Osmanlı’da Toplum, Siyaset ve Din
Osmanlı’da sınıfların bulunmadığını düşünen Mardin, Aydınlanma fikirlerinin topluma olduğu gibi sirayet ettiğini kabul etmez. Buna karşın, “fikirleri okuyan” insanların “teşkilatlanmasını”nın öneminin altını çizer.
Toplum ve inanç ilkelerini iyi tahlil eden Şerif Mardin’in (Ruşen Çakır’la yaptığı söyleşideki) sözleri, yeni metotları bulduğunu iddia eden “modernist” okuma yapanlar için bir takım ikazlar taşımaktadır:
“Belirli bir İslami tarih gelişimini anlamak için, hangi tarih olursa olsun, ümmet, içtihat, fıkıh kavramlarını muhakkak anlamak gerekir. Bizimkiler, biraz abartacağım, örneğin İslam’ı anlamak için Michel Foucault’nun kavramlarından yola çıkıyorlar. Olabilir ama zayıf sonuç verir. İçtihatın İslam düşüncesinde ne demek olduğunu bilmeden, farklı İslam düşünürlerinin içtihat hakkındaki görüşlerini hatırlamadan İslam tarihi yapmak mümkün değildir. Seyyid Kutub’un kullandığı “cahiliye” kavramının İslam tarihindeki karşılığını bilmeden adamı tamamen Foucault’cu bir görüşle incelemek tamamen yanlış olmayabilir, çünkü Foucault’da evrensel boyutlar var. Ama Kutup İslamî bir potadan çıkmıştır. Yani olanlardan memnunum ancak Türkiye’de ‘bakın Batı’nın en yeni düşünürlerini ben ne iyi biliyorum’ diyerek yola çıkıp da oradan birçok şeyleri anlamaya çalışanlar var. Bu bir gösterişten ibaret. Bunu bırakmak lazım. İslam’ı anlamak için bazı temel kavramlarını bilip yola çıkmak lazım.”
“Ben Kimim?”
Şerif Mardin, “ben kimim?” sorusunun cevabının hayatımızı kapsayan İslâm ve İslâm kültüründe olduğunu söyler. O, Türkiye’de İslâm’ın enerjisinin arttığının göstergesi olarak, Cumaya giden şahısların sayısına işaret eder. Mabetlerde yardım paralarının toplandığı, ‘yakın bir dostundan duyduğu’ ifade ederken, insanın aklına modern Türkiye’nin en önemli sosyologlardan olan bir entelektüelinin, bunu bizzat hiç tecrübe/müşahade edip etmediği sorusu gelir. Öte yandan toplanan paraların akıbeti konusunda sahtekârlık imasında bulunarak, cami cemaatini ve görevlilerini şaibe altında bırakmaktadır.
“İslâmlaşma”nın Verdiği Dayanılmaz Rahatsızlık
Şerif Mardin, televizyon ve medyadaki programların –eskiden olmayan- İslâmî ahlak dersi vermesinden rahatsızlığını gizlemiyor. Bununla da yetinmeyerek ciddi ve gayri ciddi İslâmî yayınların sayısının artışından endişe ediyor. “Çok çocuk yapın” tavsiyesini duymak, onu kaygılandırıyor. Muhafazakâr partilerin, teknolojisi sahiplenmesi ve kabullenmesini de şaşkınlıkla izlediğini belirtiyor. Medya araçlarının, muhafazakârlar tarafından kullanılmasındaki -eskiden var olan- kırmızı çizgilerin geçildiği ikazında bulunarak, eski günlerin özlemini duyuyor.
“Sohbet”i Keşfediş!
Mardin, tarikatların canlanmasını İslamî bir yolculuğun devamı olarak tabiî görüyor. Ancak tarikatlara canlılık veren bağlılığın temelinde tanıdığı “sohbet”i keşfeder: “Orada sohbet, insanlar arasındaki tabii ilişkiyi başka bir şekilde kuran bir şey. Yalnızlık duygusunu ortadan kaldıran, kardeşlik duygusunu arttıran bir şey.”
Cumhuriyetin Lütufları…
Tarikatları yasaklayan ama varlığını da yok etmeyen Cumhuriyetin ilginç bir özelliğini ifade eden Şerif Mardin, bunu sistemin tahammüllü olmasıyla ilişkilendiriyor: “Cumhuriyet, laikliği, vesaireyi ortaya atarken, Şemsettin Günaltay başbakan oldu. Şemsettin Günaltay medresede yetişmiş biri! Hiçbir zaman çok laik bir adam olduğunu sanmıyorum Şemsettin Günaltay’ın. Böyle tuhaf şeyler var Cumhuriyet’te. Yani Cumhuriyet’in tahammül edemeyeceği bir şeyin Cumhuriyet’le birlikte, yani Cumhuriyet’e katılarak devam etmesi gibi bir şey var burada.”
Yine Şerif Mardin’in gözünde, Cumhuriyet, bayram, Cuma, tarikat gibi “İslâmî formüller”e dokunmadı, onların devam etmesine yol verdi.
Nakşibendilik/İskenderpaşa, Milli Görüş ve Ak Parti Merakı
İlk dönemlerden ziyade son dönem Nakşibendiliğin, daha doğrusu onun siyasetle ilişkisinin parametrelerinin izini süren Şerif Mardin, eserlerinde bu konuya özel bir önem verdi. Özellikle de ele aldığı İskenderpaşa ekolünün köklerini, Kafkas’lardan alarak Anadolu’ya ve İstanbul’a taşıdı. Türkiye’deki Milli Görüş, Milli Nizam, Selamet,…. AK Parti’ye kadar olan dönemleri tarikat, tasavvuf, iktisat, siyaset bağlamında nispeten objektif olarak değerlendirdi denilebilir…
Fetöcüler Hakkındaki Kuşkular ve “Nötr”leşme
Mardin’e göre, Nakşibendiliğin kurduğu “ağ”ın siyasetle yolunun kesişmesi bir partinin kurulmasıyla neticelendi. Fetöcüler konusunda ise, Neşe Düzel’le (10-11.10.2011) on yıl önce yapılan söyleşilerinde kuşkularından bahsetmez, zihninden geçen hâsılayı paylaşmaz ve “nötr” kalmayı yeğler: “Bu teşkilatın, ne kadar kendiliğinden İslamî bir tarafı olan strateji olduğunu bilmiyoruz. Yüzlerce mektep, vs. var. O mekteplerden mezun olanlar çok da memnun olabiliyorlar fakat bütün bunların ne için olduğunu bilemiyoruz, merak ediyoruz… Ben şahıs olarak katiyen bilmiyorum ve bütün bu organizasyonun uzun vadede sonucu ne olacak çıkaramıyorum…Fakat dünyada böyle büyük bir çark var. Gülen hareketinin o çarktan olumlu ya da olumsuz etkilenmemiş olması mümkün değil. Ben Gülen cemaatinin o çarkın nasıl bir parçası olduğunu ve o çarkın içinde nerede durduğunu çıkaramıyorum.”
Köklerini Arayan Aristokrat
Şerif Mardin, diplomat babası ve bakan olan büyükbabasıyla gittiği okula dair, Türklük, İslam kültürü ve dinin ritüelleri konusunda daha önce tecrübe etmediği ilginç anekdotları aktarıyor:
“Benim babam diplomattı. Orta sınıflardanız yani. O tarihte Yugoslavya vardı ve ben Frenklerle eğitim görüyordum. Beni o okuldan alıp Galatasaray’a gönderdiler. Beni Galatasaray’a gönderme bir millileştirme operasyonuydu. Büyükbabam Ahmet Cevdet Bey hayatının büyük kısmını İsviçre’de geçirmişti. Ama ailede frenkvarî felsefelerin fazla etrafa saçılmasından biraz mustarip bir insan haline geldi. Büyükbabam, ‘Bu gazete bir Türk gazetesidir’ diye ilk gazeteyi çıkaran kişi… Onun Türklüğünün İslamiyet’le ne kadar bağlı olduğunu anlatan bir fıkra anlatayım size. İşte o bıktığı sırada…”
“ ‘Kendi memleketini bilmeyen insanlardan oluşan bir aile mi olacağız’ diyerek, beni aldı elimden İstanbul’da İstiklal Caddesi’nin ortasındaki Ağa Camii’ne götürdü. Kendisi dışarıda kaldı, ‘Git’ dedi, ‘bu insanlar ne yapıyorlarsa sen de onu yap. Önce abdest, sonra namaz, onlar ne yapıyorlarsa ben de onu yaptım. Ağa Camii’nden sonra beni Balık Pazarı’na götürdü. Balık Pazarı’nda mumbar yedirdi. Şimdi Türklük, İslam… Mumbar, cami… Bizim birbirine bağlamakta çok zorluk çektiğimiz İslam ve milliyetçiliği, bu fıkra bile iki küçük hareketle birbirine bağlıyor işte.”
“Son Çeyrek”te Paradigma Değişimi
Dikkat çekici bir başka husus; Şerif Mardin’in kitaplarındaki bakış açılarıyla/tasavvuruyla, söyleşilerinde gözlemlenen farklılıklardır. Eserlerindeki Mardin, daha özgür, dingin ve sakin bir bakış açısı sergilerken, söyleşilerde daha buyurgan, manipülatif bir izlenim vermektedir. Her şeye rağmen Şerif Mardin, ülkemizin kültürel ve dinî hayatının çözümlemesine kendisini adamış bir entelektüel profili çizmektedir.
Ama cevabını bekleyen sorular hala durmaktadır. Şerif Mardin, ne oldu da sekseninden sonra savunduğu ve arkasında durduğu fikirleri yerle bir ederek/bir çırpıda geride bırakarak paradigma değiştirdi? Acaba ömrünün son dönemlerinde “güvenli bir liman” olarak “mahalle”sine sığınma ihtiyacı mı hissetti?
Not: Bu makale hazırlanırken, Şerif Mardin’le Ruşen Çakır (10.06.2007 Vatan Pazar Eki;-15.05.2007-Vatan Kitap Eki; 22.09.2011-Vatan) ve Neşe Düzel’in yaptığı söyleşilerden (10-11.10.2011-Taraf) yararlanılmıştır.