islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5525
EURO
35,0287
ALTIN
2.429,51
BIST
9.722,09
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
20°C
İstanbul
20°C
Az Bulutlu
Cuma Parçalı Bulutlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
17°C
Pazar Az Bulutlu
19°C
Pazartesi Az Bulutlu
19°C

İslam Din mi Şeriat mi?

İslam Din mi Şeriat mi?
3 Mayıs 2017 15:02
A+
A-

Kabe bir tevhit sembolü olarak inşa edilmiş, onun etrafında şekillenen çeşitli ritüeller, tarihi bağlamda o düşünceyi yaşatma ve ömürde bir kez dahi olsa inananların o manevi merkeze gelip tarihi mücadeleye şahitlik etmesi noktasından önemlidir. Bu bağlantı kopartıldığında İslam düşüncesi ve pratikleri, İslami dönemle ortak kültüre sahip olan cahiliye kültürü üzerine bina edilmiş sayılır ki bu, dinin inşa edici söylemiyle çelişen bir durumdur.

Miladi yedinci yüzyılda Araplar için önemli bir manevi merkez olan Mekke’de zuhur eden İslam dini, kendisinden asırlar önce aynı topraklarda yaşamış olan Hz. İbrahim’in yaşamındaki olaylarla bağlantılı bir motife sahiptir. Hac, kurban, tavaf, Safa, Merve, zemzem gibi birçok dini değer ve ritüelin cahiliye döneminde de var olduğu kaynaklarımızda geçmektedir. Bu durumda Araplar içerisinde çıkan İslam dininin, tarihi olarak Hz. İbrahim’e ve İsmail’e dayanan ve zamanla tahrif olan bu değerlere karşın onarıcı bir rol üstlendiği gözükür. Bu mekanlara manevi bir değer katan nokta ise buraların tevhit mücadelesine tanıklık etmesi ve son dinin mekânsal sembolü olması ile açıklanır.

Kabe bir tevhit sembolü olarak inşa edilmiş, onun etrafında şekillenen çeşitli ritüeller, tarihi bağlamda o düşünceyi yaşatma ve ömürde bir kez dahi olsa inananların o manevi merkeze gelip tarihi mücadeleye şahitlik etmesi noktasından önemlidir. Bu bağlantı kopartıldığında İslam düşüncesi ve pratikleri, İslami dönemle ortak kültüre sahip olan cahiliye kültürü üzerine bina edilmiş sayılır ki bu, dinin inşa edici söylemiyle çelişen bir durumdur. Tevhide şirk bulaştıran olarak tanımladığımız cahiliye insanları, var olan tevhid düşüncesini tahrif eden ve putperestliğe kadar giden taşkınlıklarından dolayı ilahi bir onarıma tabi tutulmuştur. İslam’ın en büyük eleştirisini şirke yöneltmesi, yozlaşmayla kaybedilen hakikatin tekrar inşa edilmesi ve ataları olan tevhit kahramanı Hz. İbrahim’in/İsmail’in yolundan sapan bu toplumun inanıcını tekrar düzeltme anlamını taşır.

Ancak bu onarım sadece Araplar için değildir. Pilot kitle olarak onlar seçilse de mesajın hedefi bütün insanlıktır. Bilindiği üzere Yahudi ve Hristiyanlar, kendilerini Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İshak’a nispet etmektedirler. Baba bir kardeş olan Hz. İsmail ile Hz. İshak günümüzdeki üç büyük dinin atası olarak kabul edilir. Hz. İsmail, babası İbrahim tarafından Hicaz bölgesine yerleştirilmiş, Hz. Muhammed’in kabilesi olan Kureyş bu soydan gelmiştir. Hz. İbrahim’in diğer oğlu Hz. İshak ise Filistin’de kalmış, onun oğlu olan Hz. Yakup, Allah’ın kulu anlamındaki İsrail ünvanını almıştır. Dolayısıyla İsrailoğulları (Yahudiler) ve onların içinden çıkan Hristiyanlık, Hz. İshak’a dayanmaktadır. Bu ortak temel, kitap ehli bu üç dine İbrahimi dinler denmesini sağlamıştır.

Allah’ın, son kitap olan Kur’an’la Hz. İbrahim üzerinden yaptığı tevhit onarımı, tarihi süreç içerisinde diğer dinlerin bozulan tevhid mesajını da onarım gayesi güder. Ali İmran Suresi’nde Yüce Allah; “İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyan’dı. Fakat o, Allah’ı tanıyan ve hakka yönelen hanif bir Müslümandı. Allah’a ortak koşanlardan da değildi”(Ali İmran,67) buyrulması, bu dinlerdeki ortak temelin tevhid olduğunu, şeriatlerin tarihi süreç içerisinde bu dini tamamlayan halkaları oluşturduğunu anlatır. Yine Şuara suresinde; “Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin” diye Nuh’a vasiyet ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya vasiyet ettiğini sizin için de teşri kıldı” (Şura,13) ayetindeki “size dinden bir şeriat kıldı” anlamına da gelen ayeti, dini ayakta tutmanın bütün peygamberlerin ortak davasının olduğuna, şeriatlerin ise çeşitli kavim ve asırlara göre şekillenip insanoğluna sunulduğuna işaret eder. Hz. Adem’den beri devam edegelen dinin son şeriat olan Kur’an ile de tamamlandığı, tamamlanan bu dinin ve tamamlayıcı parça olan Hz. Muhammed’le gelen şeriatin ortak isimin İslam olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kıyamete kadar sürecek Allah’ın dini, Hz. Muhammed ile tamamlanan en son hali ile hayatiyetini devam ettirecektir.

Ancak her konuda olduğu gibi bu konuda da insanlar psikolojik ve ideolojik zaaflarla bu gerçeği inkar etmeyi seçer. Zaten bütün bir insanlık tarihi, insanoğlunun vaz geçemediği hırs ve taşkınlığına karşın peygamber eliyle yapılan ilahi müdahale mücadelesi değil midir?

Ancak insanda kalp olduğu sürece onun zihni, tatmin edici bir hakikat arayışı içerisinde olacak, bu manevi ihtiyacı giderecek olan Allah’ın dini ise tarih boyu olduğu gibi onunla olmaya devam edecektir.

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.