islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4660
EURO
34,7572
ALTIN
2.440,00
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Az Bulutlu
Cumartesi Hafif Yağmurlu
16°C
Pazar Az Bulutlu
18°C
Pazartesi Az Bulutlu
18°C
Salı Az Bulutlu
18°C

BİR HAYAT FELSEFEMİZ VAR MI?

BİR HAYAT FELSEFEMİZ VAR MI?
21 Mayıs 2022 09:05
A+
A-

Hayat felsefesi, hayatı “anlama ve algılama” tarzımıza göre  “niçin, neye göre ve nasıl  yaşadığımızın bilincinde olmak” demektir. Daha açık bir ifade ile  hayatımızı  hangi kriterlere göre  niçin ve nasıl yaşıyoruz? Sorularına vereceğimiz samimi cevaplar, bize bir hayat felsefemizin olup olmadığını veya nasıl bir hayat felsefesine sahip  olduğumuzu  gösterir.  Önce bu tanıma  göre  bir hayat  felsefemizin olup olmadığını sorgulamak; şayet  bir hayat felsefemiz yoksa, bir an önce hayat felsefesine sahip olma çabası içine girmek;  bir hayat felsefesine  sahip olduğumuzu düşünüyorsak, bu takdirde nasıl bir hayat felsefesine sahip olduğumuzun da farkında olmak gerekiyor.

Geçmişte aile içinde ebeveynlerin, okullarda ise hocaların, imkanları ve bilgileri ölçüsünde çocukları eğittikleri ve birlikte yaşayarak hayata hazırladıkları; günümüzdeki gibi sadece refahı amaçlamadıkları hepimizin malumudur. Bu eğitimde  aile reisleri ve hocalar  arasında bazı  ortak  noktalar  bulunsa  da, farklılıklar da mevcuttu.   Dolayısıyla “Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır”  ata sözüne uygun davranışların  da  sergilendiği görülüyordu. Nitekim  babam  da kendisine özgü bir  davranışla beni eğitmek istemiş olacak ki,  bir gün  bana  “Oğlum  keseri getirir misin” diye seslenmişti.  Ustalık yaptığı bir  dönemdi;  çeşitli  alet ve edevata sahipti. Ben de ara sıra ona yardım ediyordum.

Keseri babama  götürdüğümde elinde bir tahta parçası vardı. Keseri benden alınca “Elime dikkatlice bak” dedi ve keserle o tahta parçasını yontmaya başladı. Tahta parçasını biraz yonttuktan sonra “Şimdi de bana testereyi getir”  dedi. Ben de getirdim. Testere ile tahta parçasını kesmeye başladı.  Bana  dönerek “ Testereye iyi bak” dedi. Sonra “Rendeyi getir” dedi. Rendeyi getirip  ona verdim. Bu sefer  de o tahta parçasını rendelemeye başladı ve “Rendeye  iyi bak” demeyi de ihmal etmedi.

Rendelemeyi bitirince bana “Şöyle karşıma geç, otur bakalım”  dedi, ben de oturdum. Gözlerimin içine bakarak  “Oğlum! beni iyi dinle. Sözlerime de iyi  kulak ver. İnsanlar üç kısımdır. Kimi şu keser gibidir, hep kendine yontar;  kimi testere gibidir, testerenin tozu iki tarafa attığı gibi, o da  hem kendini hem de karşısındakini düşünür, onun   hakkını hukukunu korur ve ona  eşit davranır; kimi de rendeye benzer, karşısındakini  kendine tercih eder.  Sen hayatında asla keser gibi olma, testere gibi  ol, becerebilirsen ara sıra da rende  gibi olmaya bak”  demişti. Sahip olduğu hayat felsefesini her halde  böyle bir örnekle bana öğretmek istemişti. Bugün kaç aile reisi veya hoca  böyle bir eğitim modelini uyguluyor veya  böyle bir uygulama şansına ve imkanına sahip bulunuyor? Bunu bilmiyorum, fakat   bu örnekten hareketle kendimize şu soruları  soralım, istiyorum:

Ben keser  gibi devamlı kendine yontan, sadece kendi  çıkarlarını  düşünen bir insan mıyım;  yoksa  tozunu eşit dağıtan  testere gibi sadece  kendi çıkarımı değil,   aynı zamanda başkalarını da düşünen ve  adil olmaya çalışan; devamlı olmasa, ara sıra da olsa   rende gibi   bazı kişileri   kendime tercih eden bir  anlayışa mı  sahibim?   Bir idealim, bir davam veya bir  meselem  var mı?  Para veya   makam benim için ne ifade  ediyor?   Bir araç mı, yoksa amaç mı?  Helal, temiz, doğru, güzel ve  dengeli  bir hayattan  yana mıyım, değil miyim?  İşime ayırdığım  zaman kadar olmasa da  aileme, arkadaşlarıma ve  dostlarıma zaman ayırıyor muyum?  Beni arayanları, ben de arayıp soruyor muyum,  yoksa  “seni ararım” deyip de verdiğim sözü unutuyor muyum?   Mesleğim dahil, bütün işlerimde duyu organlarını ve aklını kullanan bir usta veya duyu organlarını, aklını ve vicdanını birlikte kullanan bir sanatkar gibi kaliteli ve nitelikli iş yapan bir insan mıyım, yoksa  sadece  duyu organlarını  kullanan,   aklını ve vicdanını  kullanmayan,  ya da kullanmasını bilmeyen biri miyim?

Duygularımı lokomotif, aklımı katar mı , yoksa aklımı lokomotif, duygularımı mı katar  yapıyorum? Sıradan, rast gele mi,  yoksa  ilkeli, dengeli, helal, temiz, doğru ve güzel  bir hayat  mı yaşıyorum? Mesela, işimi doğru, temiz ve güzel yapıyor muyum, yapmıyor muyum? Helal ve harama dikkat ediyor, helalinden kazanmaya ve yemeye gereken özeni  gösteriyor muyum, yoksa “Haram-helal ver Allah’ım, kulun doymaz yer Allah’ım” mı diyorum?  “Olmak” mı istiyorum, yoksa “Sahip olmak” mı? “Kırkına kadar para kazanmak için hayatını, kırkından sonra da hayatını kazanmak için parasını harcayan bir  insan gibi miyim, değil miyim? Kendi kararlarımı bilgiye ve istişareye  dayanarak, kendim  mi veriyorum,  yoksa  “El alem ne der?”  baskısıyla mı veriyorum?   Netice olarak kendime  ait  bir hayat felsefem  var mı, yok mu?   Özetle kişiliğini  oluşturmuş bir insan mıyım, değil miyim?

Bu sorulara  vereceğimiz  olumlu cevaplar, bizim  kişilik  sahibi bir insan olduğumuzu  gösterdiği  kadar,  aynı zamanda hayat  felsefesine  sahip bir insan olduğumuzu da gösterir. Çünkü  bu  cevaplar, insanın  hayat  tarzını, yaşam felsefesini ve  bu hayat tarzındaki ilkeli  duruşunu  ifade eder. Bu  nedenledir ki  Allah Teâlâ,   “ Ey Peygamber! Sen ve seninle birlikte inanıp Allah’a  yönelenler, emrolunduğunuz gibi  dosdoğru olun. Taşkınlık edip sakın doğruluktan ayrılmayın[1]  diyerek  ilkeli bir  duruş önerir ve  bu ilkeli duruştan da asla  taviz verilmemesini ister.  Hiç şüphesiz bu ilkeli duruşa  sahip olmak ve  onu korumak, zordur. Nitekim bu zorluğu  Hz. Peygamber de hissetmiş olacak ki, bu ayetin  kendisini ihtiyarlattığına dair nakledilen bir rivayet, bazı  tefsirlerde  yer almaktadır. Bu nedenle Hz. Peygamber de  Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol![2] diyerek  ümmetini  uyarma  ihtiyacı hissetmiştir.  Çünkü o, “ beşîr” ve nezîr” bir peygamber olarak  güzel ahlakı tamamlamak için gönderilmiştir. [3] Nasıl ki Hz. Musa hukuk, Hz. İsa’nın sevgi peygamberi  olarak  biliniyorsa, Hz. Muhammed de “ahlak” peygamberi olarak biliniyor.  Bu nedenle onun peygamberler içinde ayrı bir yeri  ve önemi vardır.

Nasıl ki bilim bize hayatta kalmayı ve güçlü olmayı; sanat, hayatın inceliklerini ve zevkini; edebiyat,  nezaketi, derinliği ve öngörüyü; felsefe,  zekanın haricinde  aklı kullanmayı  öğretiyorsa, ahlak da  bize “adam olma” yı, bir diğer ifade ile  insanlığı öğretir. Bu nedenle Hz. Peygamber’in önemi,  onun ahlak peygamberi  olarak  bize “ örnek” oluşundan  kaynaklanır. Bir insan, meslek sahibi olabilir, ama  adam olmayabilir. Zira  adam olmak,  meslek sahibi olmaktan  farklı  bir anlama sahiptir. Nitekim  “Makam sahibi olmuşsun ama, adam olamamışsın” sözü, bu anlam farklılığını ifade eder. Çünkü  meslek sahibi olmanın kriterleri ile  adam olmanın  kriterleri   aynı değildir.

Adam olmak, “İslamla olan ilişkimizi, çıkarlarımızdan bağımsız bir insanlık kalitesi, bir erdem donanımı halinde  özümsemek” ve içselleştirmekle, daha açık bir ifade ile  İslâmî kavramlara sahip olmakla mümkündür. Nitekim bu  özümseme ve  içselleştirmeye sahip düşünürler ve ediplerin, kendilerine özgü bir hayat felsefesi oluşturdukları görülüyor. Mesela Mevlana “olgunlaşmayı, tevazuu, cömertliği, şefkati, hoşgörüyü, göründüğün gibi olmayı ve olduğun gibi görünmeyi”,  bir hayat felsefesi olarak   sunarken;  Yunus Emre  kavgayı değil,  sevgiyi   bir hayat  felsefesi olarak  sunuyor:

“ Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için
Dost’un evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim”    diyor.

Şeyh Edebâli ise,

“ Cahil ile dost olma
İlim bilmez, irfan bilmez, söz bilmez, üzülürsün
Saygısızla dost olma
Usul bilmez, adap bilmez, sınır bilmez, üzülürsün
Açgözlü ile dost olma
İkram bilmez, kural bilmez, doymak bilmez, üzülürsün
Görgüsüzle dost olma
Yol bilmez, yordam bilmez, kural bilmez, üzülürsün
Kibirliyle dost olma
Hal bilmez, ahval bilmez, gönül bilmez, üzülürsün.
Ukalayla dost olma
Çok konuşur, boş konuşur, kem konuşur, üzülürsün.
Namertle dost olma
Mertlik bilmez, yürek bilmez, dost bilmez, üzülürsün”

deme ihtiyacı hissediyor  ve  kendi  hayat  felsefesinden bize bir  kesit  sunuyor.

Benzer  hayat felsefelerinin  oluşabilmesi/ oluşturulabilmesi  için de insanın, öncelikle  bilgi  sahibi olması, elde ettiği  bilgileri özümsemesi,  içselleştirmesi ve bir  bilinç haline  dönüştürmesi;  buna bağlı olarak da tercih  edeceği hayat felsefesine kendi  karar vermesi, kısaca “kendin olması” gerekiyor.

Kendin olmak ise   var olmak,  kendi düşüncelerinin ve duygularının farkında olmak; kendini hataları veya yapamadıkları için gereksiz yere suçlamamak, dolayısıyla  kendine şefkat gösterebilmek; içinden geldiği gibi spontane davranabilmek; kendini başkalarına göre konumlandırmamak; kararlarını kendi almak ve bu aldığı kararlardan dolayı zorlu bir sürece girmişse bile bu kararının arkasında durmak;  yanlış yapsa bile bunu kişiliğine mal etmeyip bu hatadan dersler çıkarabilmek; ne hissettiğinin farkına varmak ve bunda da  tereddüt  etmemek; her zaman kalbinin (vicdanının) sesini dinlemek ve içindeki bu  sesten korkmayıp onunla konuşabilmek, ona kulak verebilmek ve gerektiğinde tasvip etmediği ve  doğru bulmadığı düşüncelere hayır diyebilmektir.[4]

Sonuç olarak   bir hayat felsefesine  sahip olmak elbette ki kolay değildir, ama  bunu elde etme çabası içinde olmak  da  sanıldığı kadar  zor değildir.  Yeter ki  karar verelim ve onu elde etme çabası ve azmi içinde  olalım, sonra da  Allah’a  tevekkül edelim.  Çünkü Allah Teâlâ,  azmedenleri ve tevekkül edenleri  sever[5] ve  sevdiği kuluna  da yardım eder.

[1]. Hûd, 11/112.

[2]. Müslim, İmân 62.

[3]. İmam Malik, Muvatta, Husnü’l-Hulk 8.

[4]. Kıvanç Tığlı Bulut,  Kendin Olma Cesareti, Akit, 04.10.2020

[5] . “Bir kere  karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever”. Ali İmran,3/ 159.

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.