islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4494
EURO
35,0400
ALTIN
2.324,05
BIST
9.079,97
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Açık
21°C
İstanbul
21°C
Açık
Cuma Parçalı Bulutlu
23°C
Cumartesi Az Bulutlu
21°C
Pazar Parçalı Bulutlu
21°C
Pazartesi Az Bulutlu
23°C

İNANÇSIZLIĞA KARŞI KORUYUCU HEKİMLİK (4)

İNANÇSIZLIĞA KARŞI KORUYUCU HEKİMLİK (4)
26 Aralık 2021 08:47
A+
A-

Okullarımızda ki eğitimin kökeni evrim teorisine dayanıyor. Doğada her şey kendiliğinden oluyor diye ders kitaplarında anlatılıyor. Halbuki, tek hücreli bir canlının kendi kendine oluşabilmesi için gerekli her bir gelişmenin ihtimali, sonsuzda 1 ihtimaldir.

Canlıların evrimleşerek meydana geldiği inancı ispatlanamamıştır. Evrenin hiçbir yerinde kendiliğinden bir hücreli canlının dahi meydana geldiği gözlemlenememiştir. Bir varsayımın bilimsel olarak kabul edilmesi için laboratuvarda defalarca denenerek, gözlemlenebilmesi gerekiyor.

Evrim teorisinde söz edildiği gibi canlıların kendiliğinden var olduğu, laboratuvar deneyleriyle gözlemlenebilen bir şey değildir. Bilimsel olarak kanıtlanmamış bir şeyin okuldaki eğitim sisteminin merkezinde olması, Yaratıcının olmadığı iddiasının bilimsellikmiş gibi sunularak, büyük bir yalana inanılmasına hizmet etmekten başka bir iş görmüyor. Bilimle ilgili natüralist yorumların, objektiflik ve nesnellik olduğuna inananların çoğunun dayanağı evrim teorisindeki yalanlar oluyor.

Halbuki bazı evrimci Ateistler natüralist felsefenin bir inanç olduğunu itiraf ediyor. Fakat pek çoğu bunun farkında değil. Kendilerine atomlar üzerinden, makro ve mikro bir düzenin Yaratıcıdan olduğu bahsedildiğinde, “bilimin içine inancı katarak yorum yapmanız bilimsel değildir” deniyor. Halbuki bilimin içine kendileri, bilimsel olarak laboratuvarda deneylenmemiş natüralist felsefe inancını sokuyorlar.

Dünya yok oluncaya kadar Güneşi hiçbir insan görmeseydi, Güneşin ısısından ve ışığından dolayı aydınlatıcı ve ısıtıcı bir varlığın olduğuna, görülmediği halde inanılırdı. “Bilim bunu ispat edemedi ve inanmıyorum” demek, akli bir çıkarım olmazdı. İşte neden-sonuç ilişkilerindeki süreci sadece madde gözüyle gözlemleyip, akıl gözünü kullanmayı bırakırsak, böyle akla ziyan görüşler ortaya çıkıyor.

Görebilmesi sınırlı olan gözlerimizin olduğunu hatırlayalım. O zaman akıl gözüne ihtiyacımızın olduğunu anlarız. Çıplak gözümüzle göremediğimiz halde radyo dalgaları ve televizyon dalgaları, röntgen ve X ışınlarının bir fayda sağlamak üzere etki edebildiğini akıl gözümüzle gördük. Bilimsel olarak tespit edilemesede ve laboratuvarda deneylenmemiş olsa da, bazı karadeliklerin, gezegenlerin daha olduğuna inanıyoruz. Biz, akıl gözümüzle buna inanırız. İnsan aklı böyle çalışır.

Akıl böyle çalıştığından, evrende bir düzen olduğu inancına kani olunur. Bu tür akli çıkarımlara olan inançlarından dolayı zaten bilim yapabilir. Natüralistlerden dürüst olanları, bilim yapabilmek için 6 inanç olduğundan bahseder. Aşama aşama bu deneylenmemiş inançlarla hipotezler, teoriler, kanunlar açığa çıkartılır.

Evrenin tamamına bakıp her yerinde düzen olup olmadığına bakmak imkansız olduğundan, evrende gözlemlenebilen düzenli işleyişlerden dolayı, evrende düzen olduğu inancına kani olarak bilim yapılabiliyor. Evrenin gerçek olup olmadığı hususu, evrenin her yerine bakılmadığı için bir inançtır. Evrenin gerçek olduğu inancıyla bilim yapılabiliyor. Natüralistlerden dürüst olanlar, Evrende düzen ve evrenin gerçek olduğu inancı gibi bazı inançların  kabulüyle bilim yapılabildiği belirtiyor. İnançsız olan pek çok natüralistin bu konudan haberi yok.

Birbirlerini tanımayan cansız, ilimsiz, iradesiz atomların nasıl olurda birbirleriyle temasa geçerek, nasıl olurda böyle güzel neticeler ortaya koyabildiklerini yorumlamaya dair, yapacağınız her açıklama birer inançtır. Evrendeki faaliyetleri sadece cansız, ilimsiz, iradesiz maddi sebeplere bağlayarak bir açıklama yapmakta bir inançtır. Hemde natüralist bir inançtır. Evrendeki faaliyetleri, birbirini tanımayan cansız, ilimsiz, iradesiz maddelere etki eden bir Yaratıcıya bağlamakta bir inançtır. Eğitim sistemimiz, bir öğrencinin bu iki ayrı inançtan hangisine inanacağını, öğrencinin kendi kararına bırakabilmesi gerekiyor.

İslam’a gönülden bağlı il ve ilçe milli eğitim müdürlerinin gayretiyle, MEB’de tabanda tavana kadar bu konuda güçlü bir ıslah çalışmasının başlatılması elzemdir. İl ve ilçe milli eğitim müdürleri, öğrenci ve velileri de arkasına alıp, onlardan imza toplayarak MEB’a bu konuda başvuruda bulunulması zorunludur. İnançsızlığa bir nebze de olsa gem vurarak, dini yaşama son derece önemli bir katkı sağlanmış olacaktır.

Okullarda, öğrencilere naturalist felsefe inancıyla bilim anlatıldığı dürüstçe söylense ve Yaratıcı tarafından sebep-sonuç ilişkisine etki edildiğine inanılan böyle bir inancında olduğu söylense, daha dürüst bir eğitim sistemi olmuş olurdu. En azından bu dürüstçe ifadeler ders kitaplarında yer almalıdır.

MEB’nın onayıyla basılmış ilkokul kitaplarında bile yağmurun, doğanın işleyişiyle kendiliğinden gerçekleştiği şu şekilde bahsediliyor:

“Yeryüzündeki sular, Güneşin ısısıyla buharlaşır, gökyüzüne doğru yükselir ve bulutları oluşturur. Bulutlarda biriken suların yeryüzüne düşmesi ile yağmur oluşur. Kar ise, su buharlarının havada donarak beyaz tanecikler haline gelmesiyle oluşur ve yeryüzüne iner.”

Görüldüğü üzere, doğa ve doğadaki işleyiş (haşa) Yaratıcı yerine konuyor, doğadaki düzeni sağlayan bir Yaratıcı olduğu inancı yok edilmeye çalışılıyor.

Hiçbir insan müdahalesi olmayan, apaçık bir ilahi ayet olan yağmur hadisesine böyle bir yamuk bakış açısıyla bakılıyor. Böylece deistliğe kapı aralanıyor. Küfrün batıl argümanlarıyla zihni daha çok bulandırılan, bu seferde Ateist veya Agnostik olunuyor.

Peygamberimiz (a.s) zamanındaki müşriklerin, Allah’a olan inançlarından şirki çıkardığımızda geriye kalan Allah’a olan inançları, günümüzdeki pek çok Müslümandan daha iyiydi. O zaman ki müşriklere yağmurun nasıl yağdığı sorulduğunda, yağmuru Allah’ın yağdırdığını söylüyorlardı. Lat, Uzza olmasa yağmur yağmaz diye şirk cümlesini de yanına ekliyorlardı. Ama yağmuru Allah’ın yağdırdığını en azından kabul ediyorlardı.

Günümüzdeki bir Müslümana, yağmur nasıl yağıyor diye sorulunca,”kuzeyden gelen rüzgarların ve alçak  basıncın etkisiyle, bulutlardaki su damlacıkları soğuk hava tabakasıyla karşılaşarak yağmura dönüşür” diye anlatır. Yağmurun nasıl yağdığını, Rabbimize hiçbir atıf yapmadan anlatır. Hava durumu bültenleri izleyen hiç okul okumamış birine sorulduğunda da aynı cevabı verebiliyor. Etrafımızda bizi kuşatan küfür cümleleri dolaşıyor.

 Evrene ve evren içindeki her şeye müdahil bir Yaratıcı yerine, Yaratıcıdan kopuk bir anlayışıyla bilim anlatılarak okullarda, ateizm ve deizm propagandası her daim  yapılmaya devam ediyor. Toplumun her katmanında bu propagandanın etkileri görülüyor. Bir de bunun üzerine teknolojinin, konformizm ve modernizmin bazı olumsuz etkileri ilave olduğunda, Yaratıcıya olan ihtiyaç her geçen gün azalarak, dine bağlılık zayıflayıp, giderek yok oluyor.

Hiç okul okumamış bile aşı vurdurduğunda, Allah’ı hesaba katmadan, hastalıktan aşının koruyacağına inanıyor. Etrafta küfür cümlelerin dolaşım hızı giderek artıyor. Bu tür batıl ön kabullerle, Kur’an-ı Kerim meali veya tefsiri okusalar da, ayetlerde Rabbimizin neyi kastettiği, muradı hakkıyla anlaşılamıyor. Uzak bir Allah inancı, (haşa) rol modelliği sona ermiş uzak bir peygamber inancına da sebep oluyor. Kaderi ve melekleri farklı yorumlamaya kadar iş gidiyor ve büyük bir sapma oluşuyor. Akabinde Allah’ın hükümlerini bu batıl perspektifle, korkusuzca yorumlama yarışına girilmesi gündeme geliyor.

 Rasulullah’ın öğretisine göre, vahye dayalı bir biçimde toplumu bilinçlendirme seferberliği yapılmazsa, hak olanın yerini bu şekilde batıl dolduruyor.

 Zihinlerinde oluşan sorulara hak olan cevapları bulamayanlar, bilim üzerinden yapılan materyalist bir inanca dayalı yorumları, modernist düşünceyi baz almaya başlayarak taklidi imanları kalmayabiliyor ve basitçe küfre girilebiliyor.

Batıl inançların olduğu, natüralist ve modernist eğitim sistemimizle yetişmiş bazı müslümanların, zihinlerinde ve kalplerinde nasıl bir bulanıklığın oluştuğunu daha yakından görmeye çalışalım:

Evrimci teist olan bir Müslüman, “Allah insana güç (pazı gücü) verdiğine göre, atomlara ve moleküllere de bir güç vermiş olamaz mı?” diyebiliyor.

Fakat, Allah’ın insana verdiği güç emanettir. İnsana ait değildir. İnsandaki güç, zahiren (görünen) bir perdedir. Perdenin ardında, insan bedenindeki her işleyişi anlık olarak yaratarak, insanın asla sahibi olmadığı emanet bir gücü anbean kullandıran, mutlak güç ve kudret sahibi var. Mülkün gerçek sahibi, herhangi bir hastalığı veya yaşlılığı yaratarak, insana emanet verilmiş gücü, azaltabiliyor. Güç ve kuvvetin mutlak olarak kime ait olduğu ortaya çıkmış oluyor.

Allah tasavvurunu öğreten Rasulullah’ın, Kur’an’daki kevni ayetleri anlamlandırma usulünden yararlanmak yerine bozuk bir Allah inancına göre kevni ayetleri anlamlandıran evrimci teist olan bu Müslüman, bazı ayetleri batıl inancına delil olarak kabul edebiliyor…

“Biz de dedik: Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve selametli ol!” (Enbiya suresi 69.ayet)

Sözünü ettiğimiz evrimci teist olan bu Müslüman bu ayeti, “Allah ateşe yakma! dedi ve ateş yakmadı. Ateşe bu emir verilmeseydi, ateş İbrahim’i yakacaktı. Yakma! emriyle ateşin yakmasına engel olundu. Demek ki, ateşin yakma gücü var”, diye yorumladığını belirtiyor.

Halbuki ayetlerde ilahi muradın ne olduğunu bize öğretip, teyit eden Rasulullah’ın öğretisine göre, Rabbimiz ateşe her defasında yak! emrini verdiği için ateş her defasında yakabiliyor. “Kün fe yekün” hakikati buna işaret eder. Rabbimiz ateşe yak! dediği için yaktığı gibi, yakma! deyince de yakmamış oldu. Dolayısıyla ateşin bir gücü yoktur.

Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu tesbih eder; O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların tesbihini anlayamazsınız. O halimdir, bağışlayıcıdır. (İsra suresi 44.ayet)

Evrimci teist olan bu Müslüman, bu ayeti de kendi inancına göre yorumluyor. Bu ayetten, atomların bir bilinci olduğu sonucunun çıkacağını belirtiyor.

Fakat, evrendeki canlı ve cansız bütün varlıklar, Allah’ın emirlerine boyun eğmiştir. Yüce Allah mülk sahibi olduğundan, dilediği gibi her varlıkta tasarrufta bulunur. Canlı ve cansız her şey,  tam bir teslimiyet içerisinde itaat ederek sahibinin emirlerine boyun eğmiştir. Onların tesbihleri, zikirleri bu teslimiyetleridir.

Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye: “İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin.” dedi. Her ikisi de: “İsteyerek geldik” dediler. (Fussilet suresi 11.ayet)

Evrimci teist olan bu Müslümana göre bu ayet, maddenin kendine has bir gücü ve bilinci olduğuna delildir.

Halbuki mülk Allah’ındır. Rabbimiz, böyle bir çağrıda bulunup, maddenin emrine itaat edip, isteyerek geldiğini bize anlatarak, maddenin anlık ilahi emirlere uymayı istememe ihtimalinin olmadığını gösterir. Maddenin hakim değil de, mahkum olduğuna işaret eder.

Atomlar ve moleküller, düzeni koyana boyun eğmiş bir mahkum konumundadır. Hem mahkum hem hakim olamayacağından, hakim konumda da değildir. Her çeşit madde, kendisini ilgilendiren herhangi fayda veya zarara engel olamaz. Aynen putlar gibi… Atomlar zaman içinde enerji kaybına uğrayabiliyor. Atomun bilinci, kudreti ve iradesi olmadığından kendisinden bomba üretilmesine, kendisinin insanlar tarafından parçalanmasına, kara delikler tarafından yutularak, yok olmasına hiçbir zaman engel olamıyor. Atomlar kendi iradesi ve gücü olmadan çalıştırıldığından, “artık ben çalışmayacağım” da diyemiyor. Dolayısıyla anlıyoruz ki, hiçbir nedenselliğin gücü yoktur.

Nedenselliğe güç atfedilemeyeceği hususunu biraz açmam gerekiyor… Her işte, hakiki sebep vardır, birde zahiri sebep vardır. Bir perde olan zahiri sebebin muktedir olmadığını daha önce defalarca delilleriyle bahsettim. Perdenin ardında, hakiki sebep olan Allah (c.c) var. Zahiri sebep muktedir değilse, o zaman fiillerde görünen nedenselliği, zahiri sebeplere bağlamanın bir anlamı yoktur. Zahiri sebep yapamıyorsa, zahiri sebep yerine hakiki sebebin asıl sebep olduğunu vurgulamalıyız. Nedensellik sadece adetullahtır. Dolayısıyla nedenselliğin hiçbir gücü yoktur.

Rahman suresi 29.ayette, “O her an yaratma halindedir” diye buyruluyor. Kur’an-ı Kerim’de  “biz yaptık” diye  pek çok ayet vardır.

Kur’an-ı Kerim’in ve Allah Rasulünün perspektifinden, kainata ve insana bakılmazsa bu ayetler yanlış anlaşılır. Yamuk bir bakış açısıyla Kainat ayetlerine bakılması yüzünden, tefsir okunsa bile Kur’an yanlış yorumlanıyor. Bunda dolayı hevasından konuşmayan ilahi bir rehber (peygamber) gereklidir. Doğru anlama zinciri kopunca, batıl düşüncelerin ardı arkası kesilmiyor.

Anlaşılan o ki, kainatı doğru tanımlayan ilahi bir kitap olan Kur’an-ı Kerim’i, hiç şüpheye ve hatalı yorumlamaya mahal vermeyecek şekilde açıklayan, ikna edici ilim ve hikmet dolu bir muallim gereklidir. Doğru anlayıp, anlamadığımızın sağlamasını yapmak için bu zorunlu bir ihtiyaçtır. Anlaşılan o ki, Kur’an-ı Kerim’i doğru yorumlayarak kainatı okuyan, açıklayan ve ikna edici bir muallim peygambere ihtiyaç var.

Yaratıcının hayatımızdaki anlık yaratışına ve korumasına (müdahil oluşuna) ikna olmamış evrimci teist olan bu Müslüman, kıyamete kadar her an ilahi lütuf olarak muallimliği korunan bir peygamberimiz olduğu konusunda da tabii ki ikna olmayacak, olmuyor da… Uzak bir Allah inancına sahip böyle birinin, (haşa) “postacı” hükmünü vereceği kendisinden uzak bir peygambere inanması da kaçınılmazdır.

Suat Altınbaşak

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.