islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
32,5120
EURO
34,9490
ALTIN
2.435,29
BIST
9.716,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
20°C
İstanbul
20°C
Az Bulutlu
Cuma Az Bulutlu
18°C
Cumartesi Az Bulutlu
16°C
Pazar Hafif Yağmurlu
16°C
Pazartesi Az Bulutlu
18°C

Sessiz Bir Savaşın Anatomisi: Annelik Kurumuna Taarruzlar ve Bazı Ünlülerin Söylemleri

Sessiz Bir Savaşın Anatomisi: Annelik Kurumuna Taarruzlar ve Bazı Ünlülerin Söylemleri
15 Mayıs 2023 09:00
A+
A-

Bu haber analizimi anneler günü vesilesiyle, başta anne olan kadınlarımıza ve anne adaylarına ithaf etmekle birlikte annelik kurumunun yaşatılmasına hizmet etmiş herkese armağan ediyorum.

Ülkemizde tuhaf şeyler oluyor ancak bu tuhaf şeyler elli yılı aşkın bir süreçte devamlı olarak oluyor. Buna ülkenin sağcı veya solcu olarak tanımlanan her kesiminden, yani birçok fikri cenahtan karşı tepkiler olması lazım gelir. Türkiye’de aile kurumu, annelik ve babalık ayaklar altına alınıyor. Bu kurumları değersizleştirme, küçümseme ve önemsiz gösterme durumu ünlüler arasında iyice hakim olmaya başladı. Bu adeta gizli bir proje gibi birilerinin yüzlerini saklayarak yürüttüğü bir harekete dönüşmüş durumda.

Geçtiğimiz Cuma hutbesinin konusu aile üzerineydi. Gerçekten de bir çatışma ve bozgun içerisinde olduğumuz aşikar. Resmi rakamlara göre geçtiğimiz yılda iki evlilikten birisi sonlandı. Zaten yuva kurmak maddi ve manevi şartlar altında mümkün olmaktan çıkıyor. Bunca maddi külfetin yanı sıra bir de ilişkilerde sınır ihlalleri, özgürlük tanımlamalarındaki değişmeler, sorumlulukların haksız pay edilmesi ve aşırı talepler, tarafların arasındaki zeminin kaydırılması söz konusu. Kadın erkek ilişkileri üzerine daha önce bir haber-yorumumuz bulunmaktaydı. Ancak bu konuyu daha sık gündeme getirmeye çalışacağız. Sağlıklı bir aile ilişkisinin ölçütleri İslamiyette belirtilmiştir. Bunu söylediğimiz zaman hemen gerici olarak yaftalanmaktayız. Ancak Batı’da da mahremiyet bir tartışma konusu olmuş ve aile kuran insanların buna hassasiyet gösterdikleri görülmüştür. Bu ise karşı tarafı (sekülerizmi kirli amaçlarına alet edenleri veya sekülerizmi tartışılmaz ve üstün görenleri) susturan bir delil mahiyetindedir. Hatırlatırız ki aile kurumu kutsal bir kurumdur ve anayasamızın koruması altındadır.

İnsanların özel hayatına müdahale etmiyoruz, böyle bir hakkımız olduğunu da iddia etmiyoruz. Ancak söylemleriyle aileye ve erkeğe zarar verme çabası içinde olanlar var. Üstelik bunların arasında akademide görev alanlar da mevcut. Bir psikolog ekranlarda alenen erkeklere şunu yapın bunu yapın diyor. Bir diğeri benzer şekilde erkeklere alaycı üslupla konuşuyor. Erkeklerin çeşitli şekillerde tahkire uğradığı görülmekte. Erkekler şöyledir söylemi nasıl ötekileştiriciyse karşıt söylem (kadınlar şöyledir) de öyle ayrıştırıcıdır. Bir hoca çıkıp derste öğrencilerine; erkek işsizse kadın boşanabilir şeklinde sürekli bir telkinde bulunuyor. Boşanmanın özendirilmesi, erkeğin kışkırtılması ve çatışma ortamlarının yaratılması elbette bu ve bunun gibi telkinlerle kolaylaştırılıyor ve yaygınlaştırılıyor. Diğer yanda bir akademisyen hanım diyor ki “evliyken kocamı terkedip sevdiğim adama kaçtım”. Bunu altmış yaşını geçmiş bir insanın söylemesi, ilmi çalışmaları yerine böyle bir magazinel başlıkla gündeme gelmesi tuhaf değil midir? Bir başkası çok rahat bir şekilde kocamı aldattım diyor. Bir diğeri ekranlarda filancayla yattım diyor. Bir başkası evlilik dışı ilişkiden çocuk sahibi olmayı normalleştiriyor. Biz insanların tercihleri üzerine yorum yapmıyoruz ancak olayların üzerine yaptıkları söylemleri burada art niyet taşıyor mu taşımıyor mu? Bunlar bizim gözümüze sokulmaya çalışılıyor mu çalışılmıyor mu? Akabinde bunlar toplumda yanlış anlaşılmaya mahal verir mi bunu sormak istiyoruz. Toplumun taklit üzerine yaşadığı varsayılırsa (ki öyle gözüküyor) bunun halk için ne sonuçlara gebe olduğu düşünülsün istiyoruz. Mevcut istatistiklerin, aile kurumunu bu hale getiren etkenlerin ve sebeplerin arasında bunların olup olmadığını irdelemek istiyoruz.

Sosyal medyanın denetimsiz olduğu, genç nesillere devamlı olarak bir şeyler aşılandığı görülmektedir. Kadınlarımızın haklarının savunulması gerektiğinin farkındayız. Bunun için İslami Kurumların da yeterli işleve sahip olduğunu söylemek zorundayız. İlahiyat ilmi ile meşgul olan bireyler olarak ailenin basit bir kurum olarak gösterilmesine karşıyız. Aileyi yıpratıcı hareketler bahsettiğimiz üzere kanunlarımızda suç sayılmaktaydı. Biz bu açıdan bu konuyu gündeme getirmek zorundayız. Türkiye’de esasen özgürlük istismar ediliyor mu sorusu da önemlidir. Ayrıca kadınlar hayatı yaşasın istediği gibi denilerek, ortada yüzbinlerce mağdur çocuğun kalmasına sebebiyet verilmesi gibi bir felaketle de karşı karşıyayız. Hiçbir hak ve hukuk başkalarını mahkum edemez, başkalarına zarar veremez. Hukukun işlevi bireyin hak ve sınırlarını belirlerken başkalarına zararı da önlemektir. Oysa ülkemizde bizzat en yakınlarının zarar görebileceği bir hak ve özgürlük talebi kadınlarımıza aşılanıyor. Yani aile sorumluluklarının üstünde bir kadın özgürlüğü kavramı medya ile dayatılıyor. Evli ve bebek sahibi bir kadın başka adamın evinde sabahlayıp, bebeğini bir kenara bırakabiliyor. Bu olaylar en sonunda ise ne alakası varsa laiklikle ilişkilendiriliyor. Gerçekte ise geçtiğimiz yıllarda terkedilen bebek sayısında patlama yaşandı. Birkaç olay kamuoyunun zihninde kalıcı yer etti. Bir anne için bebeğine sahip çıkmak kadar önemli bir şey olabilir mi? Ki bebeği terkeden kimseler hakkında da hukukçular kanuni işlem başlatmaktadır. Öyleyse abes bir işin yayılmaması için bizim buradaki talebimiz gayet yerindedir. Çocukların mağdur kalmaması, erkeklerin aşağılanmaması ve toplumsal çatışmaların önlenmesi için kadın haklarını savunduğunu söyleyen eğitimsiz kimselere ciddi eğitimler verilmelidir ve onlar önce medyadaki bu çarpık ifadelerin ve yayınların üstesinden gelmeyi görev bilmelidir.

Türkiye, mevcut rakamlar gösteriyor ki yüksek eğitimli bir topluma sahip değil. Fuhuş ilişkilerinden zedelenen aile ortamı sonucunda çocuklar büyük bunalımlarla karşı karşıya kalmıştır. Anne ve baba kavgasına veya kaybına maruz kalan çocukların hayatı da bundan büyük ölçüde etkilenmektedir. Çocuklar yaşadıkları travmaları çoğunlukla atlatamamaktadır. Ancak Türkiye’de maalesef çocuk hakları değil kadın arzuları her şeyden üstün gösterilmeye ve tutulmaya çalışıyor. Bunlar esasen vatandaşlık ve eşitlik ilkelerine de aykırıdır. Daha açık ifade ile Türkiye’de kadın hakları, hem çarpıtılmıştır hem de feminist grupların haksız ve aşırı talepleri aile, insan, çocuk ve erkek haklarının üzerine çıkartılmıştır. Bu da toplumsal ve hukuki bir krizi doğurmuştur.

Bu konuları hukukçular, sosyologlar, psikologlar ve diğer sosyal bilimciler olarak masaya yatırmazsak, toplumumuza atılan formatın acı sonuçlarıyla birkaç on yıl içerisinde daha büyük oranda karşılaşacağız. Esasen toplum mühendisliği, Ortadoğu ülkelerinde aile kurumunu ve doğum oranlarını çökertmek üzere bir takım hesaplar içerisindedir. Bu gizli bir savaş şeklinde sürmektedir. Bunların hepsini gündeme getirmek de alanda çalışan uzmanlara düşer. Bizim buradaki tutumumuz ve yorumumuz, tercihlerinin sonucunda çocukları ve erkeği mağdur etmeyecek bir sistemin gerekliliğini kadınlara bildirmek üzeredir. Türkiye’de sekülerlik hiçbir yerde olmayan boyutlarıyla yaşatılmak istenmektedir. Buna yabancılar, Rus, Yahudi ve Avrupalı kadınlar dahi hayretle bakmaktadır.

Annelik kurumunu, tamamen bilinçli bir şekilde saptırarak, kadının evli bile olsa cinsel özgürlüğü olduğu iddiası ile birlikte erkeğin tahkir edildiği bir şaibeli ilişki düzenini hakim kılmaya çalışarak yıprattıkları görülmektedir. Bahsedilen iddiaları sıkça ortaya atarak, erkeği kadının hizmetçisi, haklarını savunamayan ve erkek şahsiyetini değersizleştiren kimseye karşı itiraz bile edemeyen bir ev süsü konumuna düşürmektedirler. Erkekleri toplum nezdinde küçültme görevini kendileri üzerinden (özel hayat kavramında kamufle ederek yanlarına aldıkları sahte eşleriyle) misaller vererek ve dolaylı olarak (doğrudan erkeği tahkir yerine kadına aşırı bir takım haksızlıklar fırsatı sunmayı normalleştirme)  üstü örtülü biçimde saklama yoluyla söylemler üzerinden yapmaktadırlar. Sonuçta kadınlar kocalarına cinsel özgürlük hakları olduğunu söyleyebilmekte ve ünlülerin hayatını misal göstermektedirler. Bu da yürümeyen evliliklerin en büyük etkenlerinden biri gibi durmaktadır. Acı da olsa bunlar bugünün Türkiye’sinde sık rastlanan olgular haline gelmiştir. Hatta sadece cinsel özgürlük değil, maddi refah kavramı üzerinden de bir diğer operasyon yürütülmektedir. Erkeklerin villa alma zorunluluğu, kadının kuaför masrafını karşılama yükümlülüğü gibi bir takım külfetler erkeğin sırtına bindirilmektedir. Ekranlarda bilhassa izdivaç programlarında senin maaşın benim mazotuma yetmez, kuaför paramı nafakayla karşılayamıyor iddiaları profesyonel birer kurgu şeklinde sahneye konuluyor ve halka bir takım şeyler öğretiliyor. İnsanların ilişkilerini vefa ve maneviyat üzerine değil de maddiyat üzerine kurduğu kapitalist çağda, aile kurumuna bunca saldırının olması kabul edilemez.

Türkiye evlilik dışı ilişkilerin yaygın olduğu bir Latin Amerika ülkesi değildir. Böyle olmak istemeyenlere karşı yapılan bu dayatma da bir çeşit faşizmdir. Türkiye’yi üçüncü dünya ülkesi olmaktan öte bir fuhuş merkezi yapmak isteyenler bulunmaktadır. Geçmişte genelev patroniçelerini vergi rekortmeni yaparak, porno filmleri gündüz kahvelerde oynatarak bunu sağlamak istediler. Sonuçta birkaç nesil kayboldu. Türkiye istenen sanayi atılımlarını  yapamadı ve ilmi başarıları yakalayamadı. Bu toplumsal buhranları aşmak kolay değil. Sonuçta yapay krizler oluşturarak halkı bocalatmak isteyenler boş durmamaktadır. Halkın fakirleştirilerek fuhşa düşürülmesi de bu tarz bir operasyondur. Aile kurumu, toplumun temel yapı taşı ise, aile eğitimi de her kesimden ve yaştan kimseye verilmek zorundadır. Aile kurumuna saldırıların da önüne geçilmelidir. Ancak mevcut durumda medya propagandası aileyi yıkmak üzere bilinçli ve örgütlü bir kampanya içerisindedir. Aile kurumu bu büyük propagandanın karşısında bir nevi savunmasızdır.

Son sözü peygamberimizin hadisiyle söylemek zannımca güzel bir mesaj olacaktır: “Cennet annelerin ayakları altındadır.”.

ETİKETLER: Manşet
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.