islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5798
EURO
34,9832
ALTIN
2.425,63
BIST
9.722,09
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
22°C
İstanbul
22°C
Az Bulutlu
Perşembe Az Bulutlu
21°C
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
18°C
Pazar Az Bulutlu
18°C

Ehl-i Sünnetin Kucaklayıcı Özelliği

Ehl-i Sünnetin Kucaklayıcı Özelliği

Ehl-i Sünnet tabiri,  tarih boyunca İslam’ı bir bütün olarak kabul eden, bidat ehline karşı çıkan ve müminlerin çoğunluğunun bulunduğu cemaatin adıdır. Olaylara mutedil bakabilen, ama asla tavizci olmayan taraftır Ehl-i Sünnet.

Kendisini müslüman olarak tanımlayanları asla tekfîr etmeyen camiadır Ehl-i Sünnet. Zira Rabbimizin uyarısı açıktır:

Ey İnananlar! Allah yolunda yürüdüğünüz vakit, her şeyi iyice anlayın. Size, müslüman olduğunu bildirene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek: «Sen mümin değilsin» demeyin. Allah katında birçok ganimetler vardır. Evvelce siz de öyleydiniz. Allah size iyilikte bulundu, iyice araştırıp anlayın, Allah işlediklerinizden şüphesiz haberdardır.(Nisâ, 4/94)

Bu ayet, savaş ortamında müminlerle karşılaşan ve onlara İslam selamı vererek Müslüman olduğunu söylediği halde, bu öldürülmekten korktu da böyle yaptıdiye o kişiyi öldüren müminleri uyarmak için inmiştir. Savaş ortamında bile, Müslüman olduğunu söyleyene karşı tavır bu olursa, barış ortamında mümin olduğunu söyleyenler nasıl tekfir edilip ötekileştirilebilir ve öldürülebilir ki?

Öteki bidat gruplar, Ehl-i Sünneti dışlayabilirler, Müslüman saymayabilirler, onların kanını helal görebilirler ama ehl-i Sünnet, müslümanımdedikleri sürece onları da bağrına basar. Hem de asla takiyye yapmadan yapar bunu. Yani Ehl-i Sünnet kubbesi altında herkese yer vardır. Tıpkı dindâr-günahkâr müslümanım diyen müminleri bağrına basan cami kubbeleri gibi. Tıpkı Hacda-Umrede, dünyanın dört bir yanından gelen ve farklı itikadî ve amelî mezheplere mensup olan müminlerin aynı Ka’be etrafında, tek olan Yüce Allah’a yöneldikleri gibi; aynı tavaf halkasına katılıp birlikte ibadet ettikleri gibi; mezhebi, meşrebi, dini konumu ne olursa olsun tüm müminleri kardeş görmek ve bağrımıza basmak zorundayız. Dünyanın neresinde olursa olsun Müslümanlar birbirlerini, bir bütünün parçaları olarak görmek durumundadırlar. Karşımızdaki güçlü düşmanlara karşı, caydırıcı bir güç birli oluşturmak için buna mecburuz. Müminler ya bunu yerine getirirler yahut da yeryüzünde büyük fitne ve fesatlara gark olurlar. Hayat Düsturumuzun haber verdiği üzere: Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde kargaşalık, fitne ve büyük bozgun çıkar.(Enfâl, 8/73)

Tabi ki bu bağrına basma, onların yanlışlarını kabullenme demek değildir. Aksine hatalarıyla onları kabullenmektir. Onları düzeltmek için, yanlışlarını onlara hatırlatmak için onlara fırsat vermektir. Kur’ân’ın en temel ilkesi ve Müslümanın en temel görevi olan Emr-i bi’l-marûf nehy-i ani’l-münker/İyilikleri emretmek, kötülüklerden sakındırmak görevi Müslümanlar içindir. Elbette müminler, birbirlerini dinin ve selim aklın doğruları demek olan Ma’rûf olan şeylere çağıracak ve elbette onları dinin ve selim aklın çirkin gördüğü şeyler demek olan Münkerden sakındıracaktır. Zaten bu görevin yerine getirilebilmesi de müminlerin birbirleriyle görüşüp konuşmasıyla mümkün olacaktır.

Öte yandan aynı itikadî ve amelî mezhepten olduğunu iddia ettiği halde, yine Müslümanlar arasında inanç ve amelde farklılıklar olabilir. Şöyle ki Hanefî olduğunu söyleyenlerin hepsi inanç ve amel konusunda aynı seviyede değildirler. Hatta bilinçli ve dindar bir Şiî-Vehâbî mümin, dinini gereği gibi bilmeyen ve yaşamayan bir Hanefî müslümandan daha mütedeyyin olabilir.

Durum ne olursa olsun, kendisini Müslüman olarak tanımlayan herkesi Müslüman olarak görmek ve kabul etmek zorundayız. Bugün bir taraftan İslam âlemi bir buçuk milyarı açtı derken, Müslümanları katagorize edip ayırıma tabi tutmak ve onları ötelemek bize yakışmaz. Karşı tarafta küfür tek millettirilkesi doğrultusunda farklı dinlerden, farklı mezhep ve meşreplerden insanlar sosyal ve siyasal paktlar, birliktelikler oluştururken, pek çok konuda ortak hareket ederken Müslümanların birbirlerini dışlaması ve ötekileştirmesi doğru değildir. Aralarında derin din, ırk, mezhep farkı olmasına rağmen, düne kadar çok büyük savaşlar yapmalarına rağmen Amerikalı, Avrupalı bir araya gelirken, aralarındaki sınırları kaldırıp paralarını bile birleştirirken, bir ve beraber olmayı en temel ilke kabul eden bir dinin mensuplarına ayrılık yakışır mı hiç? Bunun için ulema biz ehl-i kıbleyi tekfir etmeyizkaidesinde birleşmiştir. Aslında bu cümle ümmet şuurunu tazeleyen bir hakikattir. Büyüklerimiz, hatasız dost arayan dostsuz kalır demişler. Hz. Mevlânâ da her günah içki gibi sarhoş etseydi, ayık gezenimiz kalmazdı derken buna işaret eder.

Şöyle bir düşünelim onlar Vehabî diyerek Suudî Arabistan gibi ülkeleri dışlarsak… Onlar Şiî, Hizbullah diyerek İran, Lübnan ve benzeri ülkelerdeki Müslümanları ötekileştirirsek… Onlar Alevî diyerek Azebaycan ve Anadoludaki çok sayıdaki müslümanı yok sayarsak… Onlar Tâliban diyerek Afganistan, Pakistan gibi ülkelerdeki Müslümanları saymazsak… Onlar modernist diyerek çeşitli bölgelerdeki Müslümanları hesaba katmazsak… Küfür cephesine karşı kendimizi, değerlerimizi, topraklarımızı, kaynaklarımızı nasıl savunacağız ve insanlığın önüne nasıl çıkacağız, nasıl birbuçuk milyarlık İslam âlemi olacağız?

Bunun için Ehl-i Sünnet akaidi, biz her iyi ve kötünün ardında namaz kılarız ilkesine göre hareket eder. Nitekim Raşit halifelerden sonraki dönemlerde, selefin sâlihleri, zalim yöneticiler ve onların görevlendirdikleri imamların ardında namaz kılmışlardır. Bu konuda onların bir kısmından gelen, zalimin ardında namaz kılınmazfetvaları haramlığa değil kerahate hamledilmiştir.

Ehl-i Sünnet, zalimlere karşı durmasını bilir. Çünkü haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır ve zalim bir yöneticiye karşı hakkı haykırmak en faziletli cihaddır. Ancak Ehl-i Sünnet, dilini lanete alıştırmaz. Çünkü o rahmet dillidir. Rahmet dilli olana ise, sık sık lanet okumak yakışmaz. Zira Peygamberimiz, ‘Namaz kılanların ve Ehl-i kıblenin lanetlenmesini yasakla­mıştır’.Onun için Yezidlere, Haccaclara lanet okumanın gereksiz olduğunu söyler Ehl-i Sünnet. Zira Ehl-i Sünnete göre, Yezidlere, Haccaclara hayatlarında iken karşı durmaktır asıl olan. Onların zulümlerini engellemektir. Yoksa iş olmuş bitmiş, Müslümanların duyarsızlığı, parçalanmışlığı, dünyevileşmişliği, korkaklığı, sessizliği zalimlerin hâkimiyetine ve zulmüne sebep olmuş, sonuçta zalimler devrilip gitmiş, bundan sonra onlara lanet okumanın işlenen zulümleri durdurmayacağı gibi, gasbedilen hakları da geri getirmeyecektir.

Ehl-i Sünnet, inkârcıların bile tanrılarına sövmemeyi düstur edinir. Rabbin buyruğu ortadadır. Kur’ân’da sövmenin (sebb) yalnızca bir kere söz konusu edildiği ayet şöyledir: Allah’tan başkasına tapanlara sövmeyin; sonra onlar da bilmeden, taşkınlık yaparak Allah’a söverler. Böylece Biz, her ümmete kendi işlerini çe­kici gösterdik. Sonunda dönüşleri rablerinedir. Artık O, ne yaptıklarını ken­dilerine bildirecektir.(Enâm, 6/108)

Ehl-i Sünnete göre, Müslüman olduğunu söyleyen kişi ister iyi, ister kötü olsun öldüğünde cenaze na­mazı kılınır.Peygamberimiz, Kıble ehlinden olup ta vefat eden bir kimsenin cenaze namazını kılmamazIık etmeyin”,buyurmuşlardır.

Saadet Çağının müminleri sahabe, İslam’ın temel taşları ve ümmetin yıldızlarıdır. Ehl-i Sünnet Sahabeyi sadece hayırla anar.Sahabelerin kendi aralarında vaki olan kavga ve sa­vaşları, şartlarına ve zamanına göre yorumlama ve değerlendirme şekli vardır. Ehl-i Sünnet olan, onlar arasında cereyan eden bu tatsız olaylardan ders almaya bakar, onların hesabını da Yüce Allah’a havale eder. Zira Ehl-i Sünnet kendini yargıçlar değil, davetçiler olarak görür.

Özetle söyleyecek olursak, Ehl-i Sünnet olmak, İslam’ı temel kaynaklarından bütüncül bir yaklaşımla doğru bir şekilde anlamanın, gücü yettiğince yaşamanın, insanları dine kazanmak için gece gündüz çırpınmanın adıdır. Kendini müslüman olarak tanımlayanları dışlamamanın, onları bağrına basmanın, onların hatalarını düzeltmek için sabırla çalışmanın adıdır.  Salih geçmişi hayırla anmanın, insanları dinden etmek için değil, dine kazanmak için, onları cehenneme göndermek için değil kurtarıp cennetlik etmek için koşturmanın adıdır. Evet, Ehl-i Sünnet olmak, Aziz İslam’ın temsilcileri olarak Yüce Allah’a, O’nun hak dinine ve O’nun kullarına karşı sorumluluğunun bilincinde olmaktır.

Konya Müftüsü

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.