islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5209
EURO
34,7865
ALTIN
2.419,25
BIST
9.706,24
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
°C
İstanbul
°C
°C
°C
°C
°C

Ne Olmuştu 15 Temmuz’da?

Ne Olmuştu 15 Temmuz’da?

Bir cemaat,
Emniyet, Jandarma ve Ordu içerisinde planlı programlı olarak yerleşmiş,
dış güçlerin ve farklı unsurların da desteği ile askeri yöntemler kullanarak yönetimi ele geçirmeye çalışmıştı.

Ancak ne halkımız ne de bu yapılar içerisindeki millî, yerli ve vatansever unsurlar buna müsaade etmediler. Olanları, yaşananları hepiniz biliyorsunuz. Çok sıkıntılı günler geçirdik ve gün geçtikçe olayın vahameti daha da iyi anlaşılıyor. Bu darbe girişimi neticesinde 250 kişi hayatını kaybetti. Şehit oldu. 2500’e yakın insanımız yaralandı. Ve onbinlerce insanımız mağdur oldu.

Maddi hasarlara değinmiyorum bile. Bunun hesaplaması ayrı yöntemlerle yapılır. Geçmişte bir 28 Şubat’ın maddi zararını bile 40-50 milyar dolara yakın olarak hesaplayanlar oldu.

Şehitlerimize Allah’dan gani gani rahmet, yaralılarımıza da acil şifalar diliyorum. Herkese geçmiş olsun dileklerimi arz ediyorum.

Bu konuda birçok analiz okuyoruz. Yurt içinde ve yurt dışında birçok yazılar yazılıyor. Birçok programlar yapılıyor ve daha da yapılacaktır. 
Yapılmalıdır da.

Çünkü biz bu vatanımızı yolda bulmadık. Bu vatan, tesadüfler eseri de kurulmuş değildir. Böyle girişimleri çok iyi analiz etmeliyiz ki yenilerine ya da yeni girişimlere yeltenecek olanlara gereken cevabı her zaman verebilelim.

Değerli dostlarım,

Bir meseleyi ‘enine boyuna incelemek’ diye bir tabir vardır Türkçemiz’de. Ben bu çalışmamda sizinle çok farklı bir bakış açısı paylaşmak istiyorum. Bu zamana kadar duyduğunuz değerlendirmelerin dışında, olayı daha iyi anlayabilmek daha geniş bir açıdan bakabilmek için, 27 Mayıs 1960 ihtilali ile kısa bir benzetme yapmak istiyorum. Bu benzetme üzerinden 15 Temmuz’un farklı bir açıdan nasıl göründüğünü ifade etmeye çalışacağım.

Bu çerçeveyi çok kısa olarak takdim edeceğim. Ancak önermemle ilgili olarak yapılacak detaylı çalışmalardan çok daha farklı sonuçlara ulaşılabileceğini rahatlıkla öngörebiliyorum.

Önermem şudur: 27 Mayıs İhtilali ve sonuçları ile 15 Temmuz Darbesi ve başarılı olsaydı – potansiyel sonuçları arasında doğrusal bir ilişki (pozitif bir korelasyon) vardır.

Peki, 27 Mayıs 1960 ihtilali ne idi? Ve ne oldu?
27 Mayıs 1960 ihtilali genellikle Türk demokrasisine vurulmuş bir darbe olarak ele alınıp değerlendirilir. Ancak bu darbenin, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik olarak yapılmış bir darbe olduğunu varsayarak bir analiz yaptığımızda, çok farklı bir tablo ile karşı karşıya kalıyoruz.

Bakınız, darbeci subayların teşkil ettiği Milli Birlik Komitesi tarafından yayınlanan kararnamelerle, Türk ordusundan toplamda 275 general ve 7.000 subay emekliye sevk edilmişti. Bu rakamlara bakarak, o zamanki Türk Ordusu’nun boyutlarını düşündüğümüzde, muhteşem bir tasfiye operasyonu olduğunu anlıyoruz.

Zamanın ABD Büyükelçisi, bu boyutu net bir şekilde ortaya koyabilmek için şunu rapor etmişti; 27 Mayıs İhtilali ile, generallerin % 90’ı, albayların % 55’i, yarbayların % 40’ı, binbaşıların da % 5’i emekliye sevk edilmiştir.

Tabi bunlar için birçok mazeret uydurulacaktı elbette. O zaman da, ordu subaylarının gençleştirilmesi, rütbe enflasyonun önlenmesi, kadro fazlalığının giderilmesi ve orduda piramidin yeniden kurulması gibi gerekçeler artarda sıralanmıştı.

Ama yapılan, büyük bir tasfiye operasyonu idi. İhtilal, temelde, TSK’ya yapılmıştı.
İhtilal, görünüşte anti-Amerikancı bir çizgiye sahipti ancak bu tasfiye operasyonunun parası ABD’den hibe olarak temin edilmişti.

Tabi ilginçtir!
Milli Birlik Komitesi’nin, darbe bildirisinde NATO’ya bağlı olacaklarını, Cemal Gürsel’in de ABD Büyükelçisi ile yaptığı görüşmede, ABD ile müttefik olunduğunu söylemesi ve Ankara’nın Amerikan politikasının kesinlikle değişmeyeceğini ifade etmesi çok önemli taahhütler olarak görüldü. Bu tasfiye neticesinde, durumu/vaziyeti iyi çalışan ABD zamanla Ordu içerisinde kullanışlı bir klik oluşturmayı başarabilmişti.

Şimdi, 27 Mayıs Darbesi’ni bu çerçeveye oturtunca, rahmetli Adnan Menderes’in asılmasını bu tasfiye operasyonunun bir kisvesi olarak gerçekleştirilmiş olabileceğini de söyleyebiliriz. Çünkü büyük halk kitleleri, sevdikleri bir liderin katledilmesine dikkat edecekleri için, tasfiye ve sürecinin neler doğurabileceği üzerinde durmayacaktı. Nitekim de öyle oldu. Doğal olarak da duygusal yorumlar ve geçmişe dönük analizler konuyu sarıp sarmaladı ve boğdu.

Burada hemen şunu da ilave etmek istiyorum. Konuya bu açıdan bakmak, demokrasiye vurulan darbenin şiddetini azaltmaz. Tam tersine, olayın çok daha vahim olduğunu isbat eder.

Dediğim gibi, TSK’ya vurulan darbe ve akabindeki büyük tasfiye neticesinde, ABD NATO üzerinden ordu içerisinde kullanışlı bir klik oluşturmayı başarabilmişti. İşte bu klik ile ondan sonraki süreçleri yönetebilmiştir. Örneğin 1971 Muhtırası, 1980 İhtilali ve 28 Şubat post-modern darbesi hep bu kliğin merkezde olduğu operasyonlardır.

Pekiyi, 2000’li yıllarla birlikte ne oldu da TSK’ya ikinci bir darbe tezgahlandı? Şimdi, önermemizin doğal sorusu budur.

Birlikte düşünelim,
2002 yılında Ak Parti tek başına iktidar oldu. 2003 yılında ABD Irak’a karşı Türkiye’nin asker sokmasını ve ABD-koalisyon askerlerinin Türkiye’de konuşlanmasını ve daha birçok yardım istedi. Zannederim, bunların taahhütlerini de çok önceden almıştı! Zamanın Hükümeti, Yurtdışına asker göndermek için 1 Mart 2003’de Meclis’de Tezkere’yi oyladı ve asker gönderilmesi reddedildi. Bu, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin kırılma noktasını oluşturdu.

Ondan sonra artık ABD Türkiye’ye güvenmediğini gösteren bazı eylemler yaptı ve yaptırdı. Örneğin, (yaklaşık dört ay sonra) 4 Temmuz 2003’de Süleymaniye’de bulunan Türk Özel Kuvvetlerinin bürosunu basıp, askerlerimizin başına çuval geçirdiler. Büyük bir aşağılamadır.

Irak’ta bizi zor duruma sokacak her türlü adımı attılar. Dahası, Suriye’nin bu hale gelmesi için zamanın dışişleri bakanını kandırdılar. Türkiye’nin kırmızı çizgilerini hiçe saydılar. PKK ve PYD’ye tam destek verdiler…

Ve daha sayabileceğimiz birçok büyük küçük eylemler.

Türk Hükümeti’nin, ABD ile bazı özel tavizleri de içeren gizli anlaşmalar yapması bile ABD’nin öfkesini dindirmedi. Sürekli her fırsatta, Türkiye’nin hassasiyetlerini hiçe sayan eylemlerini sürdürdü.

Şimdi böyle bir durumda olan ABD, FETÖ dediğimiz cemaat yapısını keşfetti. Onları destekledi ve geliştirdi. Sonra da, Cemaate, NATO içindeki bir ekibe desteklettiği bu darbe girişimini yaptırttı. Darbe aslında TSK’ya yapılmıştı.

Ancak TSK, milletin de fiili muhteşem desteği ile bu darbenin amacına ulaşmasına fırsat vermedi. Dolayısıyla girişim kadük oldu. Başarısız oldu. Tabi 27 Mayıs benzetmesi yaptığımız için şunu da söyleyebiliriz. Olayın siyasi boyutu, yani demokratik kurumsal yapılara gerçekleştirilen saldırılar, Meclis’e, Cumhurbaşkanlığı sarayına vs yapılan saldırılar gibi, bu darbenin kisvesi olarak hazırlandı ve yürütüldü.

Hatta, olayları bu çerçeveye oturtunca şunu da ifade edebiliyoruz. Eğer darbe TSK içerisinde başarılı olsaydı, bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’nın da sonu kesinlikle Menderes gibi olurdu. Çünkü, Sn. Cumhurbaşkanı’nın ölümü önemli bir olay olarak, TSK’da yapılacak büyük bir tasfiyenin kisvesi vazifesini görecekti.

Bu açıdan baktığımızda, darbe ateşi TSK’nın içinde söndürüldüğü için dışarıda siyasi katliamlara sıra gelmedi ya da ihtiyaç kalmadı.

Peki, eğer TSK planlandığı gibi NATO-FETÖ ekseninde bir cuntanın kontrolüne girseydi, ne olurdu?

Böyle bir durumda, ordumuz emperyal güçlerin taşeronu olarak her yerde kullanılacaktı. Milli ordu vasfından çıkarılıp, lejyoner bir ordu statüsüne dönüştürülecekti. Nitekim bunun farklı bir sinyalini, 2004 yılında AB’den de almıştık. Hatırlarsanız, 6 Ekim 2004 tarihinde AB Komisyonu’nun yayınladığı ‘İlerleme Raporu ve eklerinde’ Türk Silahlı Kuvvetlerinin lejyoner bir ordu statüsüne dönüşmesi gerektiği zımnen ifade edilmişti.

Şu anda, bu girişimi yapanlar ve girişime dahil olduğu anlaşılanlar tasfiye ediliyor. TSK’nın, böyle bir girişimi ve misyonu reddettiğini söyleyebiliriz. Ancak mesele burada bitmiş değildir. Bu açıdan baktığımızda, bunun ardının geleceğini rahatlıkla öngörebiliriz. Bunun önlenmesi için yapılması gereken esas iş, tasfiyelerin derinleştirilmesinden ziyade, ülkenin askeri ve politik pozisyonunun en az 40-50 yıllık bir vizyon çerçevesinde yeniden yapılandırılarak netleştirilmesidir. Türkiye Cumhuriyeti devleti ortaya, bölgede barışı destekleyecek, milli ve yerli bir ekonomi politik vizyon koymalıdır. İşte esas yapılması gereken iş budur.

Değerli Dostlarım
Kıymetli Arkadaşlarım

Dediğim gibi, bu benzetme üzerinden daha birçok değerlendirme yapıp birçok sonuçlar çıkarabiliriz. Bunu sizler için bir ufuk penceresi olarak kabul edin ve bu pencereden fikirlerinizi geliştirin. Bunu, 15 Temmuz değerlendirmelerine farklı bir bakış açısı ile yeni bir analiz olarak kabul edin. Eksiklikleri elbette olabilir. Ancak ana şablonun daha doğru bir şekilde oturduğuna inanıyorum.

Umarım, çok kısaca anlatımımdan, çok büyük paylar ve dersler çıkarılabilir. 
Şimdilik bu kadarla yetiniyorum.

Sonuçta,
her zaman olduğu gibi, sözlerimi selam ile tamamlıyorum. 
Selam, işittik ve sözün en güzeline tabi olduk, diyenlerin üzerine olsun. 
Hepinize sevgi ve saygılarımı arz ediyorum.

Prof. Dr. Mete GÜNDOĞAN

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.