islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5004
EURO
34,6901
ALTIN
2.496,45
BIST
9.693,46
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
19°C
İstanbul
19°C
Parçalı Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
20°C
Pazartesi Az Bulutlu
22°C
Salı Az Bulutlu
24°C
Çarşamba Parçalı Bulutlu
22°C

Modernizme karşı İslâmî tebliğ aklî mi kalbî mi olmalıdır?

Modernizme karşı İslâmî tebliğ aklî mi kalbî mi olmalıdır?

Prof. Dr. Ali Seyyar

Başta İslâm âlimleri olmak üzere Müslümanlar, dinlerini tebliğ etmekle yükümlüdür. Bu görevini layıkıyla yerine getirmeyen Müslümanlar, ahirette müşkül duruma düşebilir. Nitekim sahabi Hz. Ebu Hureyre, bizlere şöyle bir bilgi vermektedir: “Ashâb-ı kirâm arasında şu hakikati duyardık: Kıyamet gününde bir kişinin yakasına, hiç tanımadığı biri gelip yapışır. Adam şaşırarak: ’Benden ne istiyorsun? Ben seni hiç tanımıyorum ki!’ der. Yakasına yapışan kişi de şu cevabı verir: ’Dünyada iken beni hata ve çirkin işler üzerinde görürdün de, ikaz etmez, beni o kütüklerden alıkoymazdın.”[1]

Peki, modern dünyanın dayattığı rasyonel ve pozitivist görüşlerin etkisi altında kalan gâfil Müslümanlara, deistlere, ateistlere ve diğer din mensuplarına yönelik tebliğimiz nasıl olmalıdır? Şüphesiz ilk önce dikkat edilmesi gereken konu, herkesin eğitim, bilgi ve akıl seviyesine göre uygun ve yumuşak bir lisan ile konuşmaktır. Bunun önemini anlamak için Peygamberimizin (sav) hayatından bir misal verelim:

Bir gün Peygamberimiz (sav) Hz. Ebu Bekir ile baş başa sohbet ederken, yanlarına Hz. Ömer yaklaşır ve konuşanları dinler. Peygamberimiz (sav) ayrıldıktan sonra Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir’e sordu: “Siz Peygamber ile ne konuştunuz?” Hz. Ebu Beki şöyle cevap verdi: “Duymadın mı?” Hz. Ömer, “Duydum ammâ anlamadım” karşılığını verince Hz. Ebu Bekir tebessüm etti. Bunun üzerine Hz. Ömer, “Siz her zaman Peygamberimiz (sav) ile böyle mi konuşursunuz?” suali üzerine de Hz. Ebu Bekir, “Baş başa kaldığımız bazı zamanlar.” cevabını verir.

Buradan anladığımız kadarıyla Peygamberimiz (sav), Hz. Ebu Bekir ile “İnsanların akıl ve idraklerinin seviyesine göre konuşunuz” hadis-i şerif doğrultusunda aslında bir dâhi olan Hz. Ömer’in bile anlayamayacağı bir seviyede duyu, akıl ve tecrübe dışında bir konuşma yapmıştır. Bu konuşma, olayların içyüzüne vukufiyeti sağlayan ilm-i ledün çerçevesinde Rahmanî ilhamlara alıcı kalbe yönelik olduğu da söylenebilir. Dolayısıyla kalbî tebliğ, özellikle aklen yetinmeyen, manen sıkıntıda ve ruhen darda olan, manevî arayışlar içinde olan insanları rahatlatan bir irşat yöntemidir. Hakikaten imanın tesisinde esas ilke, akıldan ziyade tahassüs (duygulanma) merkezi olan kalptir. Gerçi akıl, sahibini din/iman sarayına kadar getirebilir. Ancak o sarayın has odalarına girmek, kalben akletmek ile mümkündür. Böyle olunca modernizmin materyalist kıskacında buhrana sürüklenmiş insanlarda merhamet, adalet duygusu, ilahî aşk ve muhabbet istidadı da gelişir.

Muhammed Hamidullah, Kalbî Tebliğin Önemine İşaret Ediyor

Urduca, Hintçe, İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, Rusça, Arapça, Farsça ve Türkçe bilen, 20. yüzyılın önde gelen İslâm âlimlerinden olan Prof. Dr. Muhammed Hamidullah[2] (1908-2002), kalbe yönelik tebliğin önemine binaen şu samimî sözleri çok manidardır:

“Benim yetişme tarzım akılcıdır. Hukukî çalışma ve incelemeler bana inandırıcı bir şekilde tarif ve ispat edilemeyen her şeyi reddettirmiştir. Muhakkak ki ben, namaz, oruç vs. gibi İslâmî vazifelerimi tasavvufî sebeplerle değil, hukukî sebeplerle ifa ediyorum. Kendi kendime diyorum ki: ‘Allah, benim Rabbimdir. Sahibimdir. O bana bunları yapmayı emretmiştir. O halde yapmalıyım. Bundan başka, hak ve vazife birbirine bağlıdır. Allah, bunları ben istifade edeyim diye bana emretmiştir; şu halde ben ona şükretmekle vazifeliyim.’

Batı toplumunda, Paris gibi bir muhitte yaşamaya başladığım zamandan beri hayretle görmekteyim ki, Hristiyanların İslâmiyet’i kabulü, onları İslâm’ı kabule sevk eden, fıkıh ve kelâm âlimlerinin görüşleri değil, İbn-i Arabî ve Mevlana gibi sufilerdir. Bu konuda benim de şahsî müşahedelerim olmuştur. İslâmî bir konuda benden bir izah istendiği zaman, benim verdiğim aklî delillerle dayanan cevap, soranı tatmin etmiyordu. Fakat tasavvufî izah meyvesini vermekte gecikmiyordu. Bu konuda tesir gücümü gittikçe kaybettim. Şimdi inanıyorum ki, (İlhanlı Devleti’nin kurucusu ve ilk hükümdarı: 1256-1265) Hülagu’nun yakıp yıkan istilârından sonra (İslâm’ın İlhanlıların resmî dini olmasını sağlayan hükümdar: 1295-1304) Gazan Han zamanında olduğu gibi, bugün de en azından Avrupa ve Afrika’da İslâm’a hizmet edecek olan, ne kılıç, ne de akıldır; fakat kalp, yani tasavvuftur.

Bu müşahededen sonra, tasavvuf konusunda yazılan bazı eserleri incelemeye başladım. Bu, benim gönül gözümü açtı. Anladım ki, Hz. Peygamber (sav) zamanındaki tasavvuf ve büyük İslâm mutasavvıfların yolu, ne kelimler üzerinde uğraşmak, ne de manasız şeylerle meşgul olmaktır; fakat insan ile Allah arasındaki en kısa yolda yürümektir, şahsiyetin geliştirilmesi yolunu aramaktır. İnsan, kendisine yüklenen vazifelerin sebeplerini arıyor. Manevî sahada maddî izahlar, bizi hedeften uzaklaştırmaktadır; ancak manevî izahlardır ki insanı tatmin etmektedir.” [3]

Modern dünyanın insanı, aydınlanma arzusuyla tam da rasyonel ve seküler akılcılığın yol açtığı nihilist karanlığın içinde psikolojik olarak âdeta boğulmaktadır. Zaten aklı yanlış kullanmaktan ötürü huzursuz olan modernist insana aklî izahlarla İslâm’ı benimsetmek, herhalde hayli zor olsa gerek. Ancak kalben akletmeyi yani nefsin ve dolayısıyla zihinde yerleşmiş olan bütün materyalist görüşlerin ve Bâtıl inançların tezkiyesini (temizlenmesini) sağlayan tasavvufî tebliğ, modern dünyanın çıkmazına karşı en etkili yöntem olsa gerek.


[1] Rûdânî; Cem’ul-fevaid: Büyük Hadis Külliyatı; (Çeviren: Naim Erdoğan); 5. Cilt; İz Yayıncılık; 2006; s. 384.

[2] Almanya’da Mannheim Üniversitesinde iktisat öğrencisiyken o zamanlar Fransa’da yaşayan Prof. Dr. Muhammed Hamidullah’a Almanca olarak kaleme aldığım ve İslâm’da siyasî partilerin konumu ile ilgili soru içeren bir mektup göndermiştim. Birkaç hafta içinde aldığım cevabî mektup da Almanca olarak yazılmıştı.

[3] Lahbâbî, M. Aziz; İslâm Şahsiyetçiliği, (Tercüme: İ. Hakkı Akın); (Dipnot 8: Hamidullah’a ait 1967 tarihli mektup); Yağmur Yayınları; İstanbul; 1972; ss. 114-115.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.