Duanın insana sağladığı pek çok fayda vardır. Bunlardan en önemlisi psikolojik olarak kendimizi çok daha iyi hissetmemizdir. Duamız hemen kabul edilmese bile ellerimizi açıp Rabbimize yöneldiğimizde içimize müthiş bir sekinet, güven ve huzur iner. Biliriz ki; kainatın dizginlerinin elinde olduğu, her şeye gücü yeten bir Zât var. Ben, bu vefasız dünyada yalnız değilim. O Zât, benim halimi görür. Kimse benim sesimi işitmese de O beni işitir. Başkalarına dillendiremediğim isteklerimi ve dertlerimi ona ifade edebilirim. O Zât, benim sınırsız isteklerimi, ihtiyaçlarımı giderebileceği gibi sınırsız düşmanlarımı da bertaraf edebilir.
Bu düşünceler haddizatında dua eden insandaki tevhid inancını, kainatın hâkimi olan Allah’ın varlığını ve birliğini kabul ettiğini ve imanın nuruyla aydınlandığını göstermektedir. Böylece “Duanız olmazsa Rabbim size ne diye değer versin!”[1] ayetinin sırrı anlaşılmaktadır. Nasıl mı? Dua, insanın Allah’a yönelişini, bağını, irtibatını, onunla olan alış-verişini ortaya koyar. O’nu Rabb, Rahmân, Rahîm, Alîm, Semi’, Basîr ve Kadîr olarak telakki ettiğini ve sadece kendisinden medet umduğunu gösterir. Bu durum ise aslında insanın değerinin artmasını sağlar. Kulluk hayatında kazandığı ivme ile kul, Rabbinin katında önemli bir yer edinir. Dua etmeyen bir insan ise maalesef bu öneme haiz olamaz ve bu büyük nimetten mahrum kalır.
Duanın insana sağladığı başka bir fayda ise ibadet sevabı kazandırmasıdır. Dua eden insan, sadece istek ve ihtiyaçlarını dile getirmekle kalmaz. Aynı zamanda ibadet etmiş olur. Bu gerçeği dile getiren Hz. Peygamber (s.a.s.): “Dua, ibadetin kendisidir.”[2] buyurmuştur. Rabbimiz, bizim kendisine sığınıp arzuhâlimizi bildirmemizi engin rahmetiyle değerlendirir ve bize ibadet sevabı lutfeder. İhtiyaçlarımızı sıralarken bir yandan da sevap kazanmamız ne büyük bir ikramdır! Nitekim ağzımıza pelesenk olmuş dualarımızla kalbimiz, Rabbimizle beraber olunca Kerîm ve Cevâd olan Allah, bunu karşılıksız bırakır mı? Bırakmaz ve hatta rahmet hazinelerinin kapılarını açar. Bu durumu Resûlullah (s.a.s.): “Kime dua kapısı açılmış ise ona rahmet kapıları açılmış demektir. Allah’tan istenen (dünyevî şeylerden) Allah’ın en çok sevdiği şey afiyettir. Dua, inen ve henüz inmeyen her çeşit (musibet) için faydalıdır. Kazayı sadece dua geri çevirir. Öyle ise sizlerin görevi dua etmektir.”[3] şeklinde ifade etmiştir.
Demek ki dua; hem mevcut hem de gelecek belalara karşı kalkandır. Kaza-Kader programında başımıza gelebilecek kötü hadiseleri savmak için bir tür paratoner vazifesi görmekte ve olmasını engelleyebilmektedir. Şu anda korku ve endişesi içerisinde olduğumuz, beklenen İstanbul depremi için de tüm tedbirlerimizi almakla beraber çokça dua etmemiz gerekir. Zira kâinatın mâliki de meliki de Allah’tır. O istemezse dünyada hiçbir şey yerinden kımıldayamaz. Hatta Kur’ân’ın da işaret ettiği gibi ağacın dallarındaki bir yaprak dahi O’nun izni ve bilgisi olmadan düşemez.[4] Bir hadîs-i kudsî de Yüce Rabbimiz “Melik benim, melik benim. Kim bana dua edecek?”[5] sorusuyla kendisinin hükümdar olduğunu hatırlatmış ve bizi duaya davet etmiştir.
Öyleyse biz de dünyamızın ve sahip olduğumuz her şeyimizin gerçek mâliki ve meliki olan Rabbimizin bu davetine icabet etmeli, dua ile onun kapısını çalmalı ve o kapıda sabırla beklemeliyiz. Hz. Muhammed (s.a.s.)’in “Muhakkak ki Allah, duada ısrar edenleri sever.”[6] sözlerinden aldığımız dersle dualarımızda ısrarcı olmalıyız. “Duam kabul olmuyor.” deyip duadan vazgeçmemeliyiz. Zira duamız kabul edilmiyorsa henüz dua vakti bitmemiş demektir. Mesela bir sıkıntıdan dolayı dua ediyorsak o sıkıntılı süreç, onunla ilgili dua etmemiz için özel olarak belirlenmiş bir zaman dilimidir. Tıpkı yağmurun yağmayışının yağmur namazının vakti oluşu gibi… Ay ve güneş tutulmalarının Hüsuf ve Küsuf namazının vakti oluşu gibi… Hem duayı sadece istediğimiz şeye yönelik yaparsak o duamız ve ibadetimiz makbul bir dua ve ibadet olmaz.[7] Evveliyatla dikkat etmemiz gereken husus; acizliğimizin ve zayıflığımızın idrakiyle Rabbimize sığınmamız ve duayı O’nun rızasını düşünerek ibadet maksatlı yapmamızdır.
Cenâb-ı Hak “Bana dua edin. Ben de size icabet edeyim.”[8] buyurmaktadır. Buradan anlıyoruz ki Rabbimiz duamıza muhakkak cevap verecektir. Bu cevap, bazen duamızın ya aynen kabulüyle ya da daha iyisinin verilmesiyle gerçekleşebilir. Mesela erkek çocuk isteyen birine Allah (c.c.) erkek değil de hayırlı bir kız çocuğu nasip ettiğinde o kişinin duası reddedilmiş olmaz. Daha iyi bir surette kabul edilmiş olur. Yine bunun gibi birisi dünya saadeti için dua ettiğinde Allah ona bu dünyanın değil de ahiretin saadetini lutfederse bu kişi için de “Duası kabul edilmedi.” denilmez. Aksine “Daha güzel ve faydalı bir şekilde kabul edildi.” denir. Cenâb-ı Hak hikmet sahibidir. Hikmeti gereği bazen duamızı aynen bazen de farklı şekilde kabul edebileceği gibi duamızı kabul etmeyerek de bize cevap verebilir. Bize neyin iyi geleceğini O bilmektedir. Tıpkı doktorun hastasına hangi ilacın daha iyi geleceğini bildiği gibi…[9] Doktor, hasta istiyor diye ona zararı olacak bir ilacı verirse hastaya iyilik değil kötülük yapmış olur. Hastalığının şifası hangi ilaçtaysa onu vermesi gerekir. Bazen bizim istediğimiz şeyler de bizim faydamıza olmayabilir. Cenab-ı Hak bunu bildiği için o doğrultuda duamıza icabet eder.
Bu hususu Allah Resûlü şöyle ifade etmektedir: “Allah’a dua eden herkese Allah icâbet eder. Bu icabet ya onun dilediğini vermek suretiyle ya da dua ettiği miktarca günahından hafifletilmek suretiyle olur. Yeter ki günah bir şeyi veya sıla-i rahmin kopmasını (sağlayacak bir şeyi) istememiş olsun.”[10]
Dr. Nurdan MENDEŞ
[1] Furkan, 25/77.
[2] Tirmizî, Tefsir, (Mü’min (Gâfir) 42, (3247), Tirmizî, Daavât 1, 3372; Ebû Dâvud, Salât 358, (1479).
[3] Tirmizî, Daavât 102, (3548).
[4] En’âm, 6/59.
[5] Buhârî, Tevhid 35, Teheccüd 14, Daavât 14, Müslim, Salâtu’1-Müsâfırin 24, (169).
[6] Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I-II/116, (1876).
[7] Nursi, Said, Sözler, s. 310.
[8] Mü’min, 40/60.
[9] Nursi, Said, Mektubât, s. 287-288.
[10] Tirmizî, Daavât 116; Buhârî, Daavât, 22.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi