklarında kandan geçilmiyor; katiller de maktuller de hep aynı şeyi söylüyor: Allah-ü Ekber.”

Günümüzde başta Müslüman idareciler ve âlimler olmak üzere İslâm toplumlarının etkin üyeleri ne zaman akıllarını Allah’ın bizden razı olacak bir biçimde doğru kullanacak ve Müslümanların birbirlerine merhamet besleyerek, barış ve kardeşlik içinde yaşayacak? Ben ilk başta yaşadığım ülkemde olmak üzere İslâm diyarında ve dünyada insanlar ve Müslümanlar arasında husumet, nefret ve kan artık görmek istemiyorum. Ben dünyada da DÂRÜSSELÂM’ın tesis edilebileceğine inanıyorum. Yeter ki Hakka ulaşmanın yolunun akl-i selimden geçtiğini görelim, vesselâm.