islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5881
EURO
34,7593
ALTIN
2.507,05
BIST
9.693,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Yağmurlu
14°C
İstanbul
14°C
Yağmurlu
Cumartesi Parçalı Bulutlu
20°C
Pazar Az Bulutlu
21°C
Pazartesi Az Bulutlu
23°C
Salı Az Bulutlu
22°C

Kutsallaştırma Ve Aşırı Yüceltmenin Hafifliği

Kutsallaştırma Ve Aşırı Yüceltmenin Hafifliği

Milletlerin kaderinde peygamberlerin, âlimlerin, liderlerin, yöneticilerin, devlet adamlarının, savaşçıların, tabiplerin, kanaat önderlerinin, âkil insanların, âriflerin ve sanat erbabının çok önemli bir yeri bulunmaktadır. Sayılan şahsiyetler, toplumların görünen ve görünmeyen kahramanlarıdır. Zira Sonsuz Kudret Sahibi, onları insanoğlu için bir kurtuluş ve felah vesilesi/vasıtası kılmıştır.

Tanrı ve Yarı Tanrı Arayışları

İnsanoğlu, tarih boyunca bazı dönemlerde Yaratan’ı unutarak yeni “tanrı veya yarı tanrıların” arayışına girmiştir. Bu kurtuluş ve kurtarıcı arayışı; beraberinde kutsama, kutsallaştırma ve aşırı yüceltmeleri getirmiş; Hâkimler Hâkimi’nin kudret ve kuvvetine (haşa) ihtiyaç kalmamıştır (!) gibi bir algı oluşmuştur.

İslâm’dan önceki milletler Yahudi ve Hristiyanlar, kurtuluşu ve ilâhlığı, önce peygamberlerinde, sonra da din adamları haham ve keşişlerde (papazlarda) aramışlar ve onlara kutsiyet atfetmişlerdir. Allahu Teâlâ, onları Kelâm-ı Kadîm’inde şöyle uyarmaktadır:

Yahudiler, “Üzeyir, Allah’ın oğludur” dediler. Hristiyanlar ise, “İsa Mesih, Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkâr etmiş kimselerin söylediklerine benziyor. Allah, onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar!” (Tevbe, 30)

“(Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (Hristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i (İsa’yı) rabler edindiler. Hâlbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O’ndan başka tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır.” (Tevbe, 31)

İlâhî Sınırları Aşmak

Yaranmak, münafıkça davranmak, çıkar ve menfaati için övme ve yüceltmeler, beraberinde ilahî sınırları çiğneyerek/hadleri aşmayı ve şirkin ve küfrün vasıtası haline dönüşmeyi getirmiştir. Aşırı yüceltmeler ve ilahlaştırmalar, hakikî güç ve kudretin Gerçek Sahibi’ni akıllardan çıkarmakla sonuçlanmıştır.

“ ‘Hamd, çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, zillet ve acizliğin gerektirdiği bir yardımcıya ihtiyacı bulunmayan Allah’a mahsustur’ de ve O’nu tekbir ile yücelt.” (İsra, 111)
Bu marazî haller, Âlemlerin Rabb’inin gönderdiği Son Tebliğci Hz. Peygamber’in (s) geldiği İslâm ümmetine de zaman zaman bulaşmaktadır. Tevhid çizgisinin ruhanî sınırları içerisinde Müslümanlar, hakikat körelmesiyle karşı karşıya gelebilmektedirler. İslâm’ın ve Müslümanların geleceğini kişilere bağlamak ve onlarsız kurtuluşun mümkün olmadığı retoriği, Vahid’in vahdaniyetine halel getirmektedir.

Tevhid’in Son Peygamberi’ni (s) İncitmek

Bunun karşılığında başka cepheden bir akıl tutulması da, “âlemlere rahmet olarak gönderilen” Hz. Peygamber’in (s) ruhaniyetine ve mirasına yapılan saldırılar şeklinde tezahür etmektedir. Efendimize yönelik aşağılayıcı, tahkir edici, alaya alıcı, küçük düşürücü tavır, söz ve eylemler, “Müslüman şahsiyeti”yle/kimliğiyle bağdaşmaz.

Güya tevhidi, şirkin çirkinliğinden korumak amacıyla, Hz. Peygamber’e ve onun sünnetine saldırmak ve karikatürize etmek, Müslüman olanların düşeceği bir şaşkınlık ve dalalet değildir. Bunu yapanların, nefis ve egolarını aşırı yücelterek/tanrılaştırarak kendilerine “vahiy geliyormuş” gibi, kutsal elçiliğe soyunmaları gerçekten acınacak ve lanetlenecek bir durumdur.

Allah’ı Şahit Göstererek Benliklerini Yüceltenler

Bu şaşkınlara göre, ilahî hakikatler, yüzyıllarca hiçbir Müslüman âlim ve âkil tarafından anlaşılmamış veya yanlış anlaşılmıştır. Gerçekler bugün ancak onlar sayesinde ümmetin fertlerine ulaşmaktadır(!). Hakikatte nefislerini ve düşüncelerini/akıllarını kutsayanlar, Allah adına ve O’nu şahit göstererek benliklerini yüceltmenin dayanılmaz hazzını yaşamaktadırlar. Bu insanların genellikle başvurduğu retorik olan “Kur’ân’a göre, Allah’a göre” ifadelerinin ardında gelişmemiş ilkel düşüncelerini vahyin kendisi gibi göstermek şaşkınlığı bulunmaktadır.

Aşırı yüceltmeler; kibir, övmek ve övünmenin tabiî bir sonucudur. Hani Hz. İbrahim, babası Azer’e “sen putları ilahlar mı ediniyorsun? Doğrusu, ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum” (En’am Suresi, 74) sözleri, bu sapmaların ulaştığı son noktadır.

Tek ve En Büyük Güç Allah’tır

Tevhid Peygamberlerinin en büyük vazifesi, insanlığa Yaratan’ın, Tek ve En Büyük Güç olduğunu hatırlatmaktır. Nihayet Kâbe’deki putlar, insanı yüceltmenin tecessüm ettiği halin tasvirinden başka bir şey değildir. Makamlara, mevkilere, yöneticilere, mal ve mülke, paraya, şehvete, menfaate tapmak, Hakk’a ortaklar koşmakla sonuçlanmaktadır.

“Allah buyurdu ki: İki tanrı edinmeyin! O ancak bir Tanrı’dır. O halde yalnız benden korkun!” (Nahl, 51)

“Allah’ı bırakıp da, kendilerine göklerden ve yerden hiçbir rızık sağlayamayan ve buna gücü de yetmeyen şeylere tapıyorlar. Artık Allah’a (şanına uymayan) benzetmeler yapmaya kalkmayın. Çünkü Allah bilir siz bilmezsiniz.” (Nahl, 73-74)

Talep, dua, yakarış, beklenti ve yardım, yalnız Allah’ın varlığı ve vaadiyle gerçekleşir. Kişiler, gelip geçici, yani fânidir. Allah’ın dışındaki her şey O’nun dilemesiyle varlık kazanmıştır. Azaba ve cezaya uğramamak için, başka ilâhlara yakarışta bulunmamak ve karşılık beklememek Müslümanın şiarı ve itikadıdır.

Ümmetin Geleceğini Kişilere Bağlamak

Ümmetin akıbetini kişilere bağlayan ve onların varlığıyla var oluş, onların yok oluşuyla yok oluşun gerçekleşeceğini düşünenler, İlahî Kudret’i unutarak, şirkin sınırlarına doğru hareket ettiklerinin farkında değillerdir. Allah tarih boyunca, Kabil, Nemrud, Firavun, Karun, Haman ve Mekkeli müşrikler gibi zâlimlere karşı, Habil, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Yusuf, Hz. Musa, Hz. Süleyman, Hz. Davud, Hz. İsa ve Hz. Peygamber (s) gibi mücadele eden Tevhid elçilerini göndermiştir.

Dört halife, özellikle Hz. Ali, Selahaddin, Alp Arslan, Fatih, Kanunî, II. Abdülhamid (ve onları takip eden ümmetin liderleri) gibi karizmatik hükümdar komutanlar, zalimlere karşı, kurtuluş vesilesi olarak Yaratan’ın izni ve kudretiyle ümmete ve insanlığa barış ve huzuru getirmişlerdir.

Rahman Tevhid Ehlini Yalnız Bırakmaz

Tevhid mücadelesinin her döneminde, Hakk Teâlâ, Müslümanları ve tevhid ehlini ağır imtihanlarla sınamıştır, ama asla “yalnız bırakmamış”tır. Dolayısıyla yaratılmış akıl sahibi tüm varlıklar, fânilik âleminin sâkinlerinden başkası değillerdir. Mutlak Hayat Sahibi, Allah’tır. Hz. Ömer’in, Efendimiz Hz. Peygamber’in (s) vefatında gösterdiği tepki karşısında Hz. Ebu Bekr’in dediği gibi, “kim ki Muhammed’e (s) tapıyorsa, bilsin ki Muhammed (s) öl­müştür. Kim ki Allah’a ibadet ve kulluk ediyorsa, bilsin ki Allah, Hayy’dır, ölümsüzdür.”

“De ki: ‘Ben de ancak sizin gibi bir insanım’, (Ne var ki) bana, ‘sizin ilâh’ınız ancak bir tek ilâhtır’ diye vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa yararlı bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın.” (Kehf, 18)

Hakikatin Eşsizliği ve Azameti

Yine Hz. Ömer’in Hacerü’l-Esved’i öperken, “biliyorum ki, sen bir taşsın. Hz. Peygamber’in seni öptüğünü görmeseydim, seni öpmezdim” sözleri, ebedî ve bâkî olanın yalnız Allahu Teâla olduğunu bize hatırlatan nadide örneklerdendir.

Kutlu Elçi Hz. Peygamber’in (s) hakikati işaret eden şu sözleri, düşünenler için nice hikmetler barındırmaktadır:

“Şirk ümmetimde düz taşta karanlık gecede karıncaların gezinişinden daha gizlidir. Alameti, adaletsizlikten dolayı muhabbet ve adaletten dolayı da buğz etmektir. Ve Din, Allah için sevgi ve Allah için buğzdan başka nedir? Allah Teâla buyurdu ki: ‘Eğer siz Allah’ı seviyorsanız Bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin.” (A. Z. Gümüşhanevî, Ramuzu’l-Ehâdis, I, 215/16)

Nihayetinde imanın ölçüsü her his ve ameli Allah’a bağlamaktır. Hakiki iman alametleri “Allah için dostluk, Allah için düşmanlık, Allah için sevgidir.”

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.