islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5004
EURO
34,6901
ALTIN
2.496,45
BIST
9.693,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
19°C
İstanbul
19°C
Parçalı Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
21°C
Pazartesi Hafif Yağmurlu
23°C
Salı Az Bulutlu
24°C
Çarşamba Az Bulutlu
22°C

İSLAM’IN ÖZGÜNLÜĞÜ: BİR DİNLER TARİHİ PERSPEKTİFİ

İSLAM’IN ÖZGÜNLÜĞÜ: BİR DİNLER TARİHİ PERSPEKTİFİ

I. VAHDETİ TEVHİDE DÖNÜŞTÜREN İSLAM’IN TEOLOJİSİ EN SADE OLANDIR

Hz. Peygamberin (sav) tüm insanlığına bahşettiği en büyük katkısı, insanlığın gittikçe karmaşıklaşan ilah fikrini ve buna bağlı oluşacak dogmatik teolojiyi çok daha anlaşılır, daha kısa ve özet formuyla tebliğ etmesi ve bir şekilde anlatan ilahi ayetler getirmesidir. Söz gelişi İhlas suresi, müminlerin kalbine şaşkınlık veya kafa karışıklığı değil ihlas ve sükunet bahşeder. İslam’ın tevhid anlayışı monoteizmi de aşarak Tanrı’nın ne veya kim olduğu gibi fiziksel tanımlardan öte O’nun, tüm beşeri veya ontolojik sıfatlardan münezzeh oluşunda ısrar eder.

Daha mukayeseli bir ifadeyle İslam, Tanrısını tekeline alıp onu etnik bir kimliğe büründüren Yahudi monoteizminden veya Tanrısını tüm insanlara kurban/feda edici kılmak üzere parçalanmış üçlü ilahlar sistemine (teslise) dönüştüren Hıristiyan ilahi birliğinden uzaktır. Bilişsel bir mukayese ile Eşsiz Tevhid anlayışıyla İslam, Allah inancını, tüm batıl ilahları iptal ve ilga eden ve Hak olarak Allah fikrini izhar eden bir monoteizm tipolojisidir.

Hz. Peygamber göstermiştir ki Allah hakkında ne kadar az şey bilinirse insanların lehine, ne kadar çok şey bilinirse insanların aleyhinedir. Buna karşın Yaratıcı olarak Allah, ne kadar çok insandan bahsederse, insanı var eden otorite konuştuğu için insanlar için büyük bir lütuf olacaktır. Alemde fıtrat olarak var olan Vahdet fikrini büyük bir gayret, cehd ve tebliğ ile Tevhid’e dönüştürmek ve tüm insanlığa iletmek tüm müslümanların boynunun borcudur. Şeriat getiren Risalet ve Tevhidi özel vurgulayan Nübüvvet, Tevhidin en büyük tebliğci modeli olarak tüm müminler için Tevhid’in gerekli olan her yönüyle dinamik yaşanmış halini yansıtmaktadır.

Kutlu Nebi’nin (sav) risaleti, atası İbrahim (as) gibi tüm batıl putları yerle yekzan eden, Yusuf (as) gibi kardeşlerinden ihanet görse de davasından vazgeçmeyen, Davud (as.) gibi zırha bürünerek savaşan, Musa (as) gibi hicret eden, Yunus (as) gibi taşlansa da yürümesine yılmadan devam eden, Süleyman (as) gibi devletin başındaki teopolitik durumda hükmedici bir teslimiyete bürünen, İsa (as) gibi miraca yükselen kutlu bir yürüyüşün adıdır. Her Müslüman, muhavvid kimliğiyle Hz. Peygamberin siret ve sünnetinden parçalar taşımadıkça  O’na ait olamaz. Yine her müslüman, makro planda bir siyer-i nebi olan İslam Ümmetinin özel tarihine hayatını entegre  edip bütünleşmedikçe; ümmetin acılarını ve mutluluğunu paylaşmadıkça ona mensubiyette sorun yaşayacaktır.

II. RUHBAN SINIFI YOKTUR.

Antik dünyanın tüm inanç sistemlerinde tartışmasız ruhban sınıfı veya beşeri formuyla elit din sınıfı mutlaka mevcuttu. Belki de bu de facto durum gerekli idi; zira antik dünyada gelişmiş okul veya üniversite gibi örgün eğitim kurumları olmadığından bu görev “yürüyen medrese” hükmündeki inancın çekirdeğindeki bilgili insanlara yüklenmişti. Dahası dindarların metafizik ile bağını kurup geliştiren insanlara öğretenler rahiplerdi. İslam ise ruhban sınıfı ve tüm onların teopolitik otoritesini kaldırarak Allah ile kulları arasındaki aracı görevini somut insana değil soyut ilme, ilkelere ve spekülatif yüklemiştir. Metafizik bilgi, böylece Kur’an-ı Kerim’de soyut fikirlerle, rasyonel açıdan teşbihlerle en somut yaşanmış modellerle, hayatın içinden darb-ı mesellerle anlaşılacak ve zihinsel açıdan insan düşüncesinin gelişmesine katkı sağlayacaktır.

Nietim Kur’an, kadim milletleri, Yahudileri ve Hıristiyanları anlatırken öğretir ki zaman içinde masum duran ruhbanlar, güç haline dönüşen her türlü bilgiyi, hikmeti ve irfanı zamanla tekeline alırlar. İslam, ruhban sınıfının otoritesini kaldırmakla göstermiştir ki; Yahudi örneğinde olduğu gibi başlangıçta kendini Rabbe ait kılarak, O’na kendini hasreden “Ribbiyyun” zaman içinde  güç kazanarak Rab adına karar veren, nübüvvetin ölçütlerini belirleyen, peygamberleri yargılayan hatta öldürebilen yegane güç haline dönüşen “Rabbani Yahudilik” ile özdeş gören ve kendisine rabbi diyerek “Rablere dönüşen” bir elit sınıf ortaya çıkmıştır. Yine Hıristiyanlık’ta olduğu gibi başlangıçta tüm dünyadan sıyrılıp kendini göksel krallığa ait kılarak cileci manastır hayatına kapatıp uzlet içinde manevi arınmayla uğraşan Hıristiyan ruhban sınıfının hirerarşi kazanıp kurtuluş tarihine dönüşerek zaman içinde “Gökteki Peder adına” hüküm veren kutsal babalara dönüşmesi büyük bir ibretlik durumdur.

Hz. Peygamber, femomenolojik bir mukayese ile göstermiştir ki her yönüyle gerçek ilim, öncelikle hikmete bürünerek insanı fıtratına yaklaştırır. Rasyonel açıdan fıtrata uygun, dinin öz kanaklarından çıkan, tüm insanlara potansiyel olarak uyumlu bir ilim, Hakikat ve İrfan’ın odağındaki Hak Teala Allah’ a insanları yakınlaştırır. Aracısız, vasıtasız her doğru bilgi, insanı İslam’a yaklaştıran onun lehine ve onun adına  atılan büyük bir adım hükmündedir. Ruhbansız ilim ile donanmış ve Allah’a yaklaşan O’na köle olan insan, elde ettiği bilgi sayesinde hem manevi açıdan özgürleşir hem de maddi açıdan tüm varlığı özgürleştirir. Hz. Peygamber (sav), devrim niteliğinde bir anlayışla ruhban sınıfını şeriatında yer vermeyerek dinde ilahlaşabilme ihtimali yüksek olan insan unsurunu da yok etmiştir.

III. İSLAM, DİN İLE GELENEK AYIRIMI YAPMIŞTIR

Hz. Peygamber(sav), insanların oluşturdukları gelenek ile yaşanmış, denenmiş ve sağlaması yapılmış “gerçek din” arasındaki ayırımı yapmıştır. Gerçek ve ideal İslam, gelecekte, ütopyada değil geçmişte, insanlık tarihinde, en sade ve en güzel haliyle Asr-ı Saadet’te yaşanmıştır. Dahası “Din”, bizzat Kur’an’da bizzat Allah tarafından tanımlanmış ve ismi yine O’nun tarafından özellikle konulmuştur. Halbuki tüm diğer inanç sistemlerinde dinlerin mensuplarının verdiği isimler ya başkaları tarafından konmuş veya kendi evindeki isim farklı  başkaları tarafından farklı anlaşılmıştır.

Kur’an- Kerim, “boyun eğmek” kelime anlamıyla dinin en özel ismi (İslam) ile tüm insanların bildiği ve dinin en yaygın olan ve herkesçe kabul gören genel ismini “boyun eğmek” formuyla birbiriyle örtüştüğünü göstermiştir ve özel isim- genel isimlendirme tezatlığını ortadan kaldırmıştır. Dahası İslam haricinde din kelimesini tam karşılayan özgün bir terim insanlığın inanç sözlüğünde hiç yoktur. Söz gelişi çağdaş bir Hıristiyan, genel anlamda Tanrı’ya boyun eğerken özel olarak Hıristiyanlık adını alarak bu tezatlığı izhar edecektir. Bu haliyle İslam, bütün kültürlerin, geleneklerin ve inançların aslındaki, kökündeki, en orijinal haliyle tarihte yaşadıkları, zamanla kaybettikleri veya tahrif ettikleri hatta unutup unutturdukları mutlak erek olan Tek, Asli ve Ali bir boyun eğme formuyla inancın kendisidir.

Sonuçta Hz. İbrahim (as), Hz. Musa (as) ve Hz. İsa (as) gibi büyük peygamberler (Ulu’l-Azm), en somut haliyle insandaki dinamik formuyla fail olarak “müslim” kelimesini bilip yaşadıkları halde, “özgün bir öğreti”, “kurucu bir ilke” ve “metafizik bir kural” olarak onu “müteaddi bir mastar formuyla “İslam” terimine dönüştürerek ümmetine vaaz eden ve din için İslam’ı seçen Hz. Peygamber’e inzal olan Kur’an olmuştur. Nitekim insanlık tarihinde, hiçbir kültürel dini sistem için “din terimi” etraflıca tanımlanıp tarif edemezken, çağdaş din bilimlerinin yeni yeni anlamaya ve keşfetmeye çalıştığı değişik formlarıyla asırlarca önce Kuran ve sünnet, onu “hesap günü, borçlanmak, Yüce Varlığa bağlanmak, hesap vermek, boyun eğmek” gibi zengin anlamlarına halihazırda sahip olmuştu.

Prof. Dr. Mustafa Alıcı

ETİKETLER: ÜSTMANŞET
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.