islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,2627
EURO
37,6204
ALTIN
2.918,44
BIST
9.133,92
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Açık
25°C
İstanbul
25°C
Açık
Salı Az Bulutlu
24°C
Çarşamba Az Bulutlu
26°C
Perşembe Çok Bulutlu
26°C
Cuma Hafif Yağmurlu
23°C

Bir Akademisyen Olarak 28 Şubat Süreci Ve Sonrasında Yaşadıklarım

Bir Akademisyen Olarak 28 Şubat Süreci Ve Sonrasında Yaşadıklarım
28 Şubat 2018 07:56
A+
A-

28 Haziran 1996 tarihinde siyasî istikrarsızlıkların hâkim olduğu bir dönemde RP-DYP’den oluşan ve iki parti lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakanile Prof. Dr. Tansu Çiller’in ifadeleriyle dönüşümlü olması düşünülen bir koalisyon hükümeti kurulmuştu. YÖK ve birçok üniversite rektörü, özellikle ‘milli görüş’ lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın iktidara gelebilmiş olmasından dolayı bu hükümete alenî bir şekilde karşı çıkmıştı. Buna bağlı olarak 7 Ağustos 1996 tarihinde YÖK’ün talimatıyla üniversite rektörleri, Anıtkabiri ziyaret ederek, cumhuriyet ve laiklik için mücadelede bulunacaklarını ilan etmişti.

Bu dönemde basın tarafından Atatürkçülüğün, laikliğin ve cumhuriyetin tehlike altında olduğu iddiası, hararetli bir şekilde ve sürekli olarak gündemde tutuluyordu. Bu atmosferde gerçekleşen Millî Güvenlik Kurulu’nun 28 Şubat 1997 kararlarından birisi de açıkça ifade edilmemiş olsa da başörtüsü ile ilgiliydi. Buna göre “kıyafetle ilgili kanuna aykırı olarak ortaya çıkan ve Türkiye’yi çağdışı bir görünüme yöneltecek uygulamalara mani olunmalı”ydı. Bir başka ifadeyle 28 Şubatçı katı Atatürkçü generaller, üniversiteler dâhil bütün devlet kurumlarında başörtüsünün taviz verilmeksizin titizlikle yasaklanmasını ısrarla istiyordu. Bu bağlamda bir akademisyen olarak 28 Şubat sürecinde üniversitemde yaşadıklarımı tarihe not düşmek adına kısaca anlatmak istiyorum.

Sakarya Üniversitesine Girerken Dinî Kimliğim Sorgulandı

İstanbul Üniversitesinde 1997 yılında doktora tezimi tamamlamıştım ve danışman hocam rahmetli Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’ın tavsiyesi üzerine memleketimde kurulmuş olan Sakarya Üniversitesine yardımcı doçent olarak müracaat etmiştim. Dönemin rektörü Prof. Dr. İsmail Çallı, daha ilk görüşmemizde bana ”Ali Bey; Sen Almanya’dan geliyorsun. Orada Millî Görüş’le filan alakan yoktu değil mi?”diye sordu. 28 Şubat sürecinde Milli Görüş kökenli akademisyenler, “mürteci”olarak damgalandığı için, bu kimlikle herhangi bir üniversiteye girmeleri mümkün değildi. Ben ise gençlik yıllarımda Almanya’da Millî Görüş Teşkilatlarında yer alan birisiydim. Şimdi rektör beye ne cevap vermeliydim? Yalan söylemek hiç âdetim değildir. İçimden geldiği gibi “Sayın Rektörüm. Ben Almanya’da bütün Müslüman Türk dernekleriyle iyi diyalog halindeydim.” dedim.Verdiğim cevaptan rektör beyin ne anladığını tam olarak bilmiyorum ama o da bana kısaca “O başka bir şey.”dedi. Ben de hiç düşünmeden “O halde mesele yok.”dedim ve böylece öğretim üyeliğine kabul edildim.

‘Mürteci’ Olarak Fişlendiğim İçin Altı Yıl Boyunca Bana Doçentlik Kadrosu Açılmadı

Müslüman kimliğimi hiçbir zaman gizleme ihtiyacı duymadım. Birçok mütedeyyin akademisyen, kendi dinî kimliklerini gizlerken, ben sonradan kapatılacak olan fakülte mescidinde veya kampüs caminde namazlarımı kılardım. 2000 yılında Prof. Dr. İsmail Çallı’nın rektör olduğu dönemde doçent oldum. Ama aradan 2-3 yıl geçmesine rağmen bana doçentlik kadrosu açılmadı. Normal şartlarda doçent unvanını elde etmiş bir öğretim üyesine üniversitesi tarafından birkaç hafta içinde doçentlik kadrosu açılır. 28 Şubat sürecinde herhalde “mürteci” veya “şeriatçı” olarak fişlendiğim için, bana kadro açılmıyordu. Buna rağmen rektör yardımcısı ve yeni rektör adayı (Atatürkçü, sosyal demokrat ve rotaryen)Prof. Dr. Mehmet Durman, benden de oy alabilmek için, rektör olduğunda bana hemen doçentlik kadrosu açacağına dair vaatte bulundu.

Seçildikten altı ay sonra yeni rektörümüz Prof. Dr. Mehmet Durman ve muhafaza’kâr’ bildiğimiz yardımcısıProf. Dr. Muzaffer Elmas,beni makamlarına çağırdılar. Dedikleri şu idi: “Ali Hocam; Biz senin kadronun ilanı için YÖK’e başvurmuştuk ama ilanı geri çekmek mecburiyetinde kaldık.” “Peki, YÖK mü bana kadro açılmasını uygun görmedi?” soruma şu cevabı verdiler: “Hayır, başka bir yerden bizi aradılar.” dediler. “Peki, başka bir yer dediğiniz yer neresidir?” diye sorduğumda bana cevap vermekten çekindile Ama şu bir gerçek ki rektör ve yardımcısının, Ankara’da tertiplenen “Ordu Göreve” mitingine katılmış olmalarından yola çıkarak, benim doçent olmamı kimlerin engel olmak istediğini az çok anlamıştım.

Başörtülü Kız Öğrencilerini Koruduğum İçin Hakkımda Soruşturmalar Açıldı

Devletin hemen bütün askerî ve adlî organları, mürteci yani laiklik karşıtı olduğunu düşündüğü sağ görüşlü siyasîlerin, dindar iş adamlarının ve ‘İslâmcı’ akademisyenlerin üzerine gidiyordu. Bu süreçte başörtüsüyle yeterince mücadele etmeyen rektörler de irticaî faaliyetler sebebiyle görevlerinden alınıyordu. Eski ve yeni rektörümüz, irtica/başörtü ile mücadelede Kemalist derin devletle işbirliği yapıyor ve YÖK’ten gelen yasakçı talimatlara harfiyen uyuyordu. Bizlerden de bu doğrultuda hareket etmemiz isteniyordu.

Ben ise Müslüman bilim adamı olarak, eğitim döneminde başörtülü olarak hizmet almak isteyenlerin bu insanî ve demokratik taleplerine karşı çıkmanın doğru olmadığını düşünüyordum. Onun için derslerime gelen öğrencilerimin başörtülü olup olmadıklarını görmezlikten geldiğim gibi kendilerine elimden geldiği kadar her türlü kolaylığı da gösteriyordum. Bu tavrım, idarenin hiç hoşuna gitmiyordu. Başörtülü kız öğrencilerle ilgili olarak herhangi bir işlem yapmadığım için, hakkımda yerli yersiz birkaç kez soruşturma açıldı. Soruşturmalarına kanıt gösterebilmek için, idare, psikolojik baskı ile personelden bazen yalancı şahitler de buluyordu. Bunlardan birisi, yıllar sonra büyük bir mahcubiyetle bana gelerek, vicdan azabı duyduğunu ve hakkımı helal etmemi istedi.

Melun 15 Temmuz Darbe Girişiminden Sonra Üniversitemden İhraç Edildim

28 Şubat’ın rektör yardımcısı ve yeni dönemin muhafaza’kâr’ rektörü Prof. Dr. Muzaffer Elmas, fakültemizdeki usulsüzlüklere göz yumuyor ve ana bilim dalı başkanı olarak kendisine bunlarla ilgili bildirimlerimi her nedense ne dikkate alıyor, ne de gerekli müdahalelerde bulunuyordu. Bunun üzerine sorumluluğum gereği usulsüzlükleri YÖK’e bildirdiğimde bana çok kızan muhafaza’kâr’ rektörümüz, beni ceza olsun diye üst üste üç kez sürgüne gönderdi, elimden idarî görevlerimi ve derslerimi aldı.

Melun 15 Temmuz darbe girişimini kendi geleceği açısından bir can simidi gibi gören muhafaza’kâr’rektörümüz, ne YÖK, ne de hükümet tarafından benimle ilgili somut bir talep bulunmadığı halde, hakkımda değişik iftiralarda bulunarak ve hükümeti de yanıltarak, üniversitemden uzaklaştırılmama ve bir KHK ile ihraç edilmeme sebebiyet verdi. İşte Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın FETÖ ile mücadelede “at izi, it izine karıştı” tespitinin muhatabı da adalet duygularını yitirmiş bu gibi insafsız idareciler/rektörler idi.

Velhâsıl-ı Kelâm

Gerek 28 Şubat, gerekse 15 Temmuz sürecinde konjonktürel iklim şartlarına göre hareket eden bazı sorumsuz idareciler, kendi şahsî zaaflarını ve(ya) kripto yolsuzluklarını örtbas edecek ve kıskançlık, ihtiras, intikam gibi depolanmış cürufunu boşaltacak fırsatları kendi emelleri doğrultusunda kullanmasını iyi bilmiştir.

28 Şubat sürecinde, dönemin Atatürkçü rektörü ile muhafaza’kâr’ yardımcısı, beni sinsî çelmelerle düşürmek için çok çaba sarf etti. 28 Şubat sürecine sadakat göstermiş olan dünün rektör yardımcısı ve bugünün muhafaza’kâr’ rektörü ise OHAL’ın sayesinde idarî gücünü kötüye kullanarak, tek bir tekme ile benim üniversitemden kovulmamın öncülüğünü yaptı.

Kendi şahsî istikballeri için, masum akademisyenleri/memurları savunmak yerine onları bilerek, mağdur eden zavallı rektörler/idareciler, zalimlerin ve hainlerin ta kendileri değil midir? Her zaman ve herkes için geçerli olan “Zalimin zulmü varsa, mazlumun da Allah’ı var” ibretli sözünden bîhaber gafil rektörler/idareciler, zulümlerine kılıf bulmaya uğraşa dursun, kaderin bir cilvesi olarak başka bir zalimin zulmüne uğramayı hak eder. Bu durumda bazı geçici dünyevî menfaatler uğruna her dönemin zalimi olmaktansa, kötülük karşısında imanî ve erdemli duruş sergileyip gerekirse her dönemin mağduru olmayı yeğlerim.

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.