islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5689
EURO
34,8836
ALTIN
2.438,88
BIST
9.645,02
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
22°C
İstanbul
22°C
Az Bulutlu
Perşembe Parçalı Bulutlu
20°C
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
18°C
Pazar Az Bulutlu
18°C

HAYA: AHLAKÎ OLGUNLUĞA KATKI YAPAN DUYGU

HAYA:  AHLAKÎ OLGUNLUĞA KATKI YAPAN DUYGU
16 Temmuz 2022 10:46
A+
A-

Haya, “utanma, sıkılma, ar, namus, edep” olarak tanımlanır, bir başka ifade ile “Nefsin çirkin davranışlardan rahatsız olup onları terk etmesi” demektir. Nurettin Topçu bu duyguyu, onurun, haysiyetin insandaki bekçisi olarak, ifade eder. Ona göre “ Bu duygu sayesinde insan hem kendi onurunu korur hem de başkalarının onuruna saygı duyar. En çok utanmasını bilen kimse, kendi ruhuna en fazla saygı duyandır. İnsanlara karşı sevgi besleyen kimse onların onurunu kırmaktan utanır. Utanmayan kimse sevgi ve insanlık değeri gibi kıymetlerden yoksundur. Utanma duyguları zayıflayan bireyler, kendi ruhlarında değerler aramadıkları için başkalarının ruh değerlerini kolayca çiğnerler. İnsanın ahlâkî olgunluğuna katkıda bulunan utanma duygusunu yok etmek, kişinin bencilleşmesine, empati yoksunluğuna, sorumsuzluğuna sebep olur. Utanma duygusu az olan ya da olmayan kimseler, genellikle anti sosyaldirler. Toplumsal kurallara uymazlar, sosyal sınırları çiğnerler. Sergiledikleri bu tür davranışlar kişiliklerinin bir parçası olduğu için vicdanî kaygı duymazlar”.

Hz. Peygamber’in ifadesiyle “Hayâ, imandandır” ve “Her dinin bir ahlâkı vardır; İslâm’ın ahlâkı da hayâdır”dır. Bu sözleriyle Hz. Peygamber, bir taraftan hayanın önemine ve dindeki yerine işaret ederken; diğer taraftan da “Eğer utanmıyorsan istediğini yapabilirsin”diyerek, hayâ duygusunu kaybeden insanların, ayıplanmaktan kaygı duymayacağını ve utanmayacağını, dolayısıyla da onu kötülüklerden ve günah işlemekten alıkoyacak bir başka gücün bulunmadığını açıklar. Bu nedenledir ki haya, Müslüman için bir hayat tarzı ve yaşam biçimidir. Hayanın bir hayat tarzı oluşu ise, hayat kavramı ile doğrudan ilişkilidir. Zira haya ve hayat, aynı kökten türetilmiş kavramlardır. Biri fıtratta var olan duyguyu, diğeri de o duygunun yaşama zamanını, imkanını ve tarzını gösterir.
“Hyy” kökünden türetilen ve haya anlamına gelen sözcükler, Kur’an’da üç ayette, dört defa geçer. Bunlardan ikisi insan, diğer ikisi de Allah için kullanılmıştır. İnsan için kullanılan haya sözcüğünden biri Hz. Şuayb’ın kızı, diğeri de Hz. Peygamber ile ilgilidir.

Hz. Şuayb’ın kızı ile ilgili ayette “ Bir müddet sonra o iki kızdan birisi utana-sıkıla Musa’nın yanına geldi ve ‘Babam seni çağırıyor. Hayvanlarımızı sulayıvermenin ücretini verecek’ dedi” denilmektedir.

Hz. Peygamber ile ilgili olan ayette ise hem Hz. Peygamber’in hem de Allah’ın hayasından söz edilmekte ve şöyle denilmektedir: “Ey iman edenler! Peygamberin evlerine izinsiz girmeyin. Yemeğe davet edildiğiniz zaman erkenden de giderek yemeğin hazırlanmasına kadar bekleyip durmayın, eve yemek vaktimde girin. Yemeği yiyince de hemen kalkın- gidin, lafa dalmayın. Çünkü bu yaptıklarınız Peygamberi rahatsız etmekte, o da hayasından dolayı çekindiği için size bir şey söyleyememektedir. Fakat bilin ki Allah gerçeği söylemekten haya etmez/çekinmez.”

Sadece Allah’ın hayasından söz eden ayette ise, “Şüphesiz Allah -gerçeği açıklamak için-sivri sineği ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten hayâ etmez” denilmektedir. Bu ayet, müşriklerin Kur’an’da arı, karınca, sinek gibi küçük yaratıkların örnek olarak gösterilmesinin fesahatle bağdaşmadığı yolundaki iddialarına karşı verilen bir cevaptır. Dolayısıyla zikredilen bu ayetlerdeki haya sözcüğü, insanlar için kullanıldığında beşerî duyguları ifade eden “utanma, sıkılma” gibi anlamlara geldiği halde, Allah için kullanıldığında “kötü ve çirkin bir işi yapmayı zâtına lâyık görmeme ve daima iyi olanı yapma” anlamına gelmektedir.

Her hangi bir sebeple fıtratı bozulmamış insanlarda utanma duygusu, her daim varlığını korumuş ve insan davranışlarına olan etkinliğini de devam ettirmiştir. Bu nedenle haya sahibi insanlar, mümkün mertebe suç veya günah işlemekten çekinirler; bir suç veya günah işlediklerinde ise bu durum, onların canlarını sıkar ve yüzlerini kızartır. Ama bir şekilde haya duygusunu kaybeden insanlarda ise can sıkıntısı ve yüz kızarması olmaz, daha da kötüsü yüzsüzlük ve duyarsızlık etkin bir tavır olarak görülür. Bu nedenle bu tip insanlar için “ar damarı çatlamış” denilmektedir.

Kur’an, haya duygusunun korunmasına büyük önem atfetmiş, insan onurunu zedeleyen davranışları, özellikle de tecessüsü/ insanların günahlarını gizlice araştırmayı ve ifşa etmeyi yasaklamıştır. Peygamberimiz de bir Kur’an mübeyyini olarak Müslümanların ayıp ve kusurlarının gizlenmesini istemiş; bu dünyada insanların ayıp ve kusurlarını gizleyen kişilerin, ahirette de onların günahlarının gizleneceğini ve bağışlanacağını, ancak açıktan günah işleyenlerin buna dahil olmadıklarını söylemiştir.

Gerçek mü’min, Allah’tan ve insanlardan haya ettiği için gizli veya açık günah işlemez, daha açıkçası işlemek istemez. Zira o bilir ki, Allah Teâlâ “basîr/ gören”dir ve “misad/ gözetleyici” dir; her an kulunu görmekte, gözetlemekte ve ona şah damarından daha yakın bulunmaktadır. Yine o bilir ki, yaptığı her iş ve her davranış, “kirâmen kâtibîn” isimli iki melek tarafından da kayıt altına alınmaktadır. Buna rağmen bilerek veya bilmeyerek bir günah veya bir suç işlemiş ise, o günahı ve o suçu işlemekte ısrar etmez, sucunu ve günahını itiraf ederek Allah’tan veya suç işlediği kişiden af diler.

Hz. Peygamber,”Allah insanlardan daha çok utanılmaya layıktır” diyerek, insanlardan önce utanılması gereken ilk varlığın Allah olduğu hatırlatır. Nitekim Mehmet Akif de,
“Ne irfandır veren ahlâka yükselik, ne vicdandır;
Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır.”
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havfı Yezdân’ın…
Ne irfânın kalır te’siri kat’iyyen, ne vicdanın.” diyerek, Allah korkusunun, insan davranışları üzerindeki etkisine dikkat çeker. Atalarımız da bu gerçeği “Kork Allah’tan korkmayandan” sözüyle açıklar. Zira bu söz, Allah korkusu olmayan insanlardan her türlü kötülüğün gelebileceğini ifade eder. Bu nedenle Allah korkusu, insan fıtratındaki haya duygusunu ve takvayı canlı tutan en önemli etkendir.

Bilindiği gibi takva, genel anlamı itibariyle haramlardan ve kötülüklerden sakınmayı ifade eder, dolayısıyla haya ile takva arasında bir ilişki de söz konusudur. Bu ilişki, takvanın bir amaç, hayanın ise insanı takvaya götüren bir araç oluşu yönüyledir. Haya ettiği için günah veya suç işlemeyen insan, sonuç itibariyle takvalı bir davranışta bulunmuş olmaktadır. Nitekim bazı bilim insanları, haya ile takva arasındaki bu ilişkiye dikkat çekmek için A‘râf sûresinin 26. âyetinde geçen “libâsü’t-takvâ/takva elbisesi” ifadesini “haya” olarak anlamışlar ve yorumlamışlardır.
Netice olarak haya, ahlakı güzelleştiren, olgunlaştıran ve bu nedenle de özenle korunması gereken bir duygudur. Ne var ki bu duygu, günümüzde önemli sayılabilecek bir çoğunluk tarafından göz ardı edildiği, dolayısıyla da hayata yansıtılmadığı için özlenen ve hasreti çekilen bir duyguya dönüşmüş bulunmaktadır. Bu da bilim insanlarını ve düşünürleri gelecek adına haklı olarak kaygılandırmaktadır.

Prof. Dr. Celal Kırca

ETİKETLER: makale
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.