islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5440
EURO
34,8790
ALTIN
2.429,98
BIST
9.645,02
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
24°C
İstanbul
24°C
Az Bulutlu
Çarşamba Az Bulutlu
22°C
Perşembe Az Bulutlu
20°C
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
18°C

Tanınmış hocalarımızın eksikliği

Tanınmış hocalarımızın eksikliği
Ali Rıza Demircan

1973 İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü mezunuyum. Yüksek İslâm Enstitüleri günümüz İlâhiyat fakültelerinin kaynağını oluşturur. Kur’ân-ı Kerîm’in mealinin baştan aşağı okunmasını bile programına alamayan İlâhiyat Fakültelerimizin bize özgü bir proje olmadığına inanırım. Bu benim yargımdır. Bu yargım, yaşatılan  medreseleri oldukları gibi kabul ettiğim anlamına da yorumlanmamalıdır. 

Bu gün İlâhiyat Fakültelerimizde Kur’an’ı “Cahiliyet dönemi Arap bilgisi ve örfüne göre indirilmiş olup insanlığın problemlerine çözüm üretemeyecek bir kitap olarak algılayan” bir damar vardır. Kendilerini kamufle edici yaklaşımlarına göre İslâm ahlâk ve adalettir. Ama bu ahlâk ve adalet nasıl gerçekleştirilebilir diye sorarsanız, cevabı yoktur. Bu yapı sınırlı da olsa etkili bir konumdadır.

Böyle olmakla birlikte İlâhiyat Fakültelerimizde alanlarında söz sahibi olup modern şirk türlerinden beri olan âlimlerimiz imiz vardır. Vardır ama toplumumuzun sosyal ve ekonomik hayatını İslâm’a doğru yönlendirme gibi bir amaç güdülmediği için İlâhiyat fakültelerimizin varlıkları ve sayılarının artar olması pek de bir anlam ifade etmemektedir. Bu temel açıdan bakıldığında görüleceği üzere tarîkatlerimizin ve cemâatlerimizin birçoğunun varlığı ve bağlılarının çokluğu da pek fazla bir anlam taşımamaktadır.

Hocalarımız

Şahsen beğendiğim âlim hocalarımız varsa da, halkımızın tanıdıkları pek azdır. Abdülaziz Bayındır, Bayraktar Bayraklı, Ebubekir Sifil, Faruk Beşer, Hayretin Karaman, Hayri Kırbaşoğlu, İhsan Süreyya Sırma, Mehmet Görmez,  Mehmet Okuyan, Mustafa Karataş,  Nihat Hatipoğlu, Orhan Çeker, Süleyman Ateş, vs. tanınan akademisyen hocalarımızdır.

Akademisyen olmayan fakat halkımızca bilinen ilahiyatçılarımız arasında ise Abdullah Büyük, Abdullah Yıldız, Ali Rıza Demircan, Halil Gönenç, Mehmet Talü, Mustafa İslâmoğlu, Necmettin Nursaçan,  Nurettin Yıldız, ilk akla gelenler arasındadır. Tanımadıklarımız veya hatırlayamadıklarımız mazur görsünler.

Eksiklerimiz

Genelde bir terbiye geleneğinden gelmediğimiz ve benliklerimiz de gelişmiş olduğu için olacak aramızda bağlantı yoktur. Birbirimizi okuyanlarımız çok azdır,  okusak da takdir etmeyiz. Aramızda hased yaygındır. Çalışmalarımızı eleştiriye açamadığımız gibi eleştirilere tahammülümüz de yoktur.  Sözün özü biz de başta siyasilerimiz olmak üzere toplumumuzun diğer katmanları gibiyiz. Cumhuriyet döneminde yetişenlerin genel görüntüsü de zaten budur.

Hocalarımızın her biri bir değerdir

Kabul edersiniz veya etmezsiniz ama adı geçen hocalarımızın her biri verdikleri eserleri ve konuşmaları ile değer olduklarını kanıtlamış insanlardır. Birleşebilseydik ülkemizde gerçekten yönlendirici bir ağırlık kazanabilirdik.

Her birimizin başta üslup hataları olmak üzere eleştirilebilir eksikleri vardır, bu eksikliklerden biri de –kısmen değinildiği üzere- biri birlerimize karşı saygılı olamayışımız ve saygılı bir dil kullanamayışımızdır.

Görüş Farklılıklarımız

Bu arada şu gerçeği de ifade edelim; halkımız bizi farklı görüşleri seslendiren insanlar olarak görüyor.  Doğrudur. Ama ihtilaf ettiğimiz Kader, Recm, Nuzûl-i İsa, Kabir Hayatı, Kölelik-Câriyelik, Kadınların Özel Halleri, Ülke Kavramı, İslâm Açısından Demokrasi, Şefâat, Tarîkat, Mut’a Nikâhı, Kur’ân’a Aykırı Yasaların Konumu, Laiklik, Müslüman Kadınların Gayr-ı Müslimlerle Evliliği,  Faizcilere Ceza Uygulaması  gibi  meselelerin hiç değilse bir kısmı  öteden beri İslâm bilginleri arasında da ihtilaf konusudur.

Şahsen yukarıda adı geçen hocalarımızın değinilen konularda katılmadığım ve asla da kabul edemeyeceğim ve savunamayacağım görüşleri vardır. Pek tabiidir ki onların da onaylayamayacakları görüşlerimiz olabilir.

İslâm’ın insanlığın hayat düzeni olduğu gerçeğinin kabulü şartıyla değinilen görüşlerdeki bazı farklılıklar tabii görülebilir. Ancak savunulan görüşlerin niçin müdafaa edildiğine  ilişkin gerekçeleri dinlenilmeden kişiler hakkında bir yargıya da varılmamalıdır.

Günlük olaylar karşısında değişik görüşlerin sunulması da doğaldır. Çünkü bütün bunlar Yüce dinimizde kesin çizgiler içinde ortaya konulmuş değildir.

İcmâ  ise sahâbiler dönemi dahil  hiçbir dönemde fiilen oluşmuş değildir. Cemel ve Sıffın Savaşları, İtikadî ve Fıkhî mezheplerimizin çokluğu da bunun kanıtıdır.

Bizim suçlu/günahkâr olduğumuz halde suçlanmadığımız müşterek azîm hatamız İsâm’ı dışlayan ve Ülkemizi ve Ümmetimizi sömüren baskıcı, ötekileştirici ve dışlayıcı seküler/laik düzene karşı olan tasvipkâr bilinçsizliğimizdir. İşte bu imanî bir konudur. Bu konuda tarîkatlerimiz ve cemâatlerimiz pek çoğu da ise tam bir gaflet-i azîme içindedir. Sözün özü İslâm’a destek değil, kösteğiz. Samimi kanaatim İslâm’ın önündeki en büyük engel, İslâm’ı yaşama ve egemen kılma amacı taşımayan ilâhiyatlarımız, diyanetimiz, tarîkatlerimiz ve cemâatlerimizdir. Böyle olunca ihtilaflarımız da uluslararası emperyalizmin sömürüsüne karşı olan körlüğümüzü artırmaktadır.

Değinmek İstediğimiz Öz

Ahvalimizi belirledik. Farlılıklarımıza değindik. Şimdi soralım.

Görüş ayrılıklarımız birbirimize saygısızlığın sebebi olabilir mi? Birbirimizi takdir etmemize engel oluşturabilir mi?

Çalışmalarımızı saygılı bir dil ve dua ile karşıladıktan sonra ilmi usuller içinde eleştirmek ve yapılan eleştirileri olgunlukla karşılayıp gerekirse cevaplandırmaktan daha tabii ne olabilir?

Görüş ayrılıklarımız bizim için saygısızlık sebebi olamaz da halkımız için olabilir mi? Elbette olamaz.

Bir insanı tebrik ve tebcil etmek, yanlışlarını onaylamak olarak görülebilir mi? Pek tabii ki görülemez. Sözün burasında değinmeden geçemeyeceğim, Halkımızın özellikle yönlendirilen bir bölümü büyük bir yanlış içindedir. Hatalı buldukları görüşün sahibine değil de onun ilmî kişiliğine saygı gösterenlerin bütüne tavır koyuyorlar. Tavır koymak haddi aşan bir eylemdir. Sorumluluğu diğer hocalara teşmil etmek ise daha da büyük bir aşırılıktır.

Unutulmamalıdır ki halkımızı yanılgıya düşüren de bir ölçüde bizleriz. Çünkü halkımız bizim ihtilaf ettiğimiz konuları ve gerekçelerimizi bilemez. Biz de bir araya gelerek görüşlerimizi olgunlaştırdıktan sonra halkımıza açıklamalıyız veya görüşlerimizin hatalı olmak ihtimali ile doğru olabileceğine işaret etmeliyiz.  

Kendi adıma ifade edeyim –katılmadığım görüşlere şerh koymak koşuluyla- bundan böyle daha bir özen göstererek hocalarımıza saygıda kusur etmemeye ve yapılan saygısızlıklara da ödün vermemeye kararlıyım. Hocalarımızı da halkımızı da hatta siyasilerimizi de buna davet ediyorum. Saldırgan tipler elbette konumuzun dışındadır. 

Allah yardımcımız olsun.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.