islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,3536
EURO
36,8743
ALTIN
3.018,76
BIST
8.618,57
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
17°C
İstanbul
17°C
Parçalı Bulutlu
Perşembe Parçalı Bulutlu
18°C
Cuma Az Bulutlu
17°C
Cumartesi Hafif Yağmurlu
15°C
Pazar Hafif Yağmurlu
16°C

Bizi Birleştiren Sevgiye Hasretim

Bizi Birleştiren Sevgiye Hasretim
8 Eylül 2018 08:42
A+
A-

İlgisizliğin, vurdumduymazlığın, sorumsuzluğun, başkalarını hatırlama ihtiyacı duymamaya bağlı iletişimsizliğin, diyalogsuzluğun ve muhabbetsizliğin sosyal hayatımıza hâkim olmasını neye bağlayabiliriz?

Bireysel nefsanî ve ahlâkî zaaflarımız, marifetmişçesine taklit edile edile toplumsal gaflete dönüşüp yoksa bizleri sevgisiz bir topluma mi itti? Ne yaptığımızın farkında mıyız? Nefislerimiz de galiba materyalist dünyanın hazzını almaya başladı ve sosyal münasebetsizlikten, selam vermemekten, bayramlaşmamaktan rahatsızlık duymuyor. Manevî istikamet ve gaye kaybolunca vicdana bağlı duygular da köreliyor ve sevgi, ruhsuz robotların davranışlarına benziyor. Ruhsuz sevgi, yalın, halis, çıkarsız ve hakiki sevgi değildir. Menfaate dayanan toplumda görülen sevgi belirtilerinin özünde de aslında sahtelik ve içten pazarlıklar vardır. Seviyordur, çünkü sevdiği kişide istifade edebileceği birçok cazip haslet vardır.

Zenginlik, makam ve nüfuz sahibi olmak, güzellik gibi dünyevî avantajlar, kişiyi ilgi odağı hâline getirebilir. İlginin odağında olan bir kişinin gerçek anlamda sevilip sevilmediğini siz düşünün. Sevgi, bir şeye veya kimseye karşı alaka duymak, ona istekli olmak anlamında anlıyorsanız siz de bu muharrik ilgiye sevgi diyebilirsiniz tabiî. Ama dünyevî menfaatlere bağlı sevgi, sevenleri, aileyi ve toplumu gerçek anlamda saygıya, hoşgörüye, anlayışa, sosyal barışa, huzura ve saadete götürebilir mi o çok şüphelidir.

Hangi Sevgi Türü Makbuldür?

Başta Yaratana olmak üzere diğer varlıklara ve nesnelere (insanlara, hayvanlara, mesleğe, kitaba, hobilere) sevgi besleyen bir insanın, sevgisi ise daha fıtrî ve ulvîdir. Çünkü bu sevgi, içten yaşanan, gönül dünyasında gelişen ruhî derinliklerin dışa yansımasıdır. Sevgi, her türlü riyadan uzak, samimî, candan-gönülden yapıldıkça bir mânâ kazanır, hem kişinin ruhunun olgunlaşmasını, hem de diğer insanların huzurlu olmalarını temin eder.

Bir insanın sevgisinin mahiyetinin yanında ölçüsü de önemlidir. Sevgide ölçüyü aşmak, itikadî yönden tehlikelidir. Birisine veya bir şeye taparcasına şiddetli muhabbet beslemek ve aşk derecesinde sevmek (sabâbet),seveni şirke dahî götürebilir. Diğer taraftan aşırı ve ölçüsüz bir sevgi, çoğu zaman kişinin muhakemesini, mantığını, şuurunu, psikolojik dengesini ve sıhhatini olumsuz yönde etkileyen ve psiko-somatik neticeleri olan bir rahatsızlıktır.

Görüldüğü üzere sevgi de ifrat ve tefrit riskleri açısından bir imtihan konusudur. Ya duygularımızın, akla ve mantığa tamamen hâkim olmasına sebebiyet veren radikal sevgi sapmalarına sürükleniyoruz, ya da insanî sevgiden tamamen uzaklaşıp sebepsiz bir şekilde kin ve nefret besleyerek, canavarlaşıyoruz. Sevgide sapma, ifratlarla ve tefritlerle birlikte yaşanırsa o toplumda gerçek anlamda sevginin asliyeti yoktur.

Neden fâni olmayan yani kalıcı olana sevgi beslemekten kaçınıyoruz? Bir insanın bedenin güzelliğinden çok, aklî, ahlâkî ve ruhî güzelliklerini neden sevemiyoruz? Somut güzelliklerden ziyâde soyut olanı tercih etmemizi engelleyen nedir? Neden fıtrî sevgimizi tekemmül ederek, varlığa, insanlara ve bunları yaratan Allah’a kalbî sevgi besleyemiyoruz?

İlahî aşk yoluyla belki ilk önce fani ve somut olanı sevebiliriz ancak nefis terbiyesi gibi manevî tekâmül sürecinde olgunlaşan bir Müslüman, zamanla zahirî güzelliklerinden ziyade kişilerin/nesnelerin özelliklerini ve iç hasletlerini sevmeye başlar. İşte o zaman somuttan soyuta kayan gerçek bir sevgi akışı başlar. Şekil ve suretten ziyade ilim, marifet ve hakikat gibi hikmeti öğreten emanet ve tevhit şuuru, mümine gerçek sevgiyi tattırır. Artık maddî ve mecazî aşkın yerine, Yaratana götüren ilahî ve neticede hakikî ve nihaî sevgi, kemâl şekli ile ortaya çıkar.

İzahla, anlatmakla, lafla ve hatta edebiyatla manevî sevgi oluşturulamaz. Rahmanî sevgi, Allah rızasını kazanmak için, içten yaşayarak ve yaşatarak oluşur. İşte bu ilahî sevgi, öyle büyük bir nimettir ki, sadece bu sevgiyi içinde barındıranı değil, toplumu da huzura ve saadete eriştirir. Sevgi, paylaşmakla, dertleşmekle, ilgilenmekle, vakit ayırmakla, selam verip hal hatır sormakla, yardımlaşmakla oluşur. Hayatı anlamlı hâle getiren ve güzelleştiren sevgi, Allah için sevmeye bağlı salih amellerdir. Birbirimize bağlı olduğumuzu hissetmedikçe, bütünleşip birlik içinde olmadıkça, ötekileştirici tavırlardan uzaklaşmadıkça orada hasret kaldığımız ilahî sevgi oluşmaz. Orada huzur da olmaz, adalet de olmaz.

İlahî sevginin ferahlatıcı atmosferini beraber olduğumuz/olmamız gereken bayramlarımızda ve cenazelerimizde hissedebiliyor muyuz? Yoksa her şey bir gelenek, töre, protokol ve formaliteden mi ibarettir? Olaylar vesiledir, asıl olan olaylarda insanî yönümüzü yani samimî sevgimizi gösterebilmektir. Ve aslında sevgiyi yaşamak ve yaşatmak da bir manevî tekâmül vesilesidir. Sevgi ile hem imanımızı tazeleyebiliriz, hem sosyal çevremizi ihya edebiliriz, hem de Allah’ın rızasını kazanabiliriz.

Yüreğimizdeki kin, nefret, kıskançlık, haset, inat gibi gereksiz ve ağır yükleri hür irademizle atabilirsek, manevî yüceliklere kanatlanmaya müstaid (istidatlı) bir sevgi yolcusu olabiliriz. Sevgi yolculuğunda inanç, güzel ahlâk, tefekkür, sezgi, ilham, sorumluluk, cesaret, zarafet, adalet, merhamet, paylaşmak ve fedakârlık vardır. O halde yüreğimizi Allah sevgisi ile dolduralım. Allah korkusu da bu ilahî sevgiyi kaybetmemek üzerine bir işlev görmelidir. Allah’ı seven şuurlu bir Müslüman, ona kulluk görevini ifa eder, sevdiğinin bir alameti olarak başta beş vakit namaz kılmak olmak üzere bireysel ve sosyal ibadetlerini yerini getirir. Yüreğinde tevhit şuuruna bağlı böyle bir sevgiyi hisseden ve yaşay(t)an şuurlu bir Müslüman için, her şey güzeldir, her olay hayırdır, hicran da, hüzün de, hasret de, vuslat da birdir.

Velhâsıl-ı Kelâm

Allah’ın rahmetine kavuşmuş bir mütefekkirimiz, sevgi konusunu şu sözleriyle ne kadar güzel bağlamış: “Yüreği sevgiyle dolmayanın gözleri yaşarmaz, yaşarmayan göz görmez, görmeyen düşünmez, düşünmeyen yaşayamaz. İnandığını yaşayamayan yaşadığına inanıp rahatlamaya çalışarak, sevgisizliğin kısır döngüsünde hakikat duygusunu kaybettiği için, kendine yabancılaşır.”

Sevgiden bütünüyle uzaklaşan bir insanın en nihayetinde kendine de yabancılaşması demek, aslında Yaratanına da yabancılaşacağı anlamına gelir. Bir başka ifadeyle sevgisizlik, kalpleri katılaştıran ve kişiyi küfre sürükleyen karanlık bir süreçtir. Bu yönüyle sevgisizliğin fotoğrafı ile küfrün fotoğrafı aynıdır. Her ikisi de ruha sıkıntı verecek kadar kapkaranlıktır. Halbuki diğer taraftan sevginin de imanın da fotoğrafları aynıdır. Her ikisi de ruha inşirah verecek kadar aydınlıktır, ışıktır, nurdur. Sevgi ve iman, et ve tırnak kadar birbirine bağlıdır. Sevgi olmadan iman da olmaz dolayısıyla bırakınız dünyevî saadeti uhrevî kurtuluş da olmaz. Çok mu iddialı konuştum acaba? Hayır, çünkü tezimin kaynağı bizzat Peygamberimizin (sav) mübarek sözüne dayanır.

“Birbirinize sevgi göstermedikçe/merhamet etmedikçe gerçekten iman etmiş olamazsınız. İman etmedikçe de Cennet’e giremezsiniz.”(el Heysemi; C. 8; 1967: 186).

Burada kastedilen sevgi, dar anlamda sadece akraba, komşu, cemaat üyeleri ve(ya) tanıdıklarımıza yönelik değildir. Peygamberimiz (sav) ‘birbirinize’ derken bütün insanlığı ve hatta bütün mahlûkatı kastetmektedir. Bu yönüyle İslâm’ın önerdiği sevgi, cihanşümuldür. Müslümanın sevgisi de buna binaen evrensel olmalıdır. Binaenaleyh şuurlu Müslümanın sevgisi, ışık gibi olmalıdır. Bu sevgi, belki de bir yerde yoğunlaşabilir ama merhametin bir gereği olarak derece derece sosyal çevreye de yansımalıdır.

Ezcümle, İslâm’ın gösterdiği bu sevgi anlayışını Müslümanlar, doğru idrak eder ve bu sevgiyi manevî bir şuura ve fiilî eyleme dönüştürebilirse sadece memleketimize değil dünyaya da sosyal barışı ve kardeşliği getirebilir. Dünya insanlığı böyle bir sevgiye hasrettir. Öyle ise Müslümanlar da küresel çapta etki yapacak bu sevginin maddî ve manevî icaplarını ivedilikle yerine getirmelidir. Bunun başında da adaleti ilk başta kendi içimizde tesis etmek gelir…ama bundan da maalesef çok uzağız….

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.