islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5622
EURO
34,7286
ALTIN
2.486,36
BIST
9.524,59
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
16°C
İstanbul
16°C
Az Bulutlu
Cuma Hafif Yağmurlu
14°C
Cumartesi Açık
20°C
Pazar Az Bulutlu
21°C
Pazartesi Az Bulutlu
20°C

“İSLAM’DA CARİYELİK VAR” DEMEK KULAĞA HOŞ GELMESE DE…

“İSLAM’DA CARİYELİK VAR” DEMEK KULAĞA HOŞ GELMESE DE…
12 Ağustos 2022 10:47
A+
A-

11 Ağustos sabahı Emirgan camiinde kıldığım  sabah namazından sonra mutadım üzere Mirat Haber’imizde yayınlanacak yazılara bakarken doğrusu hiç beklemediğim bir yazı ile yani Murat Kayacan hocamızın  “İslam’da Cariyelik Yok.” Demek Kulağa Hoş Gelse de” başlıklı yazısı ile karşılaştım.

Yazı bizim Kur’an ve Sünnet Işığında Cariyeler ve Sömürülen Cinsellikleri” isimli kitabımızla ilgiliydi.

Murat Kayacan hocamız yazısına şu vefakâr cümleleriyle başlar :

“İlahiyatçı yazar Ali Rıza Demircan’ı gençlik yıllarımdan biliyorum. Maşallah hâlâ ilmî heyecanını kaybetmedi. Okuyor, yazıyor, Müslümanca gündem oluşturmaya çalışıyor. Bu yazıda onun Kur’an ve Sünnet Işığında Cariyeler ve Sömürülen Cinselllikleri adlı kitabın yaklaşık ilk 50 sayfası bağlamında birtakım değerlendirmelerde bulunmak istiyorum. Amacım yaygın kanaatin aksine bir yaklaşım sergilenen eserin tartışılmasına katkı sunmaktır.”

Hocamızın yazısı kendi ifadesiyle kitabın ilk 50 sayfasıyla ilgiliydi ama kitabımızın bütünü hakkında –dolaylı olarak da olsa– görüş içeriyordu.

Murat Kayacan Hocamız

Murat Kayacan hocamız takdir ettiğim bir ilim adamı olduğu için kendisine Mirat Haber’de yazması ricasında bulundum. Lütfedip  kabul buyurdular ve yazılarını ilgiyle takip ediyoruz.

Bir iki yıl önce Erdem Uygan kardeşimiz Mustafa İslamoğlu’nun meali ile ilgili yazdığı eleştiri yazısını yayınladığımızda yazının altına not düşmüş, ilmî tenkitlere açık olduğumuzu, kitaplarımızla ilgili yapılacak ilmî eleştirileri de bila tereddüt yayınlayabileceğimizi açıklamıştım:

Murat hocamızın yazısı benimle ilgili olmayıp herhangi bir düşünce adamı ve araştırmacı yazar ile alakalı olsaydı yazıyı yayınlatmazdım. Çünkü bana göre henüz ana konuya girilmediği ilk elli sayfası okunan bir kitap hakkında eleştiri yapılamazdı. Hocamıza saygıyı öne aldık.

Kitabımız 320 Sayfa ve Yedi Bölüm

Kitabımız metin olarak üç yüz küsür sayfa ve yedi bölümden oluşuyor. İlk bölüm 54 sayfa olup genel bilgileri ve yapılan kavram çalışmasını içeriyor.

Yaklaşık 15 sayfalık kavram çalışmamızda  konumuzla ilgili Kur’ân’da yer alan abd-ibad, eme-ima, mameleket-feteyat, rekabe-rikab ve  esir gibi kavramlar yanısıra Sünnette yer alan ‘âni, hadım, ğulam, rekik, velîde ve cariye gibi kavramlara da açıklık getirilmektedir, Ayrıca Kur’ân ve Sünnet’te müştereken  geçen rab, seyyid, mevla  kavramları da kısaca izah edilmektedir.

Görüleceği üzere Murad kardeşin eleştirileri yaklaşık 15 sayfa üzerine. Ama genel hüküm ihsas eden yazı sınırlarını açıyor. Görelim:

1.) Yazara göre ğulam ve rakîk kelimeleri köleleri ifade etmek için kullanılır. Benzer şekilde velide kelimesi, cariye için de kullanılır (s. 50).

Bu kavramlar ve özellikle baştaki iki kavram aslında ana konumuzla ilgili değil. Anlamları  “Bana göre de   değil” kaynaklara göre, ifademiz şöyle:

Ğulam: Kur’ân’ın doğumundan ergenlik öncesi dönemine  kadar çocuk manasına kullandığı Gulam’ı Sünnet çocuk ve esir/köle manasına kullanır. (Buhari ‘Itk17)

Rakîk: Peygamberimiz cahiliye döneminden müntakil köleler için Rakîk kelimesini kullanarak şöyle buyurur:

( Mal değil insan oldukları için) Rekîklerden ötürü zekât yükümlülüğü yoktur.” ( Ebu Davud, hn 1319)

2.) Yazara göre imauküm (إِمَاۤىِٕكُمۡۚ)’daki küm zamiri ve “ibadiküm (عِبَادِكُمْ)”, ellerinde köle değil, esir bulunan devlet yönetimini işaret etmektedir (s. 48). Yazar, bu “işaret etmeyi” ne yazık ki temellendirmemektedir.

Bütün Siyer konuyu temellendirmektedir. Çünkü Peygamberimiz döneminde Medine İslam devletinin elinde köleler değil esirler olagelmiştir. Kaldı ki Kur’ân’daki bütün Abd ve İbad kelimeleri köle değil Allah’ın kulu/kulları manasındandır. Arab dilinde köleler manasına kullanılan çoğul ABÎD kelimesi kullanıldığı beş ayette de Allah’ın kulları anlamına istimal edilmiştir. Kur’an’da  Eme ve İma birer defa geçer. Peygamberimiz “La tedribû imaellah/Allahın kadın kullarını dövmeyiniz” buyurarak anlamı göstermiştir. Bütün mesele kavramlara Kur’an zemininde mana verilememesi ve esir ile köle arasındaki kitabımızda açıklanan  anlam farklarının dikkatten kaçırılmasıdır.

3.) Eserde İslam’da kölelik dışlanırken “esirlik” tercih edilmektedir. Bununla birlikte ayrım yapılırken köleliğin Kur’an’da olmadığı anlayışı sağlam temellere oturtulamamaktadır.

Bütün bir Kur’ân sisteminde var olan esirlerdir. Kur’anda köle ve hatta sırf köle manasına gelen bir tek kelime yoktur. Olmayan şey sağlam temellere nasıl oturtulabilir? Buradan bir daha dile getirmek istiyorum; Kurân’da köleliğin meşruiyetine dair bir tek delil getirilemez. Ama abd, eme, mameleket ve  rikab gibi  kavramlara köle manası verilirse kendimizi aldatmış oluruz.

4.) Sözgelimi “abd”in köle manasını da içine alacak şekilde kullanımının üçüncüsünün Bakara 178’de elif lamlı el-abdu العبد)) şeklinde olduğu ve orada abd kelimesinin, esir anlamına geldiği ifade edilmektedir (s. 46).

Mezkür ayetteki el-hür kelimesinin karşılığı olan el-abd  kelimesinin esir değil de  köle anlamına geldiğinin kanıtı nedir? Kur’ân’da esir hukuku var ama köle veya köle hukuku diye diye bir konu yoktur.

5.) Eserde önemli bir eksiklik, savunulan yaklaşımın Müslüman düşünce tarihinde yerine bir işarette bulunamamak şeklinde kendini göstermektedir. Hâlbuki yöntem olarak yapılması gereken şey, neyin İslam’da olmadığı savunuluyorsa bunun Kur’an’dan, sünnetten ve âlimlerin yaklaşımlarından hareketle söylenmesidir.

Önce şunu ifade edelim. Kardeşimiz ilk elli sayfa içinde yaklaşık 15 sayfasına değindiği kitabımız hakkında okumadan “Eserde önemli bir eksiklik” ifadesini nasıl kullanabiliyor?

Emevilerden bu yana bizim düşünce tarihimizde değinilmeyen ve örneğin yönetimde babadan oğula  intikal konusu gibi “meskütün anh” geçilen çok konu var. Kaldı ki  kitabımızın bütünü içinde delilsiz hiçbir beyanda bulunmadık.

6.) Yazar, İslam’da cariyeliğin olmadığını, onlarla karı koca ilişkisi kurmak için onlarla evlenmek gerektiğini söylemekte aksine bir araya gelmenin gayrimeşru olduğunu ileri sürmektedir. Bunu yaparken birtakım “muhtemel” anlamlardan söz etmekte sonra da bu muhtemel anlamları kesinmiş gibi kabul edip, tezini onların üzerine bina ederek sonuca varmaktadır. Bu yöntem ise onun tezini epeyce bir zaafa uğratmaktadır.

Aynı şekilde soralım kardeşimiz okumadığı kitabımız hakkında nasıl yargıda bulunuyor. Oysaki kitabımızın ana konusu budur ve konu farklı açılardan bakılarak Ku’ânî ve Nebevî delillerle sayfalarca sunulmaktadır. Biz de soralım esiri köle edinip yatağa almanın delili nedir? İslam’ın savaş esirliği sistemi Medeni Nisa, Enfal  ve  ve Muhammed sureleri ile oluşmuştur. Bizi yanıltan Mekke döneminde sahabiler arasında bile sürdürülen ama “illa maked selef olan” köle alım satımları olmaktadır.

7.) Yazar, “Sünnette kadın esir için kullanılan bir kavram da cariyedir.” (s.35) diyor ve cariyeyi köle kadın değil, savaş esiri kadın anlamında kullanacağını (s. 36) belirtiyor. Kullanımına saygı duymakla birlikte kitapta niçin bizim de cariyeyi savaş esiri kadın değil de köle kadın anlamında kullanamayacağımız kısmı ikna edici şekilde ifade edilmemiş.

İkna etmek diye bir zorunluk olmamakla birlikte kitabın bütünü içinde gerekli açıklamalar yapılmıştır. Biz de soralım, cariyeye köle kadın anlamı verileceğinin delili nedir? Burada kitabımızın 50. sayfasından  bir alıntı yapmakla yetinelim:

Câriye (جَارِية): Tarihî literatürümüze ve halk diline hâkim olan Câriye’nin çoğulu Cevârî’dir. Kur’ân’da esîr veya köle kadın anlamına kullanılmaz, yalnızca gemi mânasına kullanılır. (Ğaşiye 12; Hakka 11; Rahman 24; Şûra 32) Câriyeye bu isim, gençliğinden ötürü akan nesneler gibi hareketli olduğu için verilmiştir. Sünnet’te ise hür olsun veya olmasın genç kadın ve kız için kullanıldığı gibi Eme gibi esîr/köle kadın için de kullanılır. (Bak. Buhârî Itk 14; Nesâî Talâk 28; Müslim Nikâh 14,22, İ. Mace Hn. 1918)

Bu Kadarla Yetinelim

Bundan ötesi sayfalarca cevap vermeyi gerektireceğinden bu kadarla yetiniyor, ehl-i merakı kitabımıza havale ediyoruz:

Kardeşimiz Murat bey kitabımızın ilk elli sayfasını değerlendireceğini söylediyse de kullandığı  başlıkta bile bütünü hakkında ihsas-ı reyde bulunmaktadır. Gerçi şurada hata vardır denilmemektedir. Bana göre, karşıt delillerden çok geleneksel anlayışımızın daha doğru olabileceği peşin ve delilsiz yargısından hareket edilmektedir.

Hulasa Murat bey kardeşimizden Allah razı olsun. Lütfedip ilgi gösterdiler. Ameller niyetlere göredir. Ecrinin yüksek olmasını diler, kitaplarımızı eleştiri dahil  Mirat Haber yazılarına devam etmesini yürekten dilerim.

Önemli Not. İlahiyat akademisyenlerinden ricamız. Kitabımızı birlikte okuyup eleştiride bulunacak iki hocamıza talibiz. Makul bir ücret ödemeye de hazırız. Ekim ayında Vakfımız Ardev’de seçkin ilim adamları önünde yapacakları sunumu yazılı olarak yayınlayabileceğimiz gibi dilerlerse görüntülü olarak da neşredebiliriz.

Amacımız nefsimiz değil gerçeklerin tebeyyünüdür.

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.