islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5227
EURO
34,8378
ALTIN
2.427,14
BIST
9.689,66
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
22°C
İstanbul
22°C
Az Bulutlu
Perşembe Parçalı Bulutlu
20°C
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
18°C
Pazar Az Bulutlu
19°C

‘Allah Korkusu’ Aslında ‘Allah Sevgisi’ midir?

‘Allah Korkusu’ Aslında ‘Allah Sevgisi’ midir?

Soru: Hocam; Günümüzde bazı aydınlar ‘Allah Korkusu’ tabiriyle Allah’ı sevmenin mümkün olmadığını bunun yerine “Allah Sevgisi” ifadesinin daha yerinde olacağını söylüyor. Bu hususta ne demek istersiniz?

Ârif: ‘Allah Korkusu’ ifadesi haddizatında tam da Allah sevgisinin bir tezahürüdür. Çünkü buradaki mana, Allah’ın sevgisinden mahrum olmaya yönelik bir endişe ve korkunun bir tezahürüdür. Allah korkusu sayesinde kişi, diğer bütün korkulardan emin olur çünkü. Dünyevî her çeşit korkudan emin olan bir kişi, Allah’ı en çok sevendir aynı zamanda.

Soru: Allah korkusu, kişiye ne gibi manevî faydalar sağlar?

Ârif: Allah’ın sevgisine mazhar olduktan sonra veya O’nun sevgisine nail olduğunu düşünen fakat O’nun sevgisinden uzaklaşabilirim kaygısından kurtulmak için, Allah’ı memnun edecek salih amellerde bulunan bir Müslümanda genelde beş hâl zuhur eder. Eğrilik bulunmayan bir doğruluk, gevşeklik bulunmayan bir gayret, gizli veya açık Allah’ı sürekli olarak düşünmek ve O’nu zikirle anmak, yol hazırlığı yapıp sevdiğine her an kavuşma arzusuyla ölümü beklemek ve hesaba çekilmeden önce kendini hesaba çekmek.

Soru: Hocam! Korku ve sevgi, sanki birbiriyle zıt gibi geliyor bana. Buna rağmen yine de kendi aralarında gizemli bir bağ var gibi. Yanılıyor muyum?

Ârif: Haklısın. Bu hâli ancak Allah’ın veli kulları belki de anlayabilir. Zünnun-i Mısrî, ölüm döşeğinde iken kendisine ‘ne arzu edersin?’ diye sorulmuş. O da ‘Bir an için de olsa ölmeden önce O’nu tanımak isterim’ demiş ve sonra da şu beyiti okumuş: ‘Beni Allah korkusu hasta etti, özlemi de yaktı. Beni sevgi kül etti, Allah da diriltti.’ Buradan belki de şöyle bir sonuç çıkartabiliriz: Allah korkusu ile başlayan ve manevî tekâmül ile Allah sevgisine dönüşen kâmil iman ile O’na kavuşma ümidini taşıyan bir müminin en aşağı derecesi, kendisinde Hakkın sıfatlarının bulunduğu derecedir. İşte bu ilahî sıfatlarla kişi, daha ölmeden bile Allah ile tanışmak ve O’nunla muhabbet etmek ister. Allah korkusunun belki de en ileri boyutu, Allah dostunun muhabbette manen yanmasıdır. İşte kâmil iman demek, Hak sevgisinde yanıp tutuşmaktır.

Soru: Hocam. Bu hâli anlamak gerçekten çok güç. Bunu biraz açar mısınız?

Ârif: Evladım. Allah’tan korkmanın bir neticesi olarak dünyayı düşman bilip Yaratan’ın manevî iklimine sığınan takva ehli müminler, mahlûkatı yerine Allah’ı tercih eder. O zaman Hakkın sevgisi böyle kişilerin üzerine o kadar kaplar ki kendi nefislerine ve hatta kendi varlıklarına dahî düşman olur. Bu manevî yolculukta onlar, Hakkın lütfuyla O’na muhabbet beslemenin hazzını yaşar. İşte böyle bir durumda olan gerçek bir Müslüman, Hak sevgisinde bütün arzu ve heveslerinden kurtulur ve ancak Hakkın irade ettiğini sever ve Allah’ın şahit olduğu şeyi arzular. Bu şekilde ilahî aşkı tadan bir müminin kalbinde öyle bir manevî haz oluşur ki zerresi bile cennette sahip olabileceği yüzlerce köşkten daha tatlı gelir.

Soru: Vay canına. O halde cehenneme girme endişesine veya Allah’ın azabına maruz kalma ihtimaline yönelik olarak içimizde beslediğimiz Allah korkusu, ilginç bir şekilde bizi Allah sevgisine götürmektedir. Bu ilişkiyi nasıl yorumlayabiliriz?

Ârif: Kişide var olan ahiret inancı, onu günah işlememeye yardımcı olur. Çünkü öbür âlemde cehennem vardır. Allah’ın azabından korkan bir Müslüman, bunun bilincindedir. Onun için bu korku sayesinde elinden geldiği kadar günahlardan uzak kalmaya gayret gösterir. İşte günahlardan uzak kaldığı sürece başlangıçta kişide var olan Allah korkusu, ibadetlerle zamanla aslî hüviyetine dönüşür ve Allah’a kavuşma ümidi yeşermeye başlar. İşte bu andan itibaren Allah sevgisi, derece derece artar. Kişi, dünya ehli olmaktan çıkar ve Allah’a güvenerek, O’na ümit besleyerek ahiret ehli olur. Ahiret, ahiret ehline neşe üstüne neşedir. Kayıtsız şartsız Allah sevgisi ise mümine ve marifet ehline nur üstüne nurdur. Bu bağlamda bir kimsenin Hakkı bilip O’nu sevmemesi imkânsızdır.

Soru: Hocam; Kişinin gerçekten Allah’tan korktuğunun veya Allah’ı sevdiğinin işareti nedir? Yani ikisi arasında ne gibi bir fark vardır?

Ârif: Allah’tan korkan bir Müslüman, O’nun emir ve yasaklarına uymak için çaba gösterir, ibadetlerini yerine getirir. Ama Allah’ı seven müminde ise buna ilaveten en azından şu üç meziyet görülür: Böyle Allah dostları, derya gibi cömerttir, güneş gibi şefkatlidir ve yer gibi alçakgönüllüdür. Bir örnek daha vereyim. Allah’tan korkan normal bir Müslüman, kalıpla Kâbe’nin çevresini tavaf edip bekâ ister, muhabbet ehli ise kalple arşın etrafında tavaf edip vuslat ister. Allah’a gönül vermiş muhabbet ehli tayyar, ibadet görevini yapan Müslüman ise seyyardır. Biri manevî âlemde uçar, diğeri ise yürüyerek mescide gider. Âbid, cennette olmayı sever, muhabbet ehli ise vuslattan başka bir şeye sevinmez.

Soru: Hocam; Korku içinde olan kendini aciz hisseden insandır. Ama korkan insan, bununla birlikte çok merhamet sahibi olan yüce Allah’a sığınıyor. Bu manevî korku içinde gizli bir sevgi olabilir mi?

Ârif: Bunu ben bilemem. Ancak evliyanın bir kısmı, korku içinde olduğu halde yine de sevinçli olduklarını beyân ediyor. Eğer emniyette olduklarını idrak ettiklerinde bu sevinç, muhabbete dönüşüyor, Allah’a manevî bağlılıkları daha da artıyor. Aslında zayıf ve muhtaç bir kulun Allah’ı ister korkarak, isterse emin olarak sevmesinde yadırganacak bir şey yoktur. Ancak şaşılacak şey şudur ki, hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeye kâdir olan C. Hakkın kulunu sevmesidir. Allah’ın kuluna karşı beslediği sevgi olmasa, kul hiç Rabbini sevebilir miydi?

Soru: Allah’ı seven ve kendisinin de Allah tarafından sevildiğini hisseden maneviyat büyüklerinde bu manevî merhaleden sonra da Allah korkusu olabilir mi?

Ârif: Olabilir. Çünkü herkes bir nefis taşımaktadır. Ve nefis taşıyan herkes velev ki bunlar maneviyat büyükleri de olsa kendi çapında gaflete düşmekten endişe edebilir, etmelidir ve Allah’ın sevgisinden uzaklaşmış olma korkusu onları da sarabilir, sarmalıdır. Basiretli kişiler, bunun için şu dört durumdan emin olmadıkları için, Allah korkusunu Allah sevgisi ile birlikte korur: Bilerek veya bilmeyerek işlenmiş bir hata veya günah: Acaba bu konuda Allah ne yapacak? Ömrün geri kalan kısım: Acaba insan, bu süre içinde ne gibi manevî tehlikelerle karşılaşacak? Verilen lütuf, Rahmanî midir yoksa şeytanî midir? Hidayet olarak algılanan hâl, acaba maneviyat büyüklerinde görülen keramet ile ilgili midir yoksa istidraç yani küfrü veya fâsıklığı açıkça görülen kimsenin elinde, isteğine uygun olarak zuhur eden sahte harikalıklar mıdır? İşte Allah’a itaatin aslı, havf, reca ve sevgidir.

Soru: Havf ve reca ne anlamlara geliyor ve sevgi ile ne gibi bir bağlantısı var?

Ârif: Allah’ın Celâl ve Kahhar isimlerinin tecellisi ile havf yani kalpte tatlı bir korku ve haşyet meydana gelir. Cemâl ve Gaffar isimleri sayesinde ise kişi, kalpteki kararsızlığını ve korkusunu giderir ve reca duygusunu yaşamaya başlar yani kalbinde zevkli bir ümit ve huzur ortaya çıkar. İşte kalpte doğan bu iki zıt tecelli, inanan bir insanı hayat boyunca tâkip eder, etmelidir. Kişi amel-i salih işlediğinde reca kapısı, hata yaptığında ise havf kapısı açılır. Her iki kapıdan da aynı neticeye varılır: O da sevgidir, muhabbettir. Yani, korku da, ümit de aslında Allah sevgisinin hem kaynağı, hem sonucudur, vesselâm.

Prof. Dr. Ali SEYYAR

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.