Ümmet-i Muhammed/Millet-i İbrâhîm sıfatlarıyla şereflenmiş Mü’min/Mü’mine Muslimanlar olarak çok sıkıntılı bir dönemden geçmekteyiz. Hem dünyada, hem de seçim öncesi Türkiyemizde…
Bu sıkıntılı dönemin hakkıyla üstesinden gelebilmek için öncelikle birbirimize sımsıkı kenetlenmek durumundayız.
Ama nerdeeee…
Akıllara durgunluk veren, dudak uçuklatan bir bölünmüşlük, dahası paramparça olmuşluk hâli içinde çırpınıp-debelenip duruyoruz!
Oysa ALLAH’ımız, celle şânuhu, mubârek el-Enfâl sûresinin 73. âyet-i kerîmesinde Hakk ve Hakîkat’in işleyişini apaçık koyuyor önümüze:
Bismillahirrahmânirrahîm… Ve andolsun ki, Hakk ve Hakkîkat’i bildikleri halde onu, üzerini örtmek sûretiyle hem kendilerinden hem de başkalarından gizleyerek Hakk ve Hakîkat’in inkârına yol açmayı benimseyip bir hayat tarzı hâline getirmiş olanlar [الَّذٖينَ كَفَرُوا] birbirlerinin karşılıklı sorumluluklarını titizlikle gözeten, her şart altında ve her zaman güvenilen, hakîkî, hâlis ve en yakın dostlarıdır [بَعْضُهُمْ اَوْلِيَاءُ بَعْضٍ]. Siz de, ey Mü’min/Mü’mine Muslimanlar, birbirinizin karşılıklı sorumluluklarını titizlikle gözeten, her şart altında ve her zaman güvenilen, hakîkî, hâlis ve en yakın dostları olmazsanız yeryüzünde çetin bir sınav, “ateşle imtihan” [فِتْنَةٌ] yaşanır ve andolsun ki, hayatın her alanında çok büyük bir yozlaşmanın her türlüsü [فَسَادٌ كَبٖيرٌ] meydana gelir!
Hani mubârek Kur’ân hayat rehberimiz, yol göstericimizdi?
Hâlâ hakkıyla yararlanmayacak mıyız ondan?
Hele şu mubârek Ramazan ayında, mubârek Kur’ân’la yeniden yüzleşerek bize bildirdiklerinden unutmuş olduklarımızı hatırlamamız, eksiklerimizi gidermemiz, kendimizi bu bağlamda daha da geliştirmemiz, bilincimizi iyice bilememiz gerekirken?
“Mukabele” tam da bu değil mi?
Oysa biz, nicedir o muhteşem “mukabele” eylemini ALLAH’ımızın, celle şânuhu, kelâmını hakkıyla anlama cihâdına sıvanmak amacıyla anlayarak okumak yerine, içeriğinden ve aslî amacından tamamen soyutlanmış “günde bir cüz hızı” ile gerçekleştirilen bir “yüzünden okuma ritüeli”ne indirgedik!
Gel de şaş, hâl-i pür melâlimize!
Ümmet-i Muhammed/Millet-i İbrâhîm sıfatlarıyla şereflenmiş Mü’min/Mü’mine Muslimanlar olarak ne oldu bize de içinde çırpınıp-debelenip durduğumuz o akıllara durgunluk veren, dudak uçuklatan bölünmüşlük, dahası paramparça olmuşluk hâline düştük?
Yegâne hayat rehberimiz olan/olması gereken mubârek Kur’ân ona bu konuda başvurduğumuzda, Hakk ve Hakîkat’i apaçık seriyor gözlerimizin önüne!
Burada ayrıntılı bir şekilde ele almam mümkün olmadığı için yalnızca bir özet bilgi paylaşacağım sizinle. Ama bu özet bilgiyi hangi mubârek âyet-i kerîmelere dayandırdığımı da, merak edenler gidip bakarlar umuduyla, arz edeceğim.
Vira Bismillah!
ALLAH’ımız, celle şânuhu, insanlara Hakk ve Hakîkat bilgisini ve bir araya getirilmiş hükümlerini (el-kitâb) Hakk ve Hakîkat’in, onu apaçık açıklayıp apaçık anlaşılır hale getiren apaçık delilleriyle birlikte hedefine-amacına ulaşacak şekilde bildiriyor.
İnsanların bir kısmı, Hakk ve Hakîkat’i görüp anladıkları halde, onu, besbelli ki hiç işlerine gelmediği için, üzerini örtmek sûretiyle hem kendilerinden hem de başkalarından gizleyerek Hakk ve Hakîkat’in inkârına yol açıyor.
İnsanların bir kısmı da Hakk ve Hakîkat’e îmân edip Mü’min/Mü’mine Muslimanlar oluyor.
Ancak bu Mü’min/Mü’mine Muslimanlar bir süre sonra Hakk ve Hakîkat’in bildirdikleri, daha doğru bir deyişle Hakk ve Hakîkat’in bildirdiklerinin hayata nasıl geçirileceği konusunda farklı görüşler oluşturuyorlar…
Bunun sebebi açıktır: Hakk ve Hakîkat her zaman, her yerde, her şart altında ve herkes için geçerli bir varoluş şekli içerdiğinden, elbette ki farklı uygulama şekillerinin ortaya çıkmasına elverişli, bu imkânı veren bir esnekliğe sahip olacaktır, olmak zorundadır. Bunların hepsi de Hakk ve Hakîkat’in bildirdiklerini ve verilerini özlerinde taşıdıkları, Hakk ve Hakîkat bilgisiden kaynaklanıp ondan beslendikleri, dolayısıyla da Hakk ve Hakîkat temeline dayandıkları sürece Hakk Dîn’in imkân verdiği “esasa ilişkin olmayan yorum farklılıkları” sağlayan “açılım dinamikleri”dir. Nitekim İslâm hukukunun en önemli temel eserlerinden olan Mecelle’de[1] yer alan “ictihâdla ictihâd nakzolunmaz”, yâni “bir müctehidin ictihadı, diğer müctehidin ictihadını hükümsüz kılamaz. hatta bir müctehidin yeni ictihadı eski ictihadını hükümsüz/geçersiz kılmaz” ilkesi/kuralı da bu olgudan kaynaklanmaktadır.
Buna rağmen Mü’min/Mü’mine Muslimanlar “esasa ilişkin olmayan yorum farklılıkları”nı yararlı ve değerli “açılım dinamikleri” olarak görüp değerlendirmek yerine aralarında onlar hakkında ihtilâfa düşüyorlar, yâni tartışıp çekişmeye başlıyorlar. Bu tartışmalar bağy, yâni “kendini üstün görmekten kaynaklanan aşırı bir taşkınlık sergilemek” şekline dönüşünce de “aynı ortak paydanın, yâni Hakk Dîn’e îmânın, bir araya getirdiği tek bir topluluk, bir bütün” olan izzetli Ümmet-i Muhammed’in mensupları bir bölünüp parçalanma sürecine giriyor!
Bu sürecin işleyişi, mubârek Kur’ân’ın bildirdiğine göre aynen şöyle:
Ama şimdi dikkat buyurun! Mubârek Kur’ân’dan öğrendiğimize göre
müşriklere, yâni “ALLAH’ın dışında ve/veya ALLAH’ın, yanısıra ilâh olarak benimsedikleri ya da ilâhlaştırırcasına yüceltip kutsadıkları birtakım kişilere, güçlere ya da kurumlara kulluk edenlere” özgü bir durumdur!
EYVAHHH!
Peki ne yapmamız lâzım?
Bunu, yine mubârek Kur’ân’da bildirilenlerden yola çıkarak bir sonraki yazımda paylaşacağım sizinle İNŞAALLAH!
Şimdi, söz verdiğim üzere bölünmüşlük-parçalanmışlık konusundaki Hakk ve Hakîkat’i bildiren mubârek âyet-i kerîmeleri, iniş sıralarına göre arz ediyorum.
O muhteşem “mukabele eylemi” cihâdına hakkıyla sıvanmaya vesîle olur diye!
[1] Mecelle–i Ahkâm-ı Adliye veya kısaca Mecelle, 1868-1876 yılları arasında Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki bir komisyon tarafından derlenen İslami özel hukuk (medeni hukuk) kurallarının onaylanmış kaynak kitabıdır.