islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5967
EURO
34,8230
ALTIN
2.410,99
BIST
9.645,02
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
24°C
İstanbul
24°C
Hafif Yağmurlu
Çarşamba Az Bulutlu
22°C
Perşembe Az Bulutlu
20°C
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
17°C

HİCRET’İ YENİDEN DÜŞÜNMEK

HİCRET’İ YENİDEN DÜŞÜNMEK

Prof. Dr. Sami ŞENER

Müslüman toplumlar, bu günlerde tarihi bir olayı yeniden yaşıyor ve kendi durumlarını değerlendirecek önemli bir dini-tarihi ve sosyolojik bir olayın belki de farkında olmadan yeni bir silkiniş enerjisinden yoksun ve endişeli bir bekleyiş içindeler.

Bu toplumların gençleri; yoğun batılılaşma ve maddileşmenin getirdiği bir fırtınanın etkisiyle, batı düşünce ve hayat anlayışının empoze ettiği “sun’i hayat anlayışı” nın sanal gündemi ile kendilerini yönlendiren yabancı zevk ve ilgi alanlarıyla meşguller.

Halbuki bir toplumun aydın ve dinamik güçleri, kendi geleceklerini başkalarının eline bırakırlarsa, kendilerinin topluma verebilecekleri bir şeyleri olmaz ve tarihi misyonlarını kaybederler. Böylece, başka sistemlerin güdümünde sıradanlaşarak, yaşamaya devam eder ve tarihin karanlığında kaybolurlar. 

İslam tarihinde Hicret olayı, herşeyden önce inanç ve düşüncenin kutsallığını ve yüceliğini topluma taşıyarak, en önemli değerlerin bunlar olduğunu insanlığa haykırır ve bu değerlerin feda edilemeyeceğini hatırlatır.

Dünya tarihinde, bir toplumun; mal, mevki, toprak ve hatta ailesinden bile değerli olan şeyin inanç/iman olduğunu gösteren yeni bir anlayış,ilk defa  İslam’ın yaşayış misyonunda ortaya çıkmıştır.  Bu durum, aslında insanın, yaşama ile ilgili düşünce ve kararlarının , mal ve statüler ile değiştirilemeyeceğine dair somut ve inanılmaz bir tavırdı. Çünkü Müslüman insan, iman ve düşüncesini kaybettikten sonra, kendine ait hiçbir değerli nesnesinin kalmadığına inanmıştı.

Günümüz, modernleşme adıyla ortaya çıkan düşünce ve hayat, eşyaların ve paranın, her şeyi satın alabileceğini düşüncesini yerleştirmemiş miydi?  Sanki insanlık, asırların birikimi ve bilgisiyle gelmiş olduğu yüksek noktadan geriye doğru çekiliyordu:  Sevgi, saygı, dürüstlük, merhamet ve adalet gibi değerlerin hepsi değersizleştiriliyor ve onun yerine, insana, paraya ve eşyaya tapan bir toplum kuruluyordu..

Hicret düşüncesi, sadece mekanın değişimi değildi, aslında düşüncenin ve onun temelinde inancın/imanın olaylar karşısındaki varlığı ve değeri idi.  Hicret, bir uyanış ve dirilişti.  Yanlıştan, sapıklıktan, ikiyüzlülükten ve insanı, insan olmaktan çıkaran her türlü beşeri ve dünyevi  ideoloji ve felsefelere karşı insanın yeniden kendine dönüşü, varlığına kavuşmasıydı. Hatta, din ve ahlak adına, belli dini ve siyasi otoritelere karşı, inancın hürriyetini ve asaletini ayakta tutarak teolojik saplantılara karşı da duran bir tavırdı.

Günümüzde medya, teknik anlamda mucizevi; manevi ve kültürel anlamda ise, insanları “tek tipleştirme”ye ve  birbirinin aynısı olmaya doğru götüren “aptallaştırıcı” bir ipnotizma aracının bağımlılaştırıcı ve köleleştirici sarsıntılarına ortam hazırlıyor.  İnsanı kendinden ve düşüncesinden kopararak, renkli ve cezbedici bir çekicilik ile  kontrol altına alan yeni bir şartlandırma aracı.  Ve sonuç olarak “sersemletilen” ve insanı en güçlü özelliklerinden uzaklaştıran bir “suç aracı” gibi ruh ve maneviyatın yok edilişine hizmet ediyor. 

Henüz hukuk sistemleri, böyle bir suçu tarif edebilmiş değiller. Ama, medyanın sebep olduğu mağdurlar ve kurbanları, her gün yığınlarca görmek mümkün.

Günümüzün hicreti, bu duyarsız ve şaşalı hayatın, hiçbir fayda ve değer taşımadan meydana getirdiği “ insan erozyonu” nu durdurucu bir ruh şırıngası ve cesur direnişi ile sağlanabilir.  Ama bunun için hem iman, hem bilgi ile donanmak gerekiyor.  İmanın aşkı, bilginin koruyucu mantığı ile, çağın sahte dünyası, kolayca yerle bir edilebilir.  Ama, öncelikle “gerçeği arayan” insanlar gerek..

Kalıcı ve gerçek alem olan “öte dünya şuuru”na inanmak ve  geçici olan bu dünyanın sınırlı hayatının dışına doğru kulaç atmayı bilmek lazım.  Herşeyin fani olduğu ve giderek, zamanın ve mekanın kirlendiği bu alemin, Mevlana’nın diliyle, “sahte alemden, gerçek aleme” doğru yol almanın anlamını kavramak gerekiyor. Mevlana’da Hicret, bir ideal ve bir vuslat anlayışı içinde; Müslüman insanın yaşama felsefesi olarak, varlığın hakikatına doğru kaçınılmaz yolculuğu anlamlı kılan bir varoluş tavrıdır.

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar
  1. Mehmet bahadır dedi ki:

    Müslümanlar Allah için hiçret edseler (materialist )olmazlar dı