islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,3769
EURO
34,9712
ALTIN
2.325,70
BIST
9.060,36
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
23°C
İstanbul
23°C
Az Bulutlu
Cumartesi Az Bulutlu
22°C
Pazar Az Bulutlu
22°C
Pazartesi Az Bulutlu
24°C
Salı Az Bulutlu
18°C

KANAATKÂRLIK NE İŞE YARAR? HZ. SELMAN-I FARİSİ ÖRNEĞİ

KANAATKÂRLIK NE İŞE YARAR? HZ. SELMAN-I FARİSİ ÖRNEĞİ
30 Temmuz 2021 10:02
A+
A-

İnsan karakteri veya ahlâkı, bir insanın kendi saadetine de felaketine de sebebiyet verebilir. Kanaatkâr olmak ise belki de bir insanın sahip olabileceği en güzel karakteri ve en güzel meziyetidir. Bazı ahlâken güzel olan insanlar, az veya çok elde edilene hep razı olur ve bununla yetinip zaruret olmadıkça daha fazlasına talep etmez. Bu kanaatkâr tutumlarından dolayı, Allah, ne hikmetse onlara daha fazlasını vermeyi bazen murat eder.

Her duruma rıza gösteren böyle bir Müslümanın en büyük özelliği, kendi durumunu başkalarıyla kıyaslamamasıdır. Bir başka ifadeyle, kendilerinden daha fazla mala sahip olanları hiçbir zaman kıskanmazlar, çünkü mevcut olanla kanaat etme bilincini gösterirler. Peki, kanaatkârların içinde örnek alınacak şahsiyetlerin başında kim gelir? Bendeniz “yine sahabiler” derim, çünkü onlar, her hususta örnek alınacak mümtaz insanlardır.

Mesela sahabi Hz. Ebu Zer el-Gıfari, bu hususta Peygamberimizden (sav) aşağıdaki nasihatleri aldığını ve buna göre hayatını tanzim ettiğini bizlere hatırlatmaktadır:

“Benim dostum (Hz. Muhammed), bana dünya hususunda benden üstün olana değil de benden aşağıda olana bakmamı tavsiye etmiştir.”

Sahabi Hz. Ebu Hureyre de yine bu konuda Peygamberimizden (sav) bütün Müslümanlar için geçerli olan benzer bir nasihat almıştır:

“Sizden bir kimse, Allah tarafından mal ve yaratılış bakımından üstün kılınan bir kimseye baktığı zaman, hemen bu hususlarda kendisinden daha aşağı olan ve faziletçe üstün olan bir insana baksın!” (İhya-i Ulum’id-Din; C. II: 539).

Gerçekten sahabiler, hiç bir servete sahip olmadıkları zor günlerinde sabretmiş ve kanaati ellerinden hiç bırakmamıştır. Zenginliğe kavuştuklarında da yine kanaat edip kendilerinden daha fazla malı olanlara bakarak değil de kendilerinden daha az malı olanları görerek, hallerine şükretmiş ve yoksullara, fakirleşme endişesi yaşamadan bol bol infakta bulunmuşlardır.

Sahabilerin manevî üstünlüğünü de işte bu kanaat ahlâkında görmek mümkündür. Onların azizliği, halktan ve maddiyattan tamamen müstağni ve bağımsız olmalarıdır. Sahabiler, zenginliğin izzetini, şükür, kanaat ve tasadduk ile koruyabilmiştir. Kendilerine verilenlere tam anlamıyla kanaat eden sahabiler, manevî yönden de insanların en zenginleridir. Çünkü onlar, kanaati sadece verilene razı olmak olarak algılamamış aynı zamanda aktif şükrün bir gereği olarak infakta da bulunmuştur. Sahabiler, servetin çokluğundan ziyade gönül zenginliği ile mümtaz şahsiyetler olabilmiştir.

Kanaatkârlıkta En Örnek Vali: Hz. Selman-ı Farisi

Bu sahabiler, hakikaten enteresan insanlardır. Mesela bunlardan bazıları, yoksulluklarında bile sadaka kabul etmezdi. Daha sonra ellerine imkân geçtiği halde züht ve takvayı bırakmaz, basit ve sade bir hayat yaşamaya devam ederlerdi. Bunların başında Ashab-ı Suffe’de eğitim almış Hz. Selman-ı Farisi gelir. O, dünya hazinelerinin hiç birisine bağlı olmadığı gibi temel ihtiyaçlarının bile çok altında bir hayat sürerdi.

Halife Hz. Ömer, onu Medain Valisi olarak tayin etmişti. 5.000 dirhem maaş aldığı o varlıklı dönemlerde bile köle olduğu zamanlardaki gibi giyinir, maaşının hepsini fakirlere sadaka olarak dağıtır ve sepetçilikle geçinmeye devam ederdi. Hz. Selman-ı Farisi, bir sepeti üç dirheme satar, bu üç dirhemden birisiyle tekrar sepet yapmak için hurma yaprağı alır, bir dirhemini kendisi için harcar, bir dirhemi de yine sadaka olarak dağıtırdı. (İbni Sa’d; Tabakât; C. IV: 88-89).

Bugün yoksulluğun ve işsizliğin halen giderilmediği bir ülkede maaşıyla yetinmeyip de iki üç yerden ayrıca “huzur hakkı” adı alında yüksek gelirler elde eden bürokratları düşündüğümde günümüzde Hz. Selman-ı Farisi gibi bir devlet memuruna herhalde “enayi” derler. Bugün Hz. Selman-ı Farisi gibi tam anlamıyla “bir lokma ve bir hırka” ile huzur içinde geçinmesini bilen bir bürokrat elbette beklemiyoruz. Ama en azından düzenli maaşıyla kanaatkâr olmasını bekleme hakkımız var diye düşünüyorum. Bugün hiçbir memur, Hz. Selman-ı Farisi gibi olamaz. Kendisine biraz eşya tedarik etmesi söylendiği zaman o, şöyle derdi: “Resul-ü Ekrem’in buyurduğuna göre insanın dünyada eşya olarak ancak bir yolcu eşyası kadar eşyası olmalı. İşte ben de bunun için böyle yapıyorum.”

Hz. Selman-ı Farisi’nin helal yoldan zengin olma imkânları olduğu halde nesi varsa hepsini Hak yolunda dağıtması, barınacak doğru dürüst bir eve bile sahip olmaması ve çok az ile yetinebilmesi, onun kanaatte en ileri insanlardan birisi olduğunun teyididir. Hz. Selman-ı Farisi, bir rivayete göre ayakta durduğunda başı tavana, yattığında ise ayakları duvara değecek kadar küçük, içinde bir çamaşır leğeni, hurma lifinden bir yatak, ekmek teknesi ve su kabının olduğu bir kulübede yaşıyordu.

Mirası, nakit olarak yalnızca 10-20 dirhemden ibaretti (Nedvi-Ensari; C. II: 334-336). Böyle olduğu halde Hz. Selman-ı Farisi, hasta yatağında bile kendisinden manevî yönden endişe duymaktaydı. Hz. Sa’d bin Ebî Vakkas ziyaretine geldiğinde Hz. Selman ağlamaktaydı. Hz. Sa’d, “Niçin ağlıyorsun? Hâlbuki vefat edersen arkadaşlarına kavuşacaksın. Havz-ı Kevser başında Resulullah ile buluşacaksın ve Peygamberimiz (sav) senden hoşnuttu!” gibi teselli edici sözler sarf ettiğinde Hz. Selman, ona şu cevabı verdi: “Ben ne ölümden korktuğum için, ne de dünyadan ayrılmak istemediğim için, ağlıyorum. Beni ağlatan, Resulullah’ın (sav) şu tavsiyesidir: ‘Dünyada sizden birinizin sahip olacağı mal, yolcunun taşıyacağı azık kadar olsun’. Hâlbuki çevreme bakıyorum, bunca servet var!”

Hâlbuki Hz. Selman’ın sahip olduğu bütün eşyanın değeri 20 dirhemi bile geçmezdi. Daha sonra Hz. Sa’d, Hz. Selman’dan kendisine bir öğüt vermesini istedi. O da şu ibretli öğüdü verdi: “Bir şeye karar verirken veya bir meselede hükmünü belirtirken yahut bir malı taksim ederken, Rabbini hatırla.” (Hayatü’s-Sahabe, C. II: 164-165).

Ezcümle, kanaatkâr olmak, güzel ahlâkın bir yansıması olduğu için, bu güzel ahlâk sayesinde bir insan, Allah’ın lütfuna, mağfiretine nail olur. Kanaatkâr olmak, Rabbimizi hatırlamak için de güzel bir vesiledir. Bundan daha çok işe yarayan başka bir haslet hiç olabilir mi?

Prof. Dr. Ali Seyyar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.