islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
27,2615
EURO
28,9187
ALTIN
1.674,94
BIST
8.373,61
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
26°C
İstanbul
26°C
Az Bulutlu
Çarşamba Yağmurlu
24°C
Perşembe Az Bulutlu
24°C
Cuma Az Bulutlu
24°C
Cumartesi Az Bulutlu
24°C

“DÜN” MÜ DAHA İYİ İDİ “BUGÜN” MÜ DAHA İYİ?

“DÜN” MÜ DAHA İYİ İDİ “BUGÜN” MÜ DAHA İYİ?
12.09.2023
A+
A-

Sıla-i rahimin güzelliklerinden biri de, ummadığın  bir yerde ve ummadığın  bir zamanda çocukluk arkadaşlarından birine rastlamaktır. İlçemde belediyeye ait çay bahçesinin kenarından geçiyorken yıllar sonra bir çocukluk arkadaşımı,  dostları ile  birlikte sohbet ederken gördüm ve yanlarına vardım. Selamlaştık ve yılların  hasretiyle  kucaklaştık. Beni   dostlarına, onları da bana tanıttı.  Kimileri öğretmen, kimi üst düzey bir bürokrat, kimi de eli kalem tutan ve amatörce şiirler yazan emekli kişilerdi. Sohbet ediyorlarmış, benim gelişimle kesilen sohbetlerine yeniden başladılar. “Ne olacak bu memleketin hali?” tarzında devam eden bir sohbetti. Her birinin konuşmalarından farklı siyasî kanaatlere ve ideolojiye sahip oldukları anlaşılıyordu.  Konuşmalarında kimi  geçmişi, kimi de  bugünü  kötüledi. Kimi geçmişte aydınların, yazarların ve  ediplerin  iyi olduklarını; bugünkü  aydınların, yazarların ve ediplerin  ise kötü olduklarını söyledi. Kimi camilerin çok, cemaatin ise azlığından şikayet etti. Kimi bu görüşe  itiraz ederek mabetsiz şehirlerden söz etti. Kimi  eskiden toplumun  daha ahlaklı olduğunu, günümüzde ise  ahlakın bozulduğunu  söyledi. Ara sıra ben de söze karıştım ve eskiden de  bazı konularda  haramların işlendiğini , mesela rüşvet konusunda  hem Fuzulî’nin hem de Koçi Bey’in şikayet ettiğini ve  Mehmet Akif’in  de bir asır önce  Almanlar için söylediği  “İşleri  var dinimiz gibi, dinleri var  işimiz gibi” sözünü  hatırlattım, ama ben  daha çok onları dinlemeyi tercih ettim.  Düşünce dünyalarını  öğrenmek istedim.

Genel kanaat geçmişin daha iyi, bugünün ise kötü  olduğu şeklindeydi. İçlerinden biri daha radikaldi ve Osmanlı döneminde her şeyin çok iyi olduğuna inanıyor ve her münevverin o dönemde dindar olduğunu söylüyordu. Bunun üzerine  itirazlar  başlıyor,  bugünün dün den daha  dindar olduğu savunuluyordu. Onlara Yahya Kemal’in 23 Nisan 1922 tarihinde Tevhîd-i Efkar Gazetesi’nde yayımlanan “Ezansız Semtler” adlı  yazısından söz ederek, bu yazıyı, ilk defa 1960’lı yılların sonlarında “Aziz İstanbul”  isimli  kitabında  okuduğumu ve  çok etkilendiğimi söyledim. Sonra da “o yıllarda bazı kişilerin de etkisinde  kaldığım için ben de  böyle bir düşünceye sahiptim, ama bugün değilim. Zira o yıllarda  mazi, benim için meçhuldü  ve benim için   meçhul olan her şey de  iyi  ve güzeldi, ama ne zamanki  Yahya Kemal’in bu yazısını okudum, işte o zaman bu düşüncemin bir zandan ibaret olduğunu anladım, dolayısıyla da fikrim  değişti” deme ihtiyacını hissettim.   Sonra da “Bu nedenle geçmişi  hep  övmek ya da kötülemek, kısaca kategorik düşünmek doğru bir  yöntem değil.  Her dönemin kendine göre iyi ya da kötü yanları var. Önemli olan iyi yanlarını almak, kötü olanlarını terk etmektir. Sadece terk etmek  de yeterli değil, aynı zamanda  onlardan  ibret almak, ders çıkartmak da gerekir” dedim ve onlara “Ezansız Semtler” in bir özetini anlattım. “Yahya Kemal, şayet bugün yaşasaydı, acaba nasıl bir yazı yazardı?   Bilemiyoruz, ama yazdığı yazılar  hâlâ  varlığını koruyor ve  bize yaşadığı dönemle  ilgili önemli bilgiler  sunuyor. Bu nedenle özetini sunduğun  o yazının bir bölümünü, sizinle  paylaşmak istiyorum:

“Dört sene evvel Büyükada’da oturuyordum, bayramda bayram namazına gitmeye niyetlendim, fakat frenk hayatının gecesinde sabah namazına kalkılır mı? Sabah erkenden uyanamamak korkusu ile o gece hiç uyumadım. Vakit gelince abdest aldım, Büyükada’nın mahalle içindeki sâkit (sessiz) yollarından kendi başıma câmiye doğru gittim. Vaiz kürsüde vaaz ediyordu. Ben kapıdan girince bütün cemaatın gözleri bana çevrildi. Beni, daha doğrusu bizim nesilden birini, camide gördüklerine şaşıyorlardı. Orada o saatte toplanan Ümmet-i Muhammed, içine bir yabancının geldiğini zannediyordu. Ben içim hüzünle dolu, yavaş yavaş gittim. Vaazı diz çöküp dinleyen iki hamalın arasına oturdum. Kardeşlerim Müslümanlar bütün cemaatin arasında yalnız benim vücûdumu (varlığımı) hissediyorlardı. Ben de onların nazarlarını hissediyordum. Vaazdan sonra namazda ve hutbede onların içine karışıp Muhammed sesi kulağıma geldiği zaman gözlerim yaşla doldu. Onlarla kendimi yek-dil, yek-vücut olarak gördüm. O sabah, o Müslümanlığa az âşinâ Büyükada’nın o küçücük camii içinde, şafakta aynı milletin ruhlu bir cemaati idik. Namazdan çıkarken kapıda âyândan Reşid Âkif Paşa durdu. Bayramlaşmayı unutarak elimi tuttu: “Bu bayram namazında iki defa mes’udum. Hamdolsun sizlerden birini kendi başına camiye gelmiş gördüm! Berhudâr ol oğlum, gözlerimi kapamadan evvel bunu görmek beni mütesellî etti!” dedi.

Hem geldiğimi, hem de bayramımı tebrik etti. Yanındaki eski adamlar da onun gibi tebrik ettiler. Bu basit hâdiseden pek samîmi olarak haz duydular. O sabah gönlüm her sabahtan fazla açıktı.

Biz ki, minâreler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük. O mübârek muhitten çok sonra ayrıldık. Biz böyle bir sabah namazında anne millete dönebiliriz. Fakat minâresiz ve ezansız semtlerde doğan, frenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri hatırlamayacaklar!” [1]

Onun bu anısını hep önemsedim. Zira o dönemde yaşayan aydınların, yazarların, şairlerin dinî düşünceleri ve yaşayışları hakkında bana önemli ip uçları veriyordu. Bu nedenle anıların, gelecek nesillere aktarılan en değerli kültür hazinelerimiz arasında yer aldığını düşünüyorum. Zira sürekli değişim ve dönüşümün yaşandığı günümüz dünyasında yeni nesil, bir önceki neslin yaşadıklarını yaşamıyor. Bu genç nesil, şayet geçmişle ilgili bir şeyler duymamış, ya da okumamış ise geçmişi bilmiyor ve yaşadığı hayatın bir benzerinin geçmişte yaşandığını da  sanıyor. Çoğu da inanmada zorluk çekiyor.  Nitekim bizim neslin 1950’li ve 60’lı yıllarda yaşadıklarını kızıma anlattığımda bana, “Babam bize Gılgamış Destanı anlatıyor” dediğini hiç unutmuyorum. Dolayısıyla genç nesil, geçmişini bilmediği için yaşadıkları hayatın önemini ve değerini de yeterince  kavrayamıyor. Hayal ettikleri yarınların, ancak geçmişi iyi bilmekten ve anlamaktan geçtiğinin de farkında değil. Geçmişini bilmeyen  bir neslin ise  gelecek için doğru bir yol çizme;  nereden ve nasıl gideceklerini bilme şansı  da bulunmuyor, dolayısıyla  bu nesil,  kendilerine rehber olacak önemli bir kılavuzdan  da yoksun kalıyor.

Kim bilir atalarımız, belki de bu nedenle geçmişi bilmemeyi “köksüzlük,  köksüzlüğü de öksüzlük” olarak anlamışlar. Sırf bu nedenle  bile geçmişi bilmek gerekiyor. Bunun için de  maziyi anlatan  yazılara ve anılara ihtiyaç duyuluyor. Zira bu tür yazılar, sarrafı için paha biçilmez bir değer ifade ediyor. Çünkü dün ile bugünün mukayesesini sağlayacak bilgiler  sadece bu tür  yazılarda ve anılarda yer alıyor.  Zira bu tür yazılar ve anılar, insanlara geçmişini unutturmuyor, bilakis  hatırlatıyor ve “Kökü mazide ati olma”  bilincini aşılıyor.

 

[1]  Yahya Kemal, Aziz İstanbul, İstanbul,1969, s.129.

ETİKETLER:
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.