islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
15°C
İstanbul
15°C
Az Bulutlu
Pazartesi Az Bulutlu
17°C
Salı Hafif Yağmurlu
17°C
Çarşamba Az Bulutlu
19°C
Perşembe Az Bulutlu
20°C

SEKÜLER BATI BÂTILA GÖMÜLÜYOR!

SEKÜLER BATI BÂTILA GÖMÜLÜYOR!

Çok yazdık konuştuk. Batı 18. asırdan itibaren sanayileşmeyle dine mesafe almaya başladı. Ve ilerleyen yıllarda bu daha da radikal tavırlara dönerek, ‘Sekülerizm’ dediğimiz ‘Dindışı’ hayatı doğurdu. Nasıl oldu bu?

Önce, bugün böyle bir meseleyi niye ele aldım? Sebebini arz edeyim:

Elimde bir kitap var; ”Dinin Geleceği”(*) adını taşıyor. İlahiyatçı Prof. Dr. Ali Köse yazmış. Merakla sayfalarını açtım okudukça, sanki aradığını bulmuş bir defineci gibi sevindim. Köse, bize bizi anlatmıyor, bize Batıdaki manevi çöküşün o dramatik hikâyesini anlatıyor. Üstelik bunu da Batılı aydınların diliyle veriyor. Kitabı ilginç kılan tarafı burası!

Ali Köse, işin memnuniyet verici tarafı, doktorasını Batı’da yapmış. Ama oralara giden bazıları gibi Batılının cazibesine kapılarak kimlik krizine girmemiş bir dil kullanıyor.

Sebep ve sonuç ilişkisi bakımından kitabın ana teması; sekülerleşen Batılının modernleştikçe dinden uzaklaştığı görüşüne dayanıyor. İyi ama niçin sekülerleşiyor? Bunu hayatın modern eğilimlerinin girdileriyle sınırlamak gerektiğini düşünmüyorum.

Batı akla yönelince kendisini bağlayan dini değerleri sorgulamaya başladı. Kilisenin topluma telkin ettiği din anlayışı toplumun yeni yaşama biçiminde yönlendirici rol üstelenemedi. Geçmişten beri var olan; ‘Teslis, Vaftiz, İkona, Çarmıh, Günah Affı, Bilimi Ret’ gibi akla aykırı birçok dini ritüeli düzeltme yoluna gitmek yerine, buna karşı sorulara kilise babaları tarafından tavır alındı.  Mesela tanıştığım bir Hıristiyan aydına şunu söyledim:

“Tanrı’yı öldürünüz, ama onu hala kutsuyorsunuz?”

“Olur mu öyle şey, ölmüş bir Tanrı olur mu?”

“İyi ama (Hz.) İsa’yı Tanrı’nın oğlu olarak görüyorsunuz. Öyle değil mi?”

“Evet, öyledir.”

”E, peki Hıristiyanlığı tarihi boyunca sembolleştirdiğiniz, ikonalar haline getirdiğiniz Çarmıhtaki İsa figürü neyi ifade ediyor? Bu tablolarını ve davranışlarınızda (Hz.) İsa’nın öldürüldüğünü kabul etmiyor musunuz? Tanrı öldürülür mü bir, öldürülmüş bir Tanrı’ya tapınma olur mu iki, ne dersiniz bunlara? Bu, semavi dinlerdeki Tanrı realitesiyle örtüşür mü üç?”

Muhatabım durdu, yüzüme anlamsız, bir şekle baktı ve beni cevapsız bırakmamak için çaresizliğinin hüznü içinde:

“Maalesef bunları hiç düşünmemiştim”, karşılığını verdi.

Bir ara, Batı’da İslam’ı seçen aydınların neden İslam’a yöneldiklerini kendi ifadelerinden derlemeye çalıştım. Çok sayıda mühtedinin ifadelerine ulaştım. Hemen hepsinin ortak yönü; benim yukarıda belirttiğim çelişkileri kabullenemedikleri için Hıristiyanlıktan uzaklaştıkları oldu. Bu çalışmamda şunu gördüm. İyi bir Hıristiyan olma şansını, dinin bu çelişkileri yüzünden kaybedenler, şimdi iyi bir Müslüman olma arzusu içerisindeler.

Sekülerleşmenin toplumun bünyesine sızan bir veba mikrobu gibi görenlerin söyledikleri, ‘Hıristiyan toplumları nerede kaybetti?’. Şeklinde özetlenebilir. Haz ahlakı, yedikçe açlığını arttıran bir oburluğa dönüşen sosyal bir felakettir. Ayrıca bugün Batı’da üstü örtülen diğer bir manevi yıkım da, her doğan iki çocuktan birinin babasının belli olmamasıdır. Ailenin birlikteliğini sağlayan manevi tutkal inançtır. Bu kaybedilmeye başlanmış görünüyor.

Dr. Ali Köse, bütün unların ortaya getirdiği sonucu Batılı entelektüelin diliyle vermekte, ancak yine bu batılı aydınların çıkış yolu nedir, onu gösteremediklerini zımnen ifade etmektedir. Belki bir sığınma limanı olarak işaret ettiği “Deizm”i (s.xıı) yeni bir din anlayışı halinde ele alabilirler mi? Sosyal felakete dönüşen bu çöküşün enkazı altından böyle bir ütopyayı görmek sanırım mümkün olmayacaktır. Çünkü din, ilahi hassasiyetle donanmıştır. Onu beşeri zaaflarımızın ambalajına aldığımız zaman işte bu kaçış hali ortaya çıkacaktır.

Müslüman olan aydınların tamamına yakını başta rahiplerin ‘Teslis’ dayatması olmak üzere, yukarıda sözünü ettiğim bu çelişkiyi ve daha onlarcasını gördükleri için Hıristiyanlıktan uzaklaştılar.

Yazar Batıdaki bu manevi çözülmenin 2000 yılından itibaren başladığını söylüyor. (s.189.)  Verdiği istatistikler de bunu doğruluyor:

Almanya, Amerika, Avustralya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Güney Kore, Hollanda, İngiltere, İtalya, İsveç, İrlanda ve Norveç’teki dini değişimin sonucu Tanrı’ya inanmayanların yıllara göre genel dökümü yüzde olarak şöyle:

1981                21

2000                22

2011                33

2018                42 (s.68.)

37 yılda rakamın iki katına çıkması, üstelik son yedi yılda sıçrama yapması oldukça anlamlıdır.

Genç nüfusta bu rakamın genel inançsızlık içerisinde yüzde 54 olması (s.187.) Batı kültüründe manevi kaosun yeni nesille sıçrama yapacağını göstermektedir. Genç nesildeki bu çözülmede hedonizmin (haz ahlakının) payı var mıdır? Yazar buna şu cevabı veriyor: “Mutluluğu kendilerine sunulanda değil, kendi tercihlerinde aramaktadırlar.” (s.187.) Bu egosantrik bir yapının yeni nesildeki kuşatmasının ifadesidir.  Bunu kilisedeki rahiplerin de özellikle cinsel tecavüzleriyle destekler duruma düşmüşlerdir.

Tarihin açık belgelerinde iç sızlatan bir saldırganlık gücüyle asırlarca İslam’a karşı Hıristiyanlığı üstün çıkarma gayretiyle yürütülen Haçlı seferleri, aslında dini savunan çıkışlardı. Şimdi o neslin çocukları, bugün dini terk için aynı haçlı gücüyle saldırı halindeler.  Tarihten ders almayı bilmeyen toplumların sürüklendiği bu hezeyan halı, kaybettiği değerleri bulma enerjisini tüketen yeni neslin dramı durumuna gelmiştir. Buna tarih intikamını alıyor diyebiliriz. Tarihin realitesini bu hale sürükleyen neydi?

Yazar, Bilim ve din rekabetinin üzerinde durarak; “Dinin hep tarihsel rakip olarak gördüğü ve sürekli çatışmalar yaşadığı bilim ile arasında hesaplaşma” dan (s.195.) söz etmektedir. Aslında Hıristiyanlığı yalnızlığa ve daha da önemlisi korumasız hale getiren kilisenin ilimden uzak sisteminden kaynaklandığı dikkate almak gerekmektedir. Kilisenin geleneğinde, geçmişinin ağır tortusunun izini görmek mümkündür. Bunun en çarpıcı örneğini, ‘Amerika’da kiliseye giden 13-17 yaş grubu gençlere verilen vaazlarda sadece papazların yüzde 1’inin ilimden söz etmesi’ (s.196) bu ilmi dışlamanın etkili bir örneği olmalıdır. İlmin gelişmesi karşısında, kilisenin durağanlığı doğal olarak bu iç çatışmayı açığa çıkaracak, kendisini yalnızlığa sürükleyecektir. Batı medeniyetini dinin dışına taşıyan, daha doğrusu, dine tavır almaya iten sebeplerin en önemlisi bu alandadır.

Bir davranış biçimi olan ahlaki değerlerin yok edilmesinin dinin çöküşüne kapı açtığını (s.108 vd.) bazı Batılı düşünürlerin diliyle anlatan Köse, “Modern devlet yapısının sosyal düzeni oluşturma rolünü dinin elinden aldı” (s.114). İfadesiyle de böyle bir karşı duruşun sonuç vermeyeceğine mi işaret ediyordu acaba?

Eser, baştan sona bir tahlil laboratuarıdır. Aslında bunu, bize değil de, manevi çöküşün enkazı altında kalacak olan Batılılara anlatmak gerektiğini düşünüyorum.

Yine de, Ali Köse’nin böylesine önemli çalışmayı yapmasının bizim insanımız için dikkate alınmasının gerekliliği nerededir? Asıl mesele burada toplanmaktadır. Batı’ya yüzünü dönen Türkiye, Batılılaşma çarkına sosyal dokusunu teslim edince, oradaki rüzgâr bizde de günü gelecek etkili olacaktır. “Ben deistim, ben ateistim’ diyen talihsiz insanlara rastlanabilmektedir. Nitekim bugün, bu ülkede benzer istatistiklerin incitici sonuçlarıyla yüz yüzeyiz. Farkında olmasak da içimizdeki seküler kesim giderek artmaktadır. Müslüman olduğunu düşündüğümüz bu ülkede, arsızlığını ortaya koyarak, halk tabiriyle ar damarı çatlamışçasına sokağa çıkıp hak talebinde bulunabilen ve hatta bazı siyasi elitler tarafından da destek gören sapkın LGBT böyle bir sancının işareti değil midir?

Peki, Batı’yı böyle bir bataklıktan kurtarmanın yolu yok mudur? Vardır elbette, eğer doğru anlatabilirsek, onları batıl’dan kutsalın rahmani şemsiyesi altına İslam’la götürebiliriz. Çünkü bu dönüşü olmayan çözülmeye karşı alternatif yol İslam’dır. Ali Köse, bunu da 70 İngiliz aydının Müslüman oluş hikâyesini anlattığı “Niçin İslam’ı Seçiyorlar” (**) kitabında değerlendiriyor olmalıdır.

Bu eserde anlatılanlar Batı’daki Hıristiyanlığın çöküş hikâyesidir. Bunu rağmen, Yazar’ın ihtisas alanıyla sınırlı kalmayarak; yaptığı bu çalışma sadece ‘din psikolojisi’ açısından değil, daha geniş aksamıyla din sosyolojisi açısından, muhtevasıyla da ‘din felsefesi’ açısından kuşatıcı, mükemmel bir çalışma olmuş, yazarımızı kutluyorum.

Bir de temenni de bulunmak istiyorum. Bu eser yalnızca bize hitap eden bir çalışma şeklinde kalmamalıdır. Bunun İngilizce olarak da yayınlanması, Batı kültür camiasına kendi inanç fotoğraflarının gösterilmesi bakımından önemli bir hizmet olacağını düşünüyorum. Yazar’ın sahip olduğu dil imkânını bu yönde de değerlendirmesinin bu eserin yazılış ve yayın gayesine hizmet edeceği kanaatindeyim.

MUHSİN İLYAS SUBAŞI

MİRATHABER.COM -YOUTUBE- 

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

____________________

(*) Dinin Geleceği; Prof. Dr. Ali Köse; Nobel Yayınları, Ankara -2023

(**) Niçin İslam’ı Seçiyorlar; Dr. Ali Köse; İsam yayınları Ankara -1997

 

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.