islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5606
EURO
34,8895
ALTIN
2.434,16
BIST
9.645,02
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
25°C
İstanbul
25°C
Hafif Yağmurlu
Çarşamba Az Bulutlu
22°C
Perşembe Parçalı Bulutlu
20°C
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
17°C

Koronavirüse Karşı Manevî Hazırlığımız Var mıdır? Hz. Muaz Bin Cebel Örneği

Koronavirüse Karşı Manevî Hazırlığımız Var mıdır? Hz. Muaz Bin Cebel Örneği

Muhterem Okuyucularım;

Çin’in Vuhan kentinde ortaya çıkan ve Covid-19 adı verilen hastalığa yol açan koronavirüs (corona virüsü), küreselleşmenin sağladığı şartlara bağlı olarak hemen bütün dünyaya yayılmış durumdadır. Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO), koronavirüsü “pandemi” yani “salgın” bir hastalık olarak sınıflandırdı. Bu durum beni bir salgın hastalıktan dolayı ruhunu teslim etmiş olan Peygamberimizin (sav) Yemen valiliğini de yapmış olan ünlü sahabi Hz. Muaz bin Cebel’i hatırlattı. Hz. Muaz bin Cebel, İkinci Akabe Biatı’nda, daha on sekiz yaşındayken Müslüman oldu. Akabe Biatı’nda kendi canlarını ve mallarını korudukları gibi Peygamberimize (sav) yardım ederek, İslâm’a hizmet edeceklerine söz veren yetmiş Medineli Müslüman’dan birisi idi.

Veba Hastalığına Yakalanması ve Vefatı

Hz. Muaz bin Cebel, Hz. Ömer’in halifeliği dönemde en son olarak Suriye taraflarında din bilgilerini ve Kur’ân-ı Kerim’i öğretmekle vazifelendirildi. Bu vazifesinde iken burada çıkan taun (veba) hastalığı salgınına yakalandı.

Rahatsızlığı çok arttığı bir sırada, talebelerinden Amr bin Meymun el-Evdî ziyaretine geldi. O gün baygınlığı o kadar uzun sürmüştü ki, öldüğü zannedildi. Durumunun çok ağır olduğunu görün talebesi ağlamaya başladı. Hz. Muaz, ona: “Niçin ağlıyorsun?” diye sordu. O da: “Ey Muaz! Allah’a yemin ederim ki, sen benim hocamsın. Bana dünyalık yardımında bulunuyorsun diye ağlamıyorum. Ben, senden dinimi öğreniyor ve ilim alıyordum. Senin ölümünden sonra dinimi ve ilmi bana öğretecek kimsenin bulunmamasından korkuyorum ve onun için ağlıyorum.”

Bunun üzerine Hz. Muaz buyurdu ki: “Hayır, bundan korkma! İman ve ilim, kıyamet gününe kadar yerindedir; onu arayan bulur ve Allah, bunları isteyen kimseye, öğretecek birini gösterir. Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerim ve Peygamberimizin (sav) Sünneti, kıyamet gününe kadar korunacaktır. Nitekim Allah (c.c.), ilmi ve imanı İbrahim Aleyhisselâm’a ihsan etmiştir. Hâlbuki o zaman, imanı ve ilmi bilen ve öğreten hiç kimse de yoktu. İbrahim Aleyhisselâm istediği için Cenâb-ı Hakk, ona ihsan etti. Ancak Âlimin yanılmasından korkunuz! Doğru olanı, hakikati kim bildirirse kabul ediniz! Doğru olmayanı da söyleyen kim olursa olsun, onu reddediniz!”

Dünyadan ayrılma vaktinin iyice yaklaştığını hisseden Hz. Muaz, sabaha ulaştığında şöyle diyordu: “Sabahında ateşe gidilen geceden Allah’a sığınırım. Merhaba ey ölüm! Merhaba fakirlik zamanımda gelen sevgili ziyaretçi! Ya Rabbi! Benim Senden korktuğumu Sen biliyorsun. Fakat bugün senin rahmetini umuyorum. Bilirsin ki ben, dünyayı ve sonu gelmez arzuların tatminini istemedim. Irmakların akışı, ağaç yapraklarının hışırtısı, benim ilgimi çekmedi. Bunları Sen biliyorsun, ya Rabbi! Günlerin şiddetli sıcaklarında susuz kalayım, dünya hayatının zorluk ve çetin saatlerini çekeyim ve zikir halkalarında âlimlerle diz dize oturup seni anayım, diye dünyada kalmak istedim.”

Bu sözlerden sonra ağlamaya başlayan Hz. Muaz bin Cebel’e etrafındakiler sordular: “Sen ki Resûlullah’ın (sav) bir sahâbîsisin. Sen ki bu kadar fazilete sahipsin. Böyle nasıl ağlıyorsun?” Şanlı sahâbînin verdiği cevap, herkesi duygulandırdı: “Siz benim, ölümden korktuğum veya dünyayı terk ettiğim için ağladığımı mı zannediyorsunuz? Ben öldükten sonra hangi tarafa gideceğimden emin olmadığım için ağlıyorum.”

Hâlbuki Peygamberimiz (sav), yatağında akıbeti hakkında endişe duyduğu için, gözyaşı döken Hz. Muaz hakkında zamanında şöyle bir müjde vermişti: “Muaz, kıyamet günü, âlimlerin önünde tek başına bir cemaattir.”

Peygamberimizin (sav) aziz ve değerli dostu Hz. Muaz, çok geçmedi, korktuklarından emin olarak Hicretin 17. yılında (Miladî 638) 38 yaşında iken iki oğlu ve iki hanımı ile birlikte vefat etti. Bugün Ürdün’de İrbid vilayetine bağlı Ağvarüş-şimaliye livasında kendi adıyla anılan bir köyde bulunan kabri üzerinde küçük bir mescit ve türbe yaptırılmıştır.

Hz. Muaz bin Cebel’in Vasiyeti

“Size benim vasiyetim olsun! İlmi, ancak Allah rızası için öğrenin! Zira Allah rızası için öğrenilen ilim, takvayı meydana getirir. Bu niyetle ilim aramak ibadettir. Bu ilmi müzakere etmek tespihtir; ilimden konuşmak, Allah yolunda cihattır. Bilmeyene ilim öğretmek sadakadır. Bir mecliste bulunanlara ilimden bahsetmek, Allah’a yakınlıktır. Zira ilim; helâl ile haramın terazisi, cennet ehlinin minaresi, gurbette insanın arkadaşıdır. Bir insan, bir yerde yalnız kaldığı zaman, ilim ona sıkıntıyı gideren bir arkadaş olur. Sıkıntı ve genişlik zamanlarında ilim, sahibine delildir. İlim, düşmanlara karşı çok iyi bir silâhtır. İlim, büyüklerin yanında dindir. Dostlarının yanında insanın süsüdür. Cenâb-ı Hakk, bir kavmi, ilim ile yükseltir. İnsanı ilimle başkalarına rehber, öncü yaparlar ve ona itaat ederler. Melekler dâhi ilim sahiplerinin dostluklarını arzular ve kanatlarını onların üzerine gererler. İlimde tefekkür, nafile oruç tutmak gibidir. İlmin öğretilmesi, nafile namaz kılmaktan sevaptır. İlimle, helâl ve haram olan şeyler ayırt edilebilir. İlim, amellerin imamıdır. Amel, ilme tâbidir. İlimsiz amel olmaz. İlim, cennet yoluna ışıktır. Cehennemlik olanlar, ilimden mahrum kalanlardır. Dünya ve ahiret saadetinin kaynağı ve bütün ibadetlerin efdali, en üstünü ilimdir.”

Hz. Muaz, hasta halinde oğluna da şöyle vasiyet etmişti:

“Ey oğlum! Bir namazını kıldığın vakit, o namazın senin kıldığın son namazın olacağını düşün! Bir daha böyle bir namaz vaktine yetişeceğini ümit etme! Ey oğlum! Mümin olan bir kimsenin iki hayırlı iş arasında ölmesi lâzımdır. Yani bir hayırlı işi yaptığı zaman, ikinci hayırlı işi yapmak niyetinde ve kararında olmalıdır. Şeytanın oyununa gelme! Şeytan, pazarda, yalanla, hileyle, hıyanetle ve yemin ettirerek Müslümanları günaha sokmaya çalışır. Önce gidip, geç çıkanlara daha çok asılır.”

Ne Öğrendik?

Koronavirüs gibi salgın bir hastalığa yakalanma ihtimali, günümüzde sıhhî tedbirlerin alınması ile çok düşüktür. Ne var ki tedbirlerin yanında tevekkül etmenin şartı da ortadır. İster bir hastalığa yakalanalım, isterse yakalanmayalım tevekkülün bir gereği olarak teslimiyet şuuru ile her zaman Allah’a ihlasla sığınmamız ve namazımızı, sanki son namazımızmış gibi kılmamız gerekmektedir. Salgın hastalığa karşı tedbir olsun diye evimizde erzak depolamak için, süpermarketlere koşmayı akıl erdirebiliyoruz ama er veya geç gerçekleşecek olan ölüme karşı neden manevî hazırlığımızı yapmıyoruz? Bir manevî ihtar vazifesi de gören Koronavirüs, neden bizi Allah’ı hatırlatmıyor? Neden namaza başlamıyoruz? Neden?…

Prof. Dr. Ali SEYYAR

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.