Akdeniz’de art arda gelen Navteks’ler sonrası sular iyice ısındı.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki enerji arayışlarını hazmedemeyen komşu, ağa babalarının verdiği cesaret hapıyla Meis Adası üzerinden gerilim pompalama telaşına kapıldı.
Balkan ülkesi olan ve Doğu Akdeniz’de hiçbir hakka sahip olmayan Yunanistan, adalarının bulunduğunu gerekçe göstererek kendine sınır çizme cüretine kalkıştı.
Lozan Anlaşması şartnamesince silahlandırılması yasak olan adaları yarım asırdır silah deposuna çeviren komşu (!) aklınca gözdağı vererek içerden toplayacak puanları.
1923 tarihli Lozan ve 1947 tarihli Paris Anlaşmaları gereği silahsız olması gereken adalar tam 50 küsür yıldır cephaneliğe çevrildi.
Oysa anlaşma maddeleri açık.
Yunan devletine 1947’de Paris Anlaşmasınca sahiplik değil, sadece kullanım hakkı imtiyazı verildi. Üstelik bu hak adaların kesinlikle silahlandırılmaması şartıyla imza edildi.
Bütün bunlara rağmen komşunun Meis Adasına turistik feribotla askeri personel taşımasınıysa nasıl okumalıyız peki?
Profesyonel bir gözle bakıldığında aslında sembolik atraksiyonlarla zayıflıklarını ifşa ediyorlar. Çünkü Yunanistan’ın o bölgede fırkateyni varken bu yaptığı kendi askerinin mücadele ruhunu köreltmek. Stratejik askeri hatalar zeytin yağı gibi su yüzünde.
Aslında peşine düştükleri şey, Doğu Akdeniz’den Türkiye’nin uzaklaştırılarak yeni bir Sevr’e mahkum edilmesidir.
Böylelikle Türkiye Anavatan’ın kara parçasında yaşamaya zorlanacak, hareket kabiliyeti kısıtlanacak, kontrol edilebilirliği kolaylaşacak.
Bu oyunda her zaman ki gibi Yunanistan bir maşa.
Karizmasının çizilmesinden korkan Batı önümüze bugünler için beslediği Mayın Eşeğini sürüyor. Türkiye’yi güya teste tabi tutarak sözde dirayetini ve iradesini ölçüyorlar.
Amaçları bizi tetiği ilk çeken konumuna sokarak masada üstünlük kurmak.
Sonra da elimiz zayıflayıp haksız konumuna düşürmek.
Başı çeken Fransa güven vermeyen bir partnerdir herkes için.
Macron’un gemisi oradaydı. Ne oldu? Akdeniz’de trafik karışınca dümeni kırdı uzaklaştı. Almanya’da aynı şekil proxy güçten yana. Bizzat muhatap olmak Avrupa’nın genlerinde n silindi 20. yüzyılda. Ama Türkiye’nin durumu farklı. Savaş becerisi çeyrek asırdan fazla aktif hâlde. Yıllardır Irak’ta, Suriye’de PKK ile Fetö ile amansız bir mücadele veriyor. Bütün bunlar savaş kondüsyonunu dinamik tutan etkenler. Bu az buz bir tecrübe değil.
Onlar ise sadece kışkırtma ve taciz ile savaş oyunu oynadılar kendi aralarında.
Yunanistan stratejisini olgunlaştırmazsa Ege’de dengeler değişir. Dimyat’a pirince gidilirken evdeki bulgurdan da olurlar.Nasılsa Türkiye vicdanlı bir komşudur. Yeni bir Kurtuluş gemisi çıkar gelir bizi kendi halimize bırakmaz diye mi düşünüyorlar acaba? Hep birlikte göreceğiz.
Şimdi ise yeni moda Oruç Reis’in Navtex alanın da tatbikat düzenleyerek güya huzursuzluk vermek.
Bölgede çelik gibi sinirlerle sert bir diplomatik bir restleşmeye hazırlıklı olmalı.
Gerçi it dalaşı bu, çetin olur ses getirir ama devamlılık şartı yoktur.
Bu noktada, bazen belli durumlarda Birleşik Devletlerin garantörlüğüne de ihtiyaç duyulmuyor değil. Zira zaten kendisi Avrupa Birliği üyesi olan bir devlet mevzu bahisse tarafsız davranmayı başaramıyor.
Türkiye’yi Irak’ta PKK, Suriye’de YPG ve DEAŞ gibi terör örgütleriyle kuşatmaya çalışanlar bugünde Akdeniz’de Yunanistan’a aynı rolü biçmişler. Yunanlılar haçlıların şımarık çocuğu olmaya alışmışlarsa da, kendilerini bekleyen okkalı Osmanlı tokadını yiyince akıl başa gelecekte, sonra nereden çıkar bilmem.
Yuları eline alan Macron ile de nötr bir çizgi çabasında olmamak gerekir. Türk ırkına olan yaklaşımı belli. Teröre verdikleri destek ve Ermeni locaları tarafından kuşatılmışlıkları ve etkilenmeleri süregelen halleri. Macron ile uzlaşma gayreti bizi zayıf gösterir. Şimdiye kadar ne zaman bize müspet bir tavır sergileyebildiler ki? Sürekli zorlayıcı ve kötü duruma düşürücü hamlelerden başka yapıp ettikleri yok. Türkiye dik duruşundan taviz vermemeli. Hatta sadece savunma da kalmayıp rakibini düşürmenin hesaplarına girişmeli. Ayakta kalmak için artık bulunduğumuz evre bu. Bu yoldan bir adım geri dönmek asıl bizi kendi içimizde tökezletir. Artık dönülmez akşamın ufkundayız. Ya bizi tanıyacaklar. Ya da bizim tanıtma şeklimizle yüzleşecekler. Artık bu zaman kavram kargaşasına son verip ne olmak istediğimizi netleştirme zamanı.
ATİLLA AKBAŞ
MİRATHABER.COM